bir önceki yazıda geçtiğimiz haftasonunu st. pauli maçı izlemek amacıyla hamburg'da geçirdiğimi söylemiştim, şimdi de bana eşlik eden antidoto'dan bir yazı...
st. pauli futbola başka türlü bakmaya çalışan insanlar için özel bir kulüp oldu her zaman. endüstriyel futbola sonuna kadar karşı durmaları, anti nazi/faşist politik örgütlenmeleri, cinsiyetçilik-ayrımcılık-ırkçılık karşıtı sloganları ve pankartları, taraftar profili falan derken tüm dünyada bir efsaneye dönüştü kulüp. böyle bir efsaneyi yerinde görmek benim için uzun zamandır bir hayaldi. sonunda yaptım planı, kırdım kafayı, aradım outlaw’ı geliyorum dedim. kendi de söylemiş zaten, pek sallamadı başlarda ama baktı iş ciddi, gecesini gündüzüne kattı biletleri ayarladı sağolsun.
benim için en uygun tarih içeride oynayacakları stuttgart maçının tarihiydi. şehri gezmek, taraftarı tanımak, efsanenin gerçekliğine şahit olmak için 2 günüm vardı ve bu 2 günü olabilecek en iyi şekilde kullandım sanırım. hamburg’u daha iyi bilenler anlatır ama st. pauli mahallesi başlı başına bir efsane. mahalle şehrin gece hayatının merkezi. her yan pavyonlar ve genelevlerle dolu. zaten kerhane mahallesi diyorlarmış kendilerine almanya’da. neyse, mahalleye ilk girdiğimde gördüğüm punk elemanlardı. deri ceketleri, pembe-mor-yeşil saçları, hayvan gibi botları, her yanlarından sarkan zincirleri, ellerinde köpekleri ve illa ki bir yerlerinde yapışmış olan anti-nazi armaları. 15-22 gibi bir yaş aralığına sahip bu ekip, st. pauli’nin de potansiyel taraftar kitlesiymiş. işgal merkezinin çevresinde gezinen, faşistlerle ve polisle çatışmalara giren, sağda solda yatıp kalkan bu çocuklar her hafta maçtalar. bir takımın taraftarlarının hatrı sayılır kısmının bu gençlerden oluştuğunu düşünmek bile hayal gibi. bu arkadaşların bir kuşak büyükleri ise daha ziyade mahallenin barlarındalar. özellikle st. pauli taraftarının gerçek anlamda efsanesi olan jolly roger’da bulunuyorlar. yaşları 30’u geçmez muhtemelen, inanılmaz politik insanlar ve işçi sınıfına mensuplar. yani fabrikalarda, küçük işletmelerde, ofislerde beyaz yakalı ya da mavi yakalı olarak çalışıyorlar. iş çıkışı jolly roger’a geliyor, biralarını içip marşlarını söylüyor, nazilere küfür ediyorlar. mahallenin her yanına bu politik atmosfer sinmiş durumda. balkonlardan sarkan st. pauli bayraklarının yanında “acab” stickerları, anti-nazi bayrakları, duvarlarda yazılamalar sıradan şeyler.
kadınlar ve erkekler politikanın da, tribünün de tam göbeğinde eşit şekilde bulunuyorlar. futbol onlar için hayatlarının bir parçası. kendilerini st. pauli kulübü ile ifade ediyorlar. kulüp onların anti-nazi ve antikapitalizm bayrağı ve bunu mümkün olduğunca korumaya çalışıyorlar. mesela st. pauli’nin tüm dünyada böylesi meşhur olmasından çok da memnun değiller gibi. çünkü mahalle bizim gibi adamlar tarafından turistik bir gezi sahasına dönüştürülüyor ve onlar bu popülaritenin kulübün içini boşaltacağından endişe ediyorlar. nitekim kulübün fan shop'una girdiğinizde, yönetimin bu ilgiyi layikiyle nakte çevirdiğini görüyorsunuz. arı kovanı gibi işleyen bir dükkan ve alışveriş yapanların neredeyse tamamı mahalle dışından gelen turistler.
stadın içi ise apayrı bir dünya. millerntor’un girişinde turnike falan yok. kısa bir aramadan geçip biletinizi kapıda duran abiye gösteriyor ve stada adımınızı atıyorsunuz. koridorlar tamamen stickerlar ve anti faşist yazılamalarla dolu. bizim gittiğimiz kale arkası tribünü stadın lokomotifi görünümünde. tezahüratlar oradan başlıyor ve hiç bitmiyor. statta bira satılmasına ve maç sırasında yüzlerce sigaralık içilmesine rağmen ne bir taşkınlık, ne bir kavga ne de tezahüratın bir an azalması söz konusu değil. her tribünde pankartlar var ve erbakan’ın ölümüne üzülen cinsten değil bunlar, ırkçılığa-cinsiyetçiliğe-ayrımcılığa karşı hazırlanmış pankartlar. öyle ki, kulüp st. pauli’yi neden seviyorsunuz sorusunun cevabını en iyi şekilde pankarta yansıtanları ödüllendiriyor ve maçın devre arasında ellerinde pankartlarıyla sahanın içinde turluyor pankart sahipleri. o pankartlarda yazanlardan bazıları şöyle “çünkü biz rakip takımı aşağılamak için taraftarına ibne demiyoruz”, “çünkü biz faşizme ve ırkçılığa karşı st. pauliliyiz” tezahüratların çoğu devrimci marşların melodilerinden uyarlanmış ve gol sevincinde off spring çalınıp pogo yapılıyor. kulübün taraftara bir başka güzelliği de, bulunduğumuz kale arkasını koltuksuz olarak tasarlamışlar ve bilet fiyatları da %50 indirimli.
st. pauli’ye gittiğinizde futbolun neden asla sadece futbol olamayacağını anlıyorsunuz. sesleri kesilen, susturulan, yok sayılan insanların kendilerini en iyi bu biçimde ifade edebildiklerine canlı olarak şahit oluyorsunuz. cinsiyetçi küfürler, ırkçı sloganlar olmadan bir tribünün nasıl güzel tepkiler verdiğini görebiliyorsunuz. ve en önemlisi, başka bir dünyanın mümkün olduğuna bir daha inanıyorsunuz...
antidoto
1 yorum:
çok keyifli olmuş... darısı başımıza! :)
Yorum Gönder