26 Mart 2010 Cuma

THE MEN WHO STARE AT THE SUN


bırkaç gündür almanya baharla buluşmasını yaşıyor. güneş insanın içini ısıtırken, hava sıcaklığı 20'li derecelerin başlarında seyrediyor. ilkbahar oldum olası yılın en sevdiğim zamanı olmuştur. dolayısıyla bu aralar güneş sadece dışımı değil, içimi de ısıttı desem yeridir.

kış boyunca özlenen güneşin geri dönüşü, insanın t-shirt'le gezmeye başladığı ilk günler, fotosentez yapıyormuşçasına bir anda tavana vuran yaşam enerjisi; baharda benim ve sanırım insanlığın geri kalanının güneşli günlerle ilişkisi bu yönde seyrediyor.

ancak yaz sıcaklarının bastırmasıyla birlikte güneşten kaçılıp gölgeye hücum edilir, ya da en azından ben öyle öğrendim. türkiye'de yaz sıcağında çay bahçesinde, caféde gölgedeki masalar dolar, kimse güneşte oturmak istemez, kumsallarda gölgede yer kapmak için bir önceki geceden plaj havlusu operasyonları gerçekleştirilir.

almanya'ya geldikten sonra bütün insanların sahip olduklarını sandığım yazın güneşten kaçma refleksinin "insanın doğası" olmadığını, öğrendiğimiz bir davranış biçimi olduğunu keşfettim. zira almanlar - benim edindiğim alışkanlığın tam aksine - gölgeden sakınıp güneşin kavurduğu yere çömüveriyorlar.

caféde, meyhanede gölgede yer bulmak gibi bir sorunum kalmadı artık, çünkü masalar en çok güneş alanından başlayarak kapışılıyor. havuz ya da göl kenarında - en kalabalık günlerde bile - ilişilecek bir gölge bulunuyor. güneşin insanın beynini dağladığı 35 derece sıcakta mangal yapıp bira içen insanlar görmekte de garip bir şey yok buralarda.

dediğim gibi gölgede yer kapma bir sorunu benim için büyük ölçüde ortadan kalktı, ama bu durum güneşte oturma - gölgede oturma problemini ancak kısmi olarak çözdü benim için. tek başıma olduğum sürece bir sorun yok, fotosentez yapan çoğunluğun yanından süzülerek keyifle gölgeme kuruluyorum. fakat yanımda bir arkadaşım olduğunda yeni bir sorun çıkıyor karşıma: kolaysa gölgede oturmaktan hoşlanan adam bul! hadi bir kişiyi ikna ettin gölgeye oturttun, beş kişiyle ne yapacaksın? "bana ne, ben gölge seviyorum" denmez ya... böylece yarı gölge, yarı güneşte bir yer bulmadığımız sürece, mis gibi gölgeler bana göz kırparken, ben beynimin yarım saat içinde fırınlanmış kaşar peyniri gibi eriyeceği güneşlerde sürünmek zorunda kalıyorum. bunun da ötesinde insanlar gölgede oturma arzumu anormal bir hastalıkmış gibi karşılıyor, soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan egzotik bir canlı muamelesi görüyorum.

bir tek ilkgençlik yıllarına kadar yunanistan'da yaşamış bir arkadaşım anlıyor beni, canımız sıkıldıkça almanlar'ın güneşte oturma arzusunun anormal bir hastalık olduğundan bahsediyor, soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan bu egzotik canlılara acıyoruz...

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...