mercader'in troçki'yi öldürdüğü oda... |
2001 yılında adios hemingway'le uluslararası üne kavuşan leonardo padura fuentes, yalnızca modern küba polisiyesinin yaratıcısı/yenileyicisi olarak değil, polisiyeyi "gerçek edebiyat"tan dışlayan, ikinci sınıflaştıran anaakım edebiyat seçkinlerine inat, cinayeti, toplum eleştirisinin filizlendiği bir tarh olarak kullanan bir okulun temsilcisi olarak da önemli. böylece, paco ignacio taibo, robert brack, henning mankell gibi isimlerin yanında yerini alıyor.
padura, adios hemingway'in sekiz yıl sonrasında, 2009 yılında, muktedir ve muhafazakar edebiyat çetecilerinin taibo'nun dört el ve huzursuz ölüler'iyle sarsılan tahtına, polisiyenin edebiyat olmadığı hurafesini tarihe gömecek darbeyi köpekleri seven adam'la vuruyor.
köpekleri seven adam, polisiyenin alışılagelmiş örgüsünün aksine, gerilimi "acaba ne olacak?" basitliğinin ötesine taşıyarak sonunu hepimizin bildiği bir öyküyü anlatmayı tercih ediyor: troçki cinayeti. hikayenin sonunun tarihe geçmiş olması itibarıyla merakı tetiklemiyor oluşu, gerilimi taşıyan unsura dönüşür; yazar, okura bildiğini tekrar anlatırken, bildiğini sandığını tekrar gözden geçirmesine, "milyonların istatistiği"yle başaramadığını bir kez de tek bir kişinin, troçki'nin, "trajedi"siyle denemesine kapıyı aralıyor. ("bir kişinin ölümü trajediyken milyonlarca insanın ölmesi yalnızca istatistikten ibarettir" sözünün stalin'e atfedilmesi bir şehir efsanesi aslında, ama olacak o kadar.) padura, kitabın sonsözünde "troçki cinayetini, yirminci yüzyılın büyük ütopyasının, birçoğumuzun umut bağladığı o sürecin, yozlaşması hakkında kafa yormak için kullanmayı amaçladım" diyerek derdini açıkça ortaya koyuyor zaten.
köpekleri seven adam'ın (bence) amacına ulaşmasında, troçki cinayetinin sürreal karakterinin yanında padura'nın öyküyü anlatmakta gösterdiği ustalık da önemli bir rol oynuyor. üç farklı zeminden yola çıkarak, aynı noktada, katalan komünist ramon mercader'in troçki'yi 21 ağustos 1940 günü bir buz baltasıyla öldürmesinde birbiriyle düğümlenen üç farklı öyküden bir büyük anlatı yaratıyor padura.
her üç öykünün de (anti)kahramanı köpekleri seven birer adam. ve bu üç adamı birbirine bağlayan yegane şey köpeklere olan sevgileri. yazarlık denemesini hayal kırıklığına uğrayarak geçmişte bırakmış ivan cardenas maturell, 1977 yılında küba'daki bir kumsalda rus tazılarına olan sevgisi üstünden, kendisine ramon mercader'in öyküsünü anlatacak olan yabancıyla konuşmaya başlıyor. ve mercader'in köpeklere olan tutkusu, kendisi gibi köpek sevdalısı olan troçki'nin, haklı olarak güvenmediği müstakbel katilini evine almasına neden oluyor.
ivan cardenas, romandaki varoluşunu yalnızca padura'nın hayalgücüne borçlu olduğumuz tek kişilik, aynı zamanda köpekleri seven adam'ın "hikaye anlatıcısı". okur, ivan cardenas'ın ağzından kendi yaşam öyküsünü, troçki ve mercader'inkilerle dönüşümlü olarak dinliyor. ivan'ın, yazar olarak genç yaşta yakaladığı başarının ardından parti çizgisine ters düşen bir yazı yüzünden "istenmeyen evlat"a dönüşerek parlak bir gelecek vaadeden kariyerinden olması ve bir veterinerlik dergisinde çalışmak zorunda kalması, seksenli yılların başlarında gelecek vaadeden genç bir gazeteci olan padura'nın aynı nedenden bir gençlik dergisine sürülmesini anımsatıyor. ivan cardenas'ın karşı koyacak cesareti kendinde bulamayarak kaderini kabullenmesi, padura'nın örtük bir özeleştirisi olarak okunmaya uygun.
troçki'nin öyküsü, alma ata'da sovyetler birliği'nden sürüleceğini haber aldığı günle başlıyor. ve padura, okura troçki'ye büyükada'dan fransa'ya, oradan norveç'e ve sonunda meksika'ya uzanan sürgün yaşantısında eşlik etme olanağını sunuyor. padura'nın "iyi yazar"lığının en iyi kanıtı, belki de troçki gibi ya sevilecek ya da nefret edilecek tarihsel bir figürü "insan" olarak anlatabilmesi. troçki'yle, bir yandan idealleri için baş eğmez bir savaşçı tanışıyor okur. ama diğer yandan eski şaşalı günlerinin ardından gittikçe yalnızlaşarak etkisizleşmeye giden yolda duyduğu öfkesinden ve hayal kırıklığından, sovyetler birliği'nin stalinizm bataklığında gittikçe daha derinlere gömülmesinden dolayı dehşete düşmesine, kaybettiği yoldaşlarının ve ailesinin yasını tutmasına belki de şimdiye kadar hiç olmadığı derecede "insan" olarak çıkıyor karşısına. ne kadar acınacak bir karakterse troçki, bir o kadar da acıtıyor: son günlerinde kendisine sadık kalan bir avuç yoldaşını otoriter yöntemlerle "doğru çizgi"den sapmaktan alıkoymaya çalışması, bir zamanlar topları kronstadt'ta devrimin ruhunu yaşatmak adına isyan eden bahriyelilere çeviren kızılordu komutanını bir an için olsun su yüzüne çıkarıyor. ama bir canavar değil troçki, devrimin terör hakimiyetine dönüşmesinde kendi oynadığı rolü - en azından yalnız kaldığı anlarda kendisine - itiraf edebilecek kadar da zeki ve dürüst.
troçki'nin katilinin, ramon mercader'in öyküsü, annesi tarafından - stalin döneminde on binlerce insanın hayatını kaydıran - sovyetler birliği içişleri halk komiserliğinde göreve alınmasıyla başlıyor. tam olarak neyin parçası olduğunun, ne yaptığının bilincinde olmadan, annesini hayal kırıklığına uğratma korkusuyla "dava için" her şeyi yapmaya ant içen, zayıf bir karakterle tanışıyor okur. üç yıl boyunca profesyonel bir katil olarak eğitilen mercader, "katil aklı"nı içgüdülerine baskın çıkarmayı, kimliğini değiştirmeyi, kusursuz yalan söylemeyi, işkenceli sorgulara göğüs germeyi ve tabii ki öldürmeyi öğreniyor. insanlıktan çıkacak, artık bir birey değil, makinanