30 Haziran 2010 Çarşamba

GÖÇMENİN GETİRDİĞİ


ne zamandır göçmen olmak üzerine bir şeyler yazmak istiyordum. çoğunlukla göçmenliğin, "gurbet"te olmanın zorluğu anlatılır, ben de daha önce "almanya'da türk olmak" hakkında birkaç kelam etmiştim zaten. ama herhalde ağlayıp kendine acındırmak insanların kolayına geldiğinden olacak, nedense kimse göçmen olmanın iyi yanlarından bahsetmez pek.

göçmenliğin iyi yanları derken anlatmak istediğim türkiye'den daha zengin, gelişmiş vs. bir ülkede yaşamanın rahatlığı değil. zira bu, göçmenliğin değil, göçülen ülkenin bir özelliği olurdu. benim bahsini ettiğim olumluluk, göçmenliğin kendisine içkin. kısacası türkiye'den almanya'ya göçmek zorunda değilsiniz, göç yolunuz tam aksi istikamette de seyredebilir, istiyorsanız isveç'i terkedip afganistan'a da yerleşebilirsiniz.

daha önce bir yazıda şöyle yazmışım:

"almanya'ya göçmek yerine istanbul'da yaşamaya devam etseydim dünyaya bakışımdan günlük yaşantıma birçok alanda farklı gelişecektim kuşkusuz. "almanya'da türk oldum" diye yazmıştım daha önce, göçmenliğin doğru kullanıldığında, insanın sadece yerleştiği diyara değil, kendi doğduğu, büyüdüğü kültüre karşı da mesafe kazanmasına, at gözlüklerini çıkarıp atmasına yardımcı olduğunu düşünüyorum."


daha önce bıraktığım yerden devam edeceğim, daha doğrusu yazdığımı açmaya çalışacağım.

(sanırım) hayatımın hiçbir döneminde muhafazakar, hayata at gözlüğüyle bakan bir insan olmadım. elimden geldiğince bana öğretilen "doğru"ları sorguladım, bu sorgulamaların sonucunda yeni "doğru"lar yaratmaya giriştim kendimce. ama tüm bu çabalarıma rağmen doğup büyüdüğüm kültürün birçok özelliğini, temcit pilavı gibi tekrarlanan sayısız "doğru"sunu farketmeden benimsedim - daha doğrusu benimsemişim. hayatımdaki kimi "genelgeçer doğru"ların hiç de öyle zamandan ve mekandan bağımsız "evrensel doğru"lar olmadıklarını ancak sonradan, bazı şeylere dışarıdan bakma fırsatı elime geçince kavrayabildim.

almanya'da başka "doğru"ların aynı eleştirellikten yoksun tavırla benimsendiğini ilk gördüğümde; çoğu - belki de her - insanın yaptığı gibi gibi bunu öteki olanın garipliğine verdim. almanlar garipti, bazı şeyleri göremiyor, kimi konularda takıntılı davranıyor, irrasyonelliklerini dünyanın en mantıklı şeyi gibi görüyordu.

insan hayata at gözlükleriyle baktığında sanırım bu aşamada takılıp kalıyor. göçmenliğin coğrafyadan bağımsız olan kendi kültürüne belirli bir mesafeden bakabilmeyi öğretebilme potansiyeli, ne yazık ki insandan bağımsız değil. bu yüzden almanyalı türkler'den almanlar hakkında, almanlar'dan da almanyalı türkler hakkında dinleyeceğiniz binbir türlü "bu herifler garip" hikayesi var.

kültür sınırlarını, önyargıları aşan bir biçimde insanlarla ilişkilenmeyi başardığınız andaysa yersiz-yurtsuzlaşıyorsunuz. ne türkiye'deki yaşantı gözünüze bir daha eskiden olduğu gibi gözüküyor, ne de herhangi bir zaman tam olarak alman ya da almanyalı olabiliyorsunuz. göçün bedeli ve aynı zamanda insana hediyesi, "vatan" ya da "evde olmak" duygusunun kaybı. hayatının geri kalanında hiçbir yere "ait ol(a)mamak" bir yandan insanın elinden bir toplumun içinde gözlerini yumduğunda dahi zorlanmadan yolunu bulabileceği doğallığı alırken, diğer yandan bu rahatlığın getirdiği körlüğü süpürüyor.

5 yorum:

Gand dedi ki...

Yerinden kıpırdamamış insan hayatın deviniminden de ister istemez yoksun kalır. Hep aynı yöne akan nehrin üzerinde seyahat etmek gibidir yerleşik olmak. Güvenlidir, karşına ne zaman hangi kayanın çıkacağını bilirsin. Ama aynı nedenle de değişimden ve yaratıcılıktan yoksundur. Böylesi bir hayatsa ancak kendi gibi olanlarla varolabilir. Farklılıklar onu vahşi bir hayvan gibi ürkütür, saldırganlaştırır. Çünkü farklılıklar onun için bilinmezdir, yerleşik düzenini tehdit eder. bu nedenle korkutucudur.

Bana ilginç gelen, yüzyıllarca göçebe yaşamış, daha son 200 yılda tam olarak yerleşik düzene geçebilmiş Anadolu insanının, sadece 80 yıldır varolan milliyetçilik gibi bir kavrama sıkı sıkıya sarılmış olmasıdır... Denize düşerken mi acaba?

outlaw dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
outlaw dedi ki...

göcebelikle göcmenlik arasinda bu acidan ciddi bir fark oldugunu düsünüyorum; göcmen daha önce yasadigi dünyanin disina cikiyor, o dünyaya disaridan bakma sansini yakaliyor. göcebeyse sürekli olarak ayni dünyanin icinde; bu hareket eden, yerinde durmayan bir dünya, ama temel özellikleri, büyük ölcüden ayni kaliyor.

ömrünü bir köyde geciren, ufku köyden baktiginda gördügü kadar olan insanla göcebenin arasinda bir fark var tabii, ama göcebe de - eline gecen sansi iyi kullanan göcmenin aksine - cok fazla yer ve insanla, farkli farkli kültürlerle karsilassa dahi - tahmin ediyorum - dis dünyayla bu kültürlerle gercek (derinlemesine) bir diyaloga giremeyecek kadar gecici iliskilere sahip.

Gand dedi ki...

O yüzden birine göçmen diğerine göçebe deniyor.

Ufkunun dar olması için sadece köyde değil tek bir metropolde doğup büyümüş ve hep orada yaşamış olmak da yeterli olabiliyor. Çağımız insanı kendi sokağı dışındakiyle pek ilgilenmediği için, basit bir gözlemle dünya toplumunda bu tip insanların çokluğunu anlamak zor olmaz.

Aslına bakarsan geniş bakış açısına açık bir insan, hiç göç etmeden de dünyanın bilgisine haiz olup tek bir toplumun bakış açısıyla sınırlı kalmayabilir. Yine de yaşamak, okumaktan daha çok öğretir.

Bu arada Türkçe yazılan bir sitede toollar neden Almanca yahu :) Neyse bir kaç kelime hatırlamış olurum belki...

outlaw dedi ki...

toolbar neden almanca bilmiyorum, nasil türkce'ye cevirecegimi de bilmiyorum. biraz kurcaladim, ama bulamadim.

aslinda zaten teknik bilgisi benim düzeyimde olan bir adamin blog yerine mektup yazmasi lazim zaten...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...