8 Kasım 2010 Pazartesi
WENDLAND MEYDAN MUHAREBESİ
almanya'da iktidardaki hristiyan demokrat - liberal koalisyonun, atom lobisiyle anlaşarak nükleer santrallerin öngörülenden daha uzun süre kullanımda kalmalarını karara bağlaması büyük tepki çekmişti. neoliberal ekonomi politikaları nedeniyle, ekonomik krizin de etkisiyle, bütün anketlerde dibe vuran hükümet, bu son kararıyla bir anlamda kendi ipini çekmiş oldu.
almanya çapında - aralarında benim yaşadığım nürnberg'in de bulunduğu - sayısız yerde irili ufaklı eylemler yapıldı. münih'te 50, berlin'de 100 bin kişi sokağa çıktı. ancak bu eylemler - beklenildiği üzere - hükümetin tavrında bir değişiklik yaratmadılar.
geçtiğimiz perşembeden bu yana nükleer karşıtı eylemlerin "final"i sahneleniyor. almanya'daki nükleer santrallerin atıkları fransa'da işlendikten sonra castor treniyle batı almanya'nın nüfus yoğunluğu en düşük bölgelerinden wendland'da depolanmak üzere almanya'ya geri getiriliyor. tren, perşembe günü fransa'dan yola çıktı; daha çok az yol almıştı ki, ilk eylemciler kendilerini raylara zincirlemeye başladılar. elektrikli testere sevdalısı bir polisin bir eylemciyi - kesinleşmemekle beraber büyük ihtimalle - kör ettiği, bir eylemcinin parmaklarını doğradığı ve pek çoğunu yaraladığı bu etap, castor trenine ilk gecikmeleri yaşattı.
hükümetin, nükleer santrallerin kullanım sürelerini uzatmasının yanında, nükleer atıklar için "geçici depo" olduğu iddia edilen wendland'daki gorleben'in aslında "kalıcı depo" olarak planlandığının - duyamayan kalmayacak biçimde - ortaya çıkması da nükleer karşıtlarının öfkesini arttıran, eylemleri kitleselleştiren bir diğer faktör oldu. ve yöre köylülerinden yeşillere, hippilerden otonomlara 50 bin kişi, wendland'da castor trenini bloke etmek için buluştu.
çiftçiler traktörleriyle polisin eylemlere müdahale etmesini engellemek amacıyla yolları tıkıyor; insanlar, treni durdurmak için rayların üstüne oturuyor ya da kendilerini zincirliyor. otonomların ağırlıkta olduğu bir grupsa polis barikatlarını - mümkünse şaşırtma taktikleriyle, değilse çatışarak - aşıp tren yolundan çakıl taşlarını "aşırarak" yolu kullanılmaz hale getiriyor.
wendland'ın ilginç özelliklerinden biri, normalde almanya toplumunun en muhafazakar kesimi olan çiftçilerin, siyasi yelpazenin en solunda yer alan otonomlarla dahi uyum içinde castor trenini durdurmak için ellerinden geleni artlarına koymamaları. polisin eylemlere motorize araçlarla hızla müdahale etmelerinin önüne geçmek için yolları ağaç devirerek tıkayan otonomlara yardımcı olmak için elektrikli testere kullanma kursları bile düzenliyorlar.
tren şu anda wendland'da, ancak polisin treni koruyan polislerin çalışacak mecalleri kalmadığından bir süredir hareket edemiyor. wendland'da şimdiye kadar hiç bu kadar çok eylemci toplanmamış, direniş hiç bu kadar etkili olmamıştı: tren birçok yerde rotasını değiştirmek zorunda kaldı ve hedefe varışı daha pazar akşamından 12 saat gecikmişti.
nükleer atık taşıdığından trene doğrudan saldırmak ya da raydan çıkartacak eylemler yapmak mümkün değil. dolayısıyla castor treni bu sene de eninde sonunda hedefine varacak. ancak nükleer karşıtı eylemciler dikkatleri gorleben'e çekme, bu "zehir taşımacılığı"nı mümkün olduğunca zorlaştırma ve devlete maliyetini yukarı çekme konusunda daha şimdiden büyük bir zafer elde etmiş durumdalar...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
5 yorum:
mükemmel bir haber bu. aslında mersin akkuyu'da başlayan köylü isyanları da buna benziyor. hattı nükleerden çekip genel anlamda ekoloji temelli mücadelelere getirirsek bergama'dan başlayarak çok ciddi köylü isyanları var türkiye topraklarında da. hasankeyf ve artvin'deki mücadeleler haricinde sol gruplarla sınırlı bir ilişki almanya'dan temel farkı oluşturuyor. buradaki solun "köylü geridir" ezberinin etkisi var. elbette bazı açılardan bu doğru, ama wendland bize köylülerin kendi hayatlardan geçen bir mücadele olduğunda sessiz kalmadığını ve her mücadelede olduğu gibi devrimci bir potansiyelin var olduğunu gösteriyor. çok teşekkürler habedar ettiğin için...
sosyal olguları, olayları tek bir faktöre bağlı kalarak değerlendirmeyi doğru bulmuyorum, ama türkiye'de solun, nükleer santrale karşı olan köylülerle buluşamamasında "köylü geridir" düşüncesinden çok, solun kendisinin - büyük ölçüde - nükleere karşı olmamasına bağlıyorum. 90'ların sonunda akkuyu'da yapılması planlanan santrale karşı yapılan eylemlerde oldukça aktiftim. o dönem, nükleer santrale "gerçekten" karşı olmak anlamında yalnızca çevreci gruplarla anarşistlerin samimi olduğunu düşünüyorum. çevrecilerin temel sorunu, "yalnızca" nükleer santrale karşı olmalarıydı bence, konuyu kapitalizmden kopartarak ele alıyorlardı. anarşistlerin geneli içinse kendi kendini ciddiye al(a)mayan insanların başka insanlar tarafından ciddiye alınmasını beklemek çok anlamlı değil diyebilirim. (istisnalar tabii o zaman da vardı, şimdi de var...) "geleneksel" sol içinse nükleer santral - büyük ölçüde - "iktidarın icraatı" olarak eleştirilecek bir şeydi. "nükleer santrale kapitalizmde karşıyım, sosyalist bir devlet nükleer santralleri insan hayatına değer vererek işletebilir"den, nükleer santralin yapımının iptal edildiğinin (ya da daha doğrusu ertelendiğinin) belli olmasından sonra üzülen "ne güzel eylem yapıp örgütleniyorduk" diyen insanlara/örgütlere kadar sayısız örnek sayabilirim. insanların, bu samimiyetsizliği - belki de içgüdüsel - bir şekilde sezdiğini düşünüyorum.
bir de almanya'da nükleer karşıtı mücadelenin uzun bir tarihi var. ilk başlarda alman köylüleri de "nereden geldi bu herifler" derken zamanla (ki bu zaman artık onyıllar anlamına geliyor...) mücadelede birliktelik üstünden karşılıklı samimiyetin anlaşılması sonucunda en militan eylemlerle/eylemcilerle dahi dayanışacak hale gelmişler.
haklısın, çok kestirmeci yazmışım. aslında thko ve thkp-c militanlarının köylü ihbarlarıyla öldürülmesinin ardından köylünün kaypak bir zümre olduğu, istikrarsız oldukları çok söylenmiş. özellikle alevi olmayan köylülere karşı. hala devam eden etkileri var. bir de şöyle bir bakış var; nüfusun küçük bir kısmı köylü, uğraşmayalım bunlarla... tarım işçilerini bunun dışında tutuyorlar elbette. 90'ları pek bilmemekle beraber 2000'lerle birlikte ödp içindeki bazı grupların ekoloji ile ilgilenmeye başladığını biliyorum. benim hatırladığım ilk derli toplu metin ise 2004 yılında. seh'in ekososyalist manifestosu kritikti bu anlamda. hala bahsettiğin şekilde olayı ele alan sosyalistler olmakla beraber son dönem mücadeleleri içinde güçlenen eğilim tam tersi. gerçekten güçlenen bir mücadele ve sosyalizmin perspektifinden okuma var bugün.
anlasamamisiz, ben kendi yapacagim elestiri icin söylemistim tek bir faktöre bakarak degerlendirmemek gerektigini...
Yorum Gönder