bu yaz dünya kupası'nın güney afrika'da yapılacak olmasını fırsat bilip güney afrika hakkında bir şeyler karalayayım dedim. bu yazıyı, ilerleyen günlerde dünya kupası'nın güney afrikalılar'a, özellikle de büyük şehirlerin etrafında gittikçe büyüyen gecekondu mahallelerinden yaşayan yoksullara etkisi üzerine yazacağım bir diğeri izleyecek. daha önce "futbol mu eskiden daha güzeldi, yoksa büyüdüm diye mi aynı zevki alamıyorum?" diye sormuştum, yazacağım ikinci yazının bu soruya da bir anlamda cevap verdiğini düşünüyorum. neyse lafı uzatmadan güney afrika'ya geleyim...
güney afrika'daki ırk ayrımı sistemine "apartheid" adı veriliyor. beyaz azınlığın 1948-1994 yılları arasındaki egemenliği sırasında ülke nüfusunu "beyaz", "siyah", "renkli" ve "asyalı" kategorilerine ayrılıyor; her "ırk"a belirli haklar tanınırken, siyah çoğunluk bu "ırklar merdiveni"nin en alt basamağında yer alıyordu. "apartheid"ın insanların günlük yaşamına etkisi çok büyüktü: örneğin "ırklarası" evlilikler yasaktı ve 1950'de çıkan bir kanunla ("group areas act") farklı "ırk"lara mensup kişilerin yaşam alanlarının birbirinden ayrılması da zorunlu hale getiriliyordu. böylece siyahların bugün hala oturduğu getto benzeri "township"ler doğuyor, siyahlar oturmalarına izin verilen bu mahallelere dolduruluyordu.
ırk ayrımının sonuçlarından - ve nedenlerinden - biri siyah nüfusun beyazlara ait fabrikalarda ucuz işgücü olarak çalıştırılmasıydı. bu amaçla 1953 yılında "bantu education act" adında bir yasa çıkarılarak siyahların okullarda tarımda ya da endüstride çalışmaları için yeterli - ve zorunlu - olanın ötesinde eğitilmesinin önüne geçildi. böylece sınıflarası geçişkenlik tamamen tıkanıyor, "yukarıdakiler"in yukarıda, "aşağıdakiler"in aşağıda kalacağı bir sömürü ve ayrımcılık sistemi sağlam temellere oturtuluyordu.
güney afrika'daki "apartheid" rejiminden sadece ülkeye egemen olan beyaz azınlık değil, birçok ulusötesi şirket de yararlanacaktı. özellikle her iki devletin de desteğiyle güney afrika'ya yatırım yapan alman şirketleri halen ülke ekonomisinin temel taşlarından birini oluşturuyor. faşizm döneminde nazilerle işbirliği yapmaktan kaçınmayan alman ekonomisinin kodamanları, kara kıta'nın güney ucunda 30'lu ve 40'lı yıllarda almanya'da kasalarının parayla dolup taşmasına yardımcı olmuş "herrenmensch" ideolojisiyle ve alışkın oldukları insanlıkdışı sömürü koşullarıyla karşılaşmaktan memnun olmuşlardır herhalde. almanca yayınlanan "die stimme afrikas" ("afrika'nın sesi") dergisi 1974 yılında şöyle yazacaktı:
"volkswagen, audi, bmw ve mercedes güney afrika caddelerine hakim. basf, bayer, hoechst ve henkel güney afrika'nın kimya endüstrisinin önde gelen isimleri. bosch, siemens, lurgi, mannesmann ve diğerleri güney afrika'da karlı bir finans piyasası buldular."
tabii bu kadar adaletsiz ve insanlıkdışı bir sistem direnişle karşılaşıyordu. 1976 yılındaki soweto ("south west township") öğrenci ayaklanması dünya çapında ırk ayrımcılığına karşı mücadelenin sembolü haline gelecekti. okullarda beyaz azınlığın dilinin tek eğitim dili haline getirilmesine karşı binlerce öğrenci sokaklara dökülüyor; polisin bir öğrenciyi öldürmesiyle yürüyüşler yerini polisle öğrenciler arasında günlerce sürecek ve 1000 öğrencinin polis tarafından öldürülmesiyle sonuçlanacak sokak çatışmalarına bırakıyordu.
"apartheid" sistemine karşı mücadelede en büyük rolü - şimdinin iktidar partisi - ANC ("african national congress") oynuyordu. 1923 yılında kurulan ANC 1960 yılında yasaklandı ve hareketin önderlerinin çoğu direnişi yeraltında sürdürmek durumunda kaldılar. siyahlara kimlik taşıma zorunluluğu getiren bir yasaya karşı düzenlenen bir yürüyüşte 69 siyahın polis tarafından vurularak öldürülmesine karşı 1961 yılında ANC silahlı bir kanat kurma kararı aldı. "umkonto we sizwe" ("ulusun mızrağı") adlı örgüte başlangıçta 1964 yılında ömürboyu hapse mahkum edilecek olan nelson mandela önderlik ediyordu. mandela 1990 yılında yurtiçi ve dışından gelen baskılar sonucunda serbest bırakılana kadar hapiste kalacaktı. bilindiği gibi yasallığını geri kazanan ANC'nin 1994 yılındaki seçim zaferiyle "apartheid" resmen son buldu ve mandela devlet başkanlığı koltuğuna oturdu.
