19 Şubat 2010 Cuma

BİR AŞK HİKAYESİ


futbol mu eskiden daha güzeldi, ben büyüdüm diye mi aynı masalsı tadı alamıyorum, bilmiyorum. ama hayatımda en çok haz aldığım turnuva kesinlikle almanya’da düzenlenen 1988 avrupa şampiyonası’ydı. ne 88’de sovyetler birliği’ni tuttuğumda olduğu kadar kendimi kaptırabildim bir milli takıma, ne de rinat dasaev kadar idolleştirebildim bir başka futbolcuyu. o kadar çok seviyordum ki dasaev’i, marco van basten belki de hollanda tarihinin en güzel golünü attığında yaşadığım hayal kırıklığı van basten’i futbol oynadığı sürece sevmememe yol açacaktı. ne yaptığını ancak seneler sonra golü tekrar izlediğimde kavrayabilecek, ancak büyüdükten sonra futbolu çok erken bırakmak zorunda kalmasına üzülecektim.

şampiyona başladığında – türkiye’nin yeralmadığı her turnuvada olduğu gibi – herkes kendine bir takım seçecekti. tabii o zamanlar türkiye’nin finallere kaldığı turnuva diye bir şey yoktu. yaşım çok küçüktü, hafızam beni yanıltıyor olabilir, ama bana başlarda almanya’yı tutanlar çoğunluktaydı da; gullit, rijkaard ve van basten’li hollanda’nın büyüleyici futbolu ve favoriyi tutan garantici anlayış sonucunda zamanla hollanda taraftarları sayısal üstünlüğü ele geçirdi gibi geliyor. net hatırladığım tek şey mahalledeki bütün çocuklar arasında sovyetler birliği’ni tutan tek kişinin ben olduğum. yetişkinler arasında sovyetler birliği’ne “başka sebepler”den sempati duyanlar mutlaka vardı, ama ne ben o zamanlar “başka sebepler”le ilgileniyordum, ne de kimse benimle o konularda konuşuyordu. “hangi takımı tutuyorsun bakalım?” diyen yetişkinlerin cevabım karşısında suratlarını ekşittiklerini hayal meyal hatırlar gibiyim.

euro 88 hafızalara hollanda – sovyetler birliği rekabeti, rinus michels – valeriy lobanovskyi düellosu olarak kazınacaktı belki, ama bundan çok daha fazlasını sunmuştu futbolseverlere: gruplarda yedi gol yiyerek sıfır çeken bir ingiltere, tarihinde ilk kez büyük bir turnuvada finallere kalan ve wim kieft’in son dakika golüyle yarı finale kalma hakkını hollanda’ya devreden taş gibi bir irlanda, altobelli’lı, baresi’li, donadoni’li, kadrosundaki en genç oyuncu 20 yaşındaki paolo maldini olan italya ve her turnuvanın favorisi almanya. littbarski, matthäus, völler ve klinsmann’ın yanına kohler’i katmasalar belki de hollanda’nın yerine onlar münih’teki finalde sovyetler birliği’nin karşısına çıkacaktı.

ama işte “halamın taşakları olsa amcam olurdu” misali hollanda’yla sovyetler birliği oynadı finali. göğsünde cccp yazan takım şampiyon olacaktı, ama “taşakları” eksik kaldı. lobanovskyi’nin kurduğu makina düzeni kusursuz işliyordu her zaman olduğu gibi: dasaev – kuznetsov – mikhailichenko – aleinikov – protasov – litovchenko – zavarov – belanov... ama golleri atan hollanda olacak, van breukelen belanov’un penaltısını çıkaracaktı. yıllar sonra rinus michels o unutulmaz final maçı sorulduğunda sovyetler birliği’nin hem şampiyona boyunca, hem de finalde daha iyi futbol oynayan, kendi takımınınsa daha iyi gol atan taraf olduğunu söyleyecekti.


sonrası malum: perestroyka... lobanovskyi’nin muhteşem takımı batıya açılıyor: dasaev sevilla’ya, rats espanyol’a, khidiyatullin toulouse’a, kuznetsov rangers’a, aleinikov ve zavarov juventus’a, belanov mönchengladbach’a, mikhailichenko’ysa sampdoria’ya gitti. kısmen başarılı olan dasaev ve belanov’u saymazsak hepsi gittikleri yerde iz bırakmadan silindiler. italya 90’a ilk defa iskeletini – yine lobanovskyi’nin yönettiği – dinamo kiev’li oyuncuların oluşturmadığı sovyetler birliği takımı, grubun dibine çakılmaktan kurtulamadı.

2 yorum:

gökmavi dedi ki...

sscb desteklediğim takım, dasaev de adamımdı o turnuvada. hollanda maçı benim için büyük bir hayal kırıklığı olmuştu. 80'lerde çocuk olup da, benzer duyguları yaşayan insanların anılarını okumak insana tuhaf duygular yaşatıyor.
elinize sağlık.

outlaw dedi ki...

mahallede yalnız olsam da hayatta yalnız değişmişim demek ki...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...