14 Mart 2011 Pazartesi
ST. PAULI - WE LOVE YOU!!!
geçtiğimiz haftasonu hamburg'daydım, antidoto'yla beraber st. pauli - stuttgart maçını izledik. hamburg'a dair söylenecek çok söz, aktarılacak çok gözlem var, ama hepsini bir yazıda toparlamak mümkün olmadığından girişi sankt pauli tribünüyle yapıyorum. gerisi de - umarım - bir ara gelir...
her zamanki üşengeçliğimle maillerimi kontrol ederken gördüm, antidoto yazmış: "mart ayında st. pauli maçına gidelim!" insanların öyle 3-4 ay sonra almanya'ya geleceklerini söylemelerine (ve daha sonra gelmemelerine) alışkın olduğumdan her zamanki gibi bir "neden olmasın"la geçiştirmiştim ilk başta, ama bu adam kararlı çıktı, bir yandan mail, diğer yandan twitter taaruzuyla benim de işin peşini bırakmamamı sağladı. (antidoto, "manyaklık" payesini tek başına götürmeden önce belirteyim de, arada kaynamasın: ben de az yol gitmedim nürnberg'den hamburg'a: 600 küsür kilometre.)
ben, "maça gider miyiz" sorusuna "nasıl olsa hallolur" rahatlığıyla "tamam" demiş, biletleri de ayarlayacağıma söz vermiştim. ama komşunun tavuğuna bakarken kazın ayağıyla ilgili bir sorun yaşayacağımızı yavaş yavaş kavramaya başladım. "usta biz iki bilet ayarlayıver" dediğim ne kadar hamburglu tanıdık varsa, sanki hepsi bize karşı bir komplo için bir araya gelmiş, amaçları bizi millerntor'dan uzak tutmakmış gibi "hayal aleminde mi yaşıyorsun, öyle kafana estiği gibi st. pauli maçına gidilir mi" dedi ya da aşağı yukarı aynı anlama gelen sözler söyledi. meğerse millerntor, almanya'da en zor bilet bulunan stadyummuş, sezon başı kombinelerin yanında tek tek maç biletleri de yalnızca klüp üyelerine yönelik satışa çıkarılıyor, sezon içinde maç haftası yalnızca birkaç yüz bilet normal satılıyor, kısa, ama zorlu bir mücadelenin ardından bir avuç bilet kapanın elinde kalıyormuş. bilmiyorduk, öğrenmiş olduk. ama bir kere maça gitmeyi kafaya koymuştuk, hatta antidoto uçak biletini çoktan alıp cebe atmıştı. artık inançla, azimle ve tabii her şeyden çok da paraya kıyarak, arzın talebi karşılamadığı her durumun şahı karaborsaya yelken açtık.
neyse karaborsada bilet kovalama aşamasında çektiğim sıkıntıları anlatmayacağım, benim içimi baymıştı, bari sizinkini baymasın. sonuçta internetten iki tane bilet ayarlamayı başardık. başardık başarmasına da, hem tuzu biraz fazla kaçtı, hem de maçtan iki gün önce postayla gelene kadar kadar biletlerin elimize geçmeyeceğine dair paranoyamı istikrarlı bir biçimde besledim. biletleri elimde tuttuğum an, paranoya paranoya mıymış yoksa haklı bir şüphe mi karar veremedim: zarfın içinde millerntor'a girmek için kapı gibi iki bilet vardı, ama bizim girmek istediğimiz güney taraftaki kale arkası tribününe değil, kuzeydeki deplasman tribününe...
normalde cumartesi oynanması gereken maç, federasyon tarafından pazar gününe alınınca, bir yandan hamburg'da, özellikle de "mahalle"de gezinme, diğer yandan biletleri değiştirme mücadelesi verme şansımız oldu. cumartesi akşamı elimizde biralarla o kadar turladık ki, normal koşullarda o kadar yürüyen adama maraton tamamlama sertifikası veriyorlar. gece bitip biz yatacağımız yere yollanırken, girip çıktığımız mekanların arasında st. pauli taraftarının efsane barı "jolly roger" da vardı.
sen servetini karaborsacının önüne dök, üstüne kalk hamburg'a git, sonra stuttgartlılar'ın arasına deplasman tribününe otur. yok öyle yağma! internet sen nelere kadirsin; esirgeyen ve bağışlayansın. taraftar forumunda deplasman biletlerini kale arkasıyla değiştirme önerimiz kabul gördü. telefon numaralarımızı değiş tokuş ettik, maçtan birkaç saat öncesine millerntor'un önünde sözleştik. karaborsacı kazığını yediğimiz internet, bir kapıyı kaparken bir kapıyı açıyordu. biletleri değişmek üzere buluştuğumuz adam taraftar temsilcisi çıktı, deplasman tribünüyle kale arkası arasındaki fiyat farkını bile ödedi ve hatta "bir daha bilete ihtiyacınız olursa ben ayarlarım" diyerek kartını da verdi.
biletler cebimizde, biralar elimizde jolly roger'ın önünde takılmaktan ve maçı beklemekten başka yapacak bir şey kalmamıştı. gerçi ben paranoyanın suyunu çıkarıp acaba biletler sahte midir diye de düşünmedim değil, ama maç başlamadan bir süre önce "südkurve"de yerimizi almış, iyice ortamın keyfini çıkarmaya başlamıştık. bütün stadda antifaşist ve ırkçılık karşıtı pankartlar asılmıştı. (ayrıca "efes pilsen basketbol takımı adı olur mu?" tartışmasında "avrupa'da da yasak içki reklamı yapmak" diyenlere itafen küçük bir enstantane: aynı zamanda st. pauli'nin forma reklamını da veren astra biralarının staddaki bir reklam panosunda türkçe'ye "allahın emri: astra iç!" ("anweisung von oben: astra trinken!") şeklinde çevrilebilecek bir slogan yazıyordu.)
hayatımda çok solcu, daha doğrusu solla özdeşleştirilen tribün görmüştüm de, böylesini görmemiştim. bir kere tribün ahalisi "solcu delikanlı" değil, gerçekten solcuydu. "sadece futbol"a karşı tavrını koca bir pankartla ortaya koyuyordu: "çünkü o her zaman futboldan fazlası" ("weil es immer mehr ist als fußball")... tribündeki kadınların ne sayısı parmakla gösterilecek kadar azdı, ne de tribüne gelmelerinin bedeli erkekleşmekti. (türkiye'de tribünü az buçuk tanıyanlar bilir, düzenli olarak maça giden kadınların çoğu erkek egemen küfürler konusunda da, "maçoluk" konusunda da tribün ortalamasının altında kalmaz.) örneğin hemen yanımızda iki genç kadın maç boyunca cigaralık ve bira içip tezahürat yaptı ve türkiye'de olsa bütün tribünün "önce kim taciz edecek" sorusuna cevap bulmak amacıyla birbirini bıçaklamasıyla sonuçlanacak bu durum st. pauli tribünündeki en normal olaydı. zaten kuru-sulu takılmak yerine maç biterken hala tamamen ayık olan az sayıdaki zavallıdan ikisi bizdik. (hadi ben araba kullanacaktım, antidoto'nun zoru neydi?)
st. pauli hakkında edecek daha çok lafım var, ama antidoto'ya da yazacak iki kelime bırakmak için şimdilik daha fazla ayrıntıya girmek istemiyorum. dün gece st. pauli çok daha iyi oynadığı stuttgart'a belki son dakika golüyle 2-1 kaybetti, ama "südkurve" en azından iki gönül kazandı. futbolun da, tribünün de ırkçılık, cinsiyetçilik ve buram buram "sıradan faşizm" olmak zorunda olmadığını gördük. gözümüz gönlümüz açıldı.
son olarak: stuttgartlılar, hamburg'a gidiş-dönüş 1338 kilometrelik yolculuklarına rağmen federasyonun maçları akşam oynatmak konusundaki ısrarına isyan ediyordu. yediyi çeyrek geçe gibi biten maçtan sonra sabaha karşı üçte eve vardım, stuttgart taraftarının bu konuda sonuna kadar yanındayım... (sahi, biz niye "gece oynansın" diye bağırdık zamanında o kadar? hadi, ben çocuk sayılacak yaştaydım o zamanlar, binlerce insan niye bağırdı?)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
6 yorum:
yazı muthiş.. inşallah bizim de bi ara yolumuz duşer o taraflara... yazı da anlamadığım yegane yer var:saint paulili taraftar temsilicisinden pauli tribununun biletini aldığını yazmışsında, o adam nasıl stutgartlılara o bileti satti orasi ni anlayamadım ??.yoksa stutgartlı taraftar temsilciyi miydi o adam ? eğer boyle ise pauli tribununun biletini siz bulamadınız o adam nasıl bulup değiş tokuş yaptı?...saçma gelebilir ama aklıma fena takıldı :))).
son olarak dayak attirmadın galiba :))))
bilet değiştiğimiz adam st. pauli güney almanya taraftar temsilcisiymiş, (benim gibi) güney almanya'dan hamburg'a maça gidişleri, güney'deki deplasman organizasyonlarını falan yapıyormuş. kendisi stuttgart'ta oturduğundan stuttgartlı tanıdıkları varmış vs.
biz de stuttgart taraftarı bekliyorduk, şaşırdık o yüzden st. pauli formalı adam gelince.
dayak konusunda da daha ne yapayım stuttgart tribününe sokacaktık işte, cin çıktı, anladı...
Millerntor'da Südkurve yok. Sadece Nordkurve var. VIVA ST.PAULI
anlamadım adsız, neden millerntor'da südkurve yok dedin?
Olmadigi icin yok dedim. Südtribüne var, Nordkurve var Gegengerade var ama Südkurve maalesef yok...
illa haklı çıkacağım diye bir takıntım yok ama bak mesela st. paulili bir ultras sayfası mesela:
http://www.ab-in-den-sueden.org/
sayfada "südkurve" diye arat, gayet kullanılan bir ifade.
bu da klubün resmi sayfasından:
http://www.fcstpauli.com/magazin/artikel.php?artikel=1413&menuid=57
kullanılan ifade yine "südkurve"...
Yorum Gönder