14 Ağustos 2010 Cumartesi

GİTMEK

müzik modern insanın yalnızlığında sigara kadar önemli bir yere sahipse eğer, her yazının da bir şarkısı olmalı...



"bir başka ülkeye, bir başka denize giderim," dedin,
"bundan daha iyi başka şehir bulunur elbet.
her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
-bir ceset gibi- gömülü kalbim.
aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
boşuna bunca yıl tükettiğim ülkede."
yeni bir ülke bulamazsın.
bu şehir arkandan gelecektir. sen gene aynı sokaklarda
dolaşacaksın. aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. başka bir şey umma-
bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.
ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.

şiir okumak değişik bir iştir. bir şiiri okuyup hiçbir şey anlamadığım halde etkilenip yıllar sonra hatırlayıp tekrar okuduğumda “evreka!” hissi yaşadığım çok olmuştur. insan psikolojisini dürten bir yönü var sanırım.

konstantin kavafis’in kent şiirini okuduğumda herhalde 13 yaşında filandım. bir başka ülkeye gitme isteği ya da ömrün kara yıkıntılarının ne demek olduğunu kavrayamayacak kadar toy olmalıyım ki şiiri “gidelim buralardan” diye yorumlamıştım. aradan 2 yıl geçti. insan ömründe değişimin son sürat olduğu ergenlik yaşları tabi. kafa bi milyon, her an basıp gitmek istiyorsunuz. neden, nasıl, nereye belli değil. bir şekilde bu şiirle tekrar karşılaştım. işte bu ilkokunduğundaanlaşılmayıpinsanımalaçevirenşiir sendromunu ilk o anda tespit etmiştim. yıllar önce “hadi git” dediğini sandığım şiir basbayağı “salak nereye gidiyorsun, her yerde sen sensin, kaçış yok” diyormuş. eh, kendi kendime baya utanmıştım.

yine de bu şiir hiçbir zaman her iki anlamını da yitirmedi. bazen insan nasıl da basıp gitmek istiyor.

bir kere yolda olma hali inanılmaz değişik bir bağımsızlık duygusu. taşıta binersiniz, hiçbir sorumluluğunuz yoktur. o an zaten bir yerden başka yere gitmek gibi önemli bir iş yapıyorsunuzdur. tüm zaman film, kitap, müzik, düşünmek, düşlemek gibi şeylere ayrılabilir. üstelik günlük koşuşturmacada imkan bulamadığınız kadar büyük bir dinginlikle konsantre olabilirsiniz. tekerlek döner, geride bıraktığınız yol uzar gider. insanın yaşadığı yeri ne kadar severse sevsin, yaşamı ne kadar rahat ve sorumsuz olursa olsun günlük alışkanlıklar bile baskı yaratmaya başlayabilir bir süre sonra. ya da belki de canlı doğasına aykırı bir yerleşiklik halinde olduğumuzdan bana öyle geliyordur. bu kaslar böylesine durağan bir yaşam için tasarlanmamış. o yüzdendir muhtemelen anoreksiyalılar kadar az yememize rağmen belli bir yaştan sonra önlenemez şekilde kilo almamız.
insan neden gitmek ister? ne bulacağını sanır uzaklarda? alışkanlıklarını değiştirip eskiden yaptığı hataları yapmayacağını mı? yepyeni, sevgi ve anlayış dolu, kafa dengi insanlar bulacağını mı? yoksa sadece gitmek için mi gider? en zararsızı bu olsa gerek. geride bırakacak hiçbir şeyin olmadığında, gelecek için uygulamaya koyulacak bir planın olmadığında sadece tebdil-i mekanda ferahlık vardır diyerek gitmek.

derler ki, vatan sevdiklerinin olduğu yerdir. kaç kez görmüşümdür sevdiklerim yanımda olduğunda eskiden cehennem gibi gelen mekanların bir anda cennete dönüşebildiğini.
gidilen her yerde sevilecek birileri bulunur elbet. ama dostların her birinden sadece bir tane oluyor. aileden de…

peki bir yere yerleşmek nedir? aile kurmak, salon takımı alıp bir de düğün yapmak? çoluk çocuğa karışmak… insanın kendine dair bir beklentisi kalmadığında çocuk yaptığı, benim yapamadıklarımı çocuğum yapsın dediği doğru mudur? insanın bu kadar büyük bir sorumluluk altına girmesinin başka türlü açıklamasını bulamıyorum.

insanların çoğu uzaktan seyrediyor hayatı. okuyor, düşünüyor ya da düşünmüyor sadece bedensel bütünlüğünü sürdürüyor. sonra da şaşıyorlar yaşayanlara “bu kadar aktiviteyi bir arada nasıl yürütüyorsun” diye. hangisinin canlı doğasına daha uygun olduğunu sorguluyorum. ilkel toplumlara bakıyorum, hayvanlara bakıyorum… hiçbirisinin can sıkıntısına vakit bulamadığını görüyorum. yaşamları o kadar hareketli ki. insan nasıl yerleşir ve öylece durur? rutin bir hayat sürdürür? sahi yaşamak nedir? plan yapmak ve gelecek için yaşamak mı?

yeni bir ben bulamayacağını anladığında sadece yaşamak için gidersin. sen değişmeyecek yine aynı hataları yapacak, benzer insanları sevecek, benzer şeyler bekleyeceksindir. gitmek sadece nefes almak gibidir.



ya da bağlanmaktan korkmak… bir kenti sevmek çok acıdır. çünkü o zaman yerleşmeye başlamışsınızdır, özgürlüğünüzün en önemli taşını yitirmişsiniz demektir. bir kenti sevmemeli, istanbul bu kadar güzel olmamalı…

gand

5 yorum:

outlaw dedi ki...

her yazinin bir de sarkisi olmasi ne hos da, ne yazik ki video almanya'da izlenemiyor, sony music corporation sagolsun... bari adini ver de baska türlü dinleyebileyim...

Gand dedi ki...

manga - hayat bu işte

Tuluyhan Uğurlu’nun Çalıkuşu dizisinin tema müziğini hatırlatan cinsten bir yorumla eşlik ettiği şarkı. Sözler hiç fena değil…Rakı sarhoşuyken Orhan babanın şarkılarının yerini alabilecek cinsten…
"İçimde bir İstanbul var ondan vazgeçemiyorum. "

Adsız dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
outlaw dedi ki...

gitmek her zaman kendinden kaçmaya çalışmak değildir, bazen herşey sıkışır, hayat insanın üstüne üstüne gelir. bir çıkmaz sokağa girmişsindir belki. o zaman gitmek iyidir, yürüyen hala sensindir, ama çıkmaz sokak yerine geniş bir bulvardasındır belki de...

Gand dedi ki...

kaçmak her zaman kaçmaktır.
gitmeye bahane bulmak ise kaçmak değildir :)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...