ANC'nin iktidara gelmesi "apartheid" mağdurlarını insanca bir yaşam için umutlandırıyordu. 1995 yılında "township"lerde yaşayan insanların da katılımıyla hazırlanan "the freedom charter", ANC'nin parti programı, ırk ayrımcılığının sonlandırılmasının yanında herkes için iş, düzgün barınma olanakları, düşünce özgürlüğü ve zenginliğin adaletli dağıtımı gibi büyük ölçüde sosyalist öğeler taşıyordu. mandela da 1990 yılında hapiste yazdığı bir yazıda aynı yöne işaret ediyordu:
"ANC'nin siyaseti; madenlerin, bankaların ve monopol endüsrilerin kamulaştırılmasıdır. ve bu siyasette bir değişikliğe gidilmesi düşünülemez bile."
hareketin radikal söylemi nedeniyle 1994 seçimleri insanlarda büyük umutlar uyandırıyordu. onyıllarca ezilmiş güney afrikalı siyahlar, mandela'nın serbest bırakılması ve ANC'nin yasallık statüsünü geri kazanarak seçimlere katılma hakkını elde etmesiyle hayallerinin uzansalar elleriyle dokunabilecekleri kadar yakında olduğu düşüncesindeydi.
gerçekten de ANC seçimi ezici bir çoğunlukla kazanıyor, ancak insanların hayalleri seçimlerden sonra da "hayal" olmaya devam ediyordu. ANC siyasi iktidarı devralıyor ancak ekonominin iktidarı eski sahiplerinin elinde kalıyordu. içsavaş ihtimalinin de verdiği korkuyla, ANC siyasi açıdan egemenliği kaybeden beyaz azınlığın günlük hayatın efendisi olmaya devam etmesine göz yumuyordu. söz verilen kamulaştırılmalar halen yapılmış değil ve monopol endüstriler beyaz azınlığın elideki dört büyük mega holdingin kontrolünde olmaya devam ediyor. söz konusu dört mega holding aynı zamanda johannesburg borsasında işlem gören şirketlerin yüzde 80'ini kontrol ediyor. ve borsada işlem gören tüm şirketlerin yüzde 98'inin yöneticisi beyaz. toprak mülkiyeti açısından da "ırklararası" durum pek farklı değil: ülke nüfusunun yalnızca yüzde 10'unu oluşturan beyazlar toprakların yüzde 70'ine sahip.
1994 seçimlerinden sonra ANC neoliberal bir ekonomi siyasetine dönmüş durumda. partinin "growth, employment and redistribution (GEAR) programm" adı verilen yeni makroekonomi paketi, hareketin tabanının beklentilerinin boş çıkmasında büyük pay sahibi. programın köşe taşları devletin gelir-gider dengesinin korunması, düşük şirket vergileri, özelleştirme ve ekonomide ithalata dayalı bir büyüme. "GEAR", 2008 yılında patlak veren ekonomik krizin ardından dünya çapında skandal statüsüne erişen "public-private-partnership" gibi uygulamaların zenginliğin adil dağılımı, sosyal adalet ve ekonomide hızlı ve kalıcı büyüme hedefleri için en uygun araç olduğu iddiasını taşıyordu.
ANC'nin ekonomi alanındaki bu siyasetine "community" örgütlerinin ve sendikaların daha rahat kontrol edilebilir hale gelmeleri amacıyla partiye eklemlendirilmesi çabaları eşlik ediyor. ANC'nin geçmişteki müttefikleri sol sendikaların çatı örgütü niteliğindeki COSATU ("confederation of south african trade unions") ve güney afrika komünist partisi'yle arası açılmış durumda. mandela döneminde başlayan neoliberal politikalar bir sonraki parti ve devlet başkanı thabo mbeki döneminde daha da sertleşti. güney afrika bir yandan "apartheid" döneminden kalma borçlarıyla, bir yandan da hayal kırıklığına uğrayan halkıyla boğuşuyor.
"apartheid" dönemine oranla ülkedeki tek büyük değişim yeni siyah ortasınıfın doğumu, ki bu da siyah nüfusun çoğunluğunun yaşamına hiçbir değişiklik getirmedi. 2007 seçimleri, 2005 yılındaki rüşvet skandalının ardından devlet başkan yardımcılığı görevinden olmasıyla ve "seviştikten sonra duş alarak aids'ten korunuyorum" sözleriyle tanınan jacob zuma'nın iktidarı mbeki'den devralmasına tanıklık etti.
ve hala tünelin ucunda ışık yok. ırk ayrımcılığı yasaları tarihe karışırken sonuçta neoliberal ekonomi siyaseti aracılığıyla "aşağıdakiler" aşağıda, "yukarıdakiler" de yukarıda olmaya devam ediyor.
1 yorum:
Cok guzel bir yazi olmus. Ellerine saglik..
Yorum Gönder