4 Eylül 2010 Cumartesi
GÜNEŞ PAZARTESİ GÜNLERİ YORGUN OLURMUŞ
bu filmi ilk seyrettiğimde, filmin başındaki yargılarım, ortalarındaki yargılarım ve sonundaki yargılarım arasında ciddi bir farklılık olması beni oldukça düşündürtmüştü. bu izlenimim bazı yönetmen ve senaristlerin, izleyiciyi sürpriz gelişmelerle etkileme sanatının dışında bir durumdu. bunun da böyle olduğunu ancak, filmi ikinci defa seyrettiğimde anlayabildim. çünkü, filmin özellikle başlarındaki ve ortalarındaki replikleri üzerinde uzun uzun düşünmek gerektiğini, bunların gündelik yaşam içindeki karşılığıyla, felsefi bakışındaki karşılığını her replikte yakalamak mümkün. daha da ilginci, filmdeki bu özellikler, filmin konusunun ağır oluşundan değil, tam tersi olabildiğince sıradan yaşamlar içinden çekilmiş karelerden oluştuğu için.
sadece bu nedenler bile, bu filmi “seyredilmesi gereken filmler” listesinden çıkarılıp, “mutlak seyredilmesi gereken filmler” listesine sokulması için yeterli bir sebeptir. çünkü seyredilmesi gereken filmler listesi genelde sürekli uzar, hiç azalmaz. ve bu sürekli çoğalma hali, aslında seyredilmesi gereken filmlerin seyredilme olasılıklarının artmasından başka bir şey değildir. o nedenle bu filmle o listenin ilişiğini kesmekte, yarar vardır diye düşünürüm.
işte bu koşullarda, filmi ilk kez izlemeye başladığımda, daha önce oyunculuğunu bilmediğim javier bardem’in santa karekterini filmin başlarında bir avantacı gibi düşünmüştüm. santa hemen her yerde karşılaşabilinecek, sıradan bir insan fiziğine sahip. film ilerledikçe baktım ki, santa'nın böyle görünmesi avantacılığından değil, yaşam felsefesinden kaynaklanıyor. ama bu felsefe de avantacılık değil, insanın küçük hesaplar yapan özelliklerine bulaşmadan, ihtiyacı kadar olan her şeyin insana ait olduğu bilinciyle hareket etmesi, kral çıplak diyebilme felsefesi. ve daha da önemlisi, düşündüğü bir şeyi gereksiz hesap kitaplarla uğraşmadan yaşama geçirme felsefesi.
bu kadar da değil; bir taraftan sistemin insana yönelik saldırılarına karşı, hem ideolojik hem eylemsel refleksleri gelişmiş bir insan santa, diğer taraftan genç nata’nın, kendisine vermesi gereken paradan kestiği komisyona gerekçe olarak verdiği cevap onun kişiliği hakkında oldukça bilgi veriyor: “işte dünyaya böyle alışıyor insan…” yine santa, illegal çocuk bakıcılığı yaparken, çocuğu uyutmak için orada bulunan, la fontaine’in “ağustos böceği ve karınca” masalını okurken, karşısında olanın çocuk olduğunu da unutacak derecede kendinden geçerek, “bu kitabı kim yazmış!..” diyerek gösterdiği küfürlü tepki, santa karekterini sevmek için çok yeterli bir sebepti, bana göre.
santa için söyleyecek söz çok fazla. ama onun dışında da, diğer karekterlerden, amador, filmin felsefi mesajını veren “siyam ikizleri” hikayesiyle, beklide tüm insanlığın aradığı cevabı veriyor: insan soyunun tamamı çok başlı ama tek bacaklı bir yaratıktır. o nedenle birbirlerinin karşıtı gibi görünen insanlardan biri uçuruma itildiğinde, diğeri de beraber uçurumu boylayacaktır. ve bunun bilincinde olan sistem, kendisini yıkmak isteyen düşünceler dahil, diğer düşünceleri savunanları tamamen uçurumdan itmeyi tercih etmeyecek. çünkü biliyor ki, o uçurum aynı zamanda kendi sonudur. bu nedenle de, sömürü, soykırım, katliamlar yapılırken, siyam ikizlerinin tek bacaklı olduğu hep hesap edilir, ve bir “kurtarıcı”ya görev verilir.
santa ve amador’un dışında, lino, rico, jose, reina ve nata karekterleri, hem yaşam içinde çok sıradan özellikleriyle beraber, filmdeki felsefeyi ortaya koymakta, oldukça başarılı oldukları tartışılmaz.
bu filmin replikleri tekst haline getirip kitap gibi incelemeye kalkışılsa üzerinde felsefi, ideolojik, yaşam biçimleri, insan ilişkileri gibi belirleyici birçok soruya cevap aradığını ve bu cevapları eğip bükmeden net şekilde verdiğini görmekte mümkün.
filmle ilgili başka dikkatimi çeken şey ise, filmin maliyetinin, oldukça düşük olduğudur. gündelik yaşamdaki kıyafetler, salaş bir bar, bir otomobil, banka şubesi, işyeri, küçük bir gemiden kısa görüntüler dışında, amador’un kaldığı izbe bir ev, santa’nın kaldığı bekar odası, jose ve eşinin yaşadığı sıradan bir daireyle, kırılması gereken bir sokak lambası dışında, bir villanın bahçe ve çocuk odasındaki birkaç dakikalık görüntüyle bu harika film kotarılmış.
son olarak, filmin görüntülerindeki başarı, müziklerle taçlandırıldığını da söyleyip, yazımı santa’nın santalığını gösteren bir repliğiyle bitirmek istiyorum:
“niçin kıskanıyorsun karını, o güzel bir kadın. bu nedenle hepimizin ondan hoşlanması doğal değil mi?”
filmin kurgusuna, ilginç bir renk katan eski rus astronotun, uzayda başına gelen hikayesini ise, diğer karekterler, ince espriler ve görüntülerle filmde öğrenmek daha keyifli olacaktır.
fikir
Etiketler:
fikir,
güneşli pazartesiler,
javier bardem,
sinema
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
bu filme karşı ben de benzer hislerle doluyum... muhakkak seyredilmesi gereken bir film... evet... bir de astronotun fıkrası var, "bir rus ötekine, -komünizm hakkında bidliğimiz her şey yalanmış,der... öteki berikine, -daha da kötüsü kapitalizm hakkında bildiğimiz her şey doğruymuş,der...
bu gece izlemeye hazırım, evet.
Yorum Gönder