23 Kasım 2010 Salı

YAŞAMAK, HER ŞEYE RAĞMEN YAŞAMAK


esther bejarano'nun ikinci dünya savaşı'nın bittiği, almanya'da faşizmin çöktüğü anı anlatan cümlelerini bloga koymuştum, ancak daha sonradan bu cümlelerin tek başına fazla bir şey ifade etmediğini fark ettim. esther bejarano'nun auschwitz cehennemini anlatan cümlelerini de, yaşanan vahşeti kavramamıza biraz olsun yardımcı olacağı umuduyla çevirmeye ve yayınlamaya karar verdim. italik ve koyu yazılan alıntılar da, bana ait olan cümleler de esther'in "her şeye rağmen yaşıyoruz" adlı kitabından derleme...


"trenin nereye gittiğini bilmiyorduk. vagonlar ağzına kadar doluydu ve neredeyse hiç hareket edemiyorduk."
esther bejarano, çok sayıda hasta ve yaşlı insanın hayvan taşıma vagonlarındaki günlerce süren bu korkunç yolculuğun sonunu göremediklerini anlatıyor. yolculuğun zorluklarına dayanamayanların cesetleri günlerce vagonlarda kalıyordu. neuendorf'tan tanıdığı diğer gençlerle birlikte ölüm trenine bindirilen esther, aşık olduğu eli heyman'la beraber bu cehennem yolculuğunu sağ atlatacaktı. ama tren hedefine vardığında esther'le eli sevgili olamayacaklardı, gittikleri yerde buna ne yer ne de zaman vardı, auschwitz'te her saniye yaşam savaşıyla geçmek zorundaydı. ve esther'in arkadaşlarından çoğu faşist ölüm kampına karşı verdikleri mücadeleyi kaybedecekti.

"trendeki herkes aynı soruyu soruyordu: 'nereye götürülüyoruz?' tren pek çok defalar durdu, küçük, demir parmaklıklı pencereden bir şey görmek mümkün değildi. tren her durduğunda 'artık geldik, vagonun insanın üstüne yapışan havasından kurtulacağız' diye düşünüyorduk. ama her defasında tren yeniden yola koyuluyordu. kelimelerle anlatılamayacak birkaç günlük bir yolculuktan sonra tren yeniden durdu ve kapılar açıldı. indik ve sivil giyimli adamlar bizi dostça selamladılar. çalışma kampına geldiğimizi ve kadın ve erkeklerin ayrılacağını söylediler. ünlü rampadan az ileride birkaç kamyon duruyordu."

esther ve diğer tutsakların bu rampanın anlamını kavramaları ancak sonradan olacaktı. auschwitz'e vardıkları gün, kampa oldukça uzun bir yol olduğundan hasta ve özürlülerin, küçük çoçuklu annelerin, hamile ve kırk beş yaşından büyük kadınların kamyonlara binmesi gerektiği söylendiğinde akıllarına kötü bir şey getirmeyeceklerdi. bu sözler dostane bir jest gibi gelecekti: "çoğu insan itaatkarca kamyonlara bindi. ebeveynlerinin yanında gitmek isteyen gençler engellendi, onlara yürüyebilecekleri söylendi. kamyonlar doğrudan gaz odalarına gidiyordu, ama biz daha bunu bilmiyorduk."

esther, diğer genç kadınlarla birlikte yürüyerek "arbeit macht frei" ("çalışmak özgürleştirir") yazan o büyük kapıya ulaştı. kapıdan girerken duyduğu sözleri bugün bile hatırlıyor: "yahudi domuzları, size çalışmanın ne demek olduğunu göstereceğiz!"

"daha sonra dövmelendik. yani sıraya girdik ve sol kolumuza bir numaranın kazınmasını bekledik. benim numaram 41 948'di." 41948, aynı bu numaranın koluna olduğu gibi, ölüm kampında gördükleri, yaşadıkları da hafızasına bir daha silinmemesine kazınacaktı. dövmelerin ardından tutuklu üniformaların dağıtımı gerçekleşti. o anda acı gerçeğin farkına vardılar: "sıradan bir çalışma kampında böyle üniformalar olmaz, toplama kampındayız." esther ve kader arkadaşları polonya'ya, auschwitz ölüm kampına getirilmişlerdi. "numara koluma işlendikten sonra ne düşündüğümü hala hatırlıyorum: 'demek ki 41 947 kişi benden önce buradaydı. şimdi neredeler acaba?"

kaldığı koğuşun kıdemli mahkumları, esther'in schubert'in, bach'ın, mozart'ın eserlerini ne kadar güzel çaldığını keşfedecek ve ona şarkı söyleteceklerdi. karşılığında esther bir parça ekmek, hatta bazen bir parça sosis alacaktı. bir gün çaykovska, kampta tutsak olan bir orkestra şefi, ss'in emriyle "genç kız orkestrası"nda çalacak müzisyenler aramaya başladı. kıdemli mahkumlar, hilde grünbaum, sylvia wagenberg ve esther'i önerdiler. üç hafta içinde orkestra, sabahları ve akşamları çalışma birliklerinin giriş ve çıkışlarına kampın kapısında marşlarla eşlik etmeye başlayacaktı. kısa zaman sonra "genç kız orkestrası" yahudilerle dolu trenler auschwitz'e vardıklarında da kampın büyük kapısında durmaya ve marş çalmaya başlayacaktı: "insanlar avrupa'nın dört bir yanından geliyor ve doğrudan gaz odalarına gönderiliyorlardı. trenle yanımızdan geçip gider ve çaldığımız müziği dinlerken mutlaka şöyle düşünüyorlardı: 'müzik çalınan bir yer o kadar da kötü olamaz.' bu, bizim için ruhsal açıdan korkunç bir yüktü. bu insanların gaz odalarına gönderildiğini çok iyi biliyorduk. ama arkamızda silahlı ss haydutları duruyordu ve çalmayı bıraktığımız anda bizi öldüreceklerinden korkuyorduk. bugün hala bu görüntü gözümün önünden gitmiyor..."

esther'in hafızasına kazınan korkunç görüntüler ağzına kadar insanlarla dolu, gaz odalarına giden trenlerden ibaret değil: "ss kadınlarının tutsakları kırbaçlattığı sonsuz yoklama törenleri de gözümün önünden gitmiyor. yirmi beş kırbaç; çoğu mahkum on kırbaçtan sonra bilincini kaybederdi, ama kırbaç inmeye devam ederdi. her gün bir deri bir kemik kalmış cesetlerin yolda yattığını görürdük. üst üste el arabalarına doldurulur, krematoryuma götürülürlerdi. çoğu kadın ruhsal ve fiziksel açıdan bitik haldeydi. kimi kadınlar umutsuzluktan hayatlarını sonlandırmak için elektrik yüklü çitlere koşardı. dikenli tellerde asılı kalmış ölü kadınlar... bu da asla unutamayacağım korkunç bir görüntü. benim de ss canavarlarının zalimliklerine artık tanık olmamak için kısa zamanda ölmeyi umut ettiğim birçok an oldu."

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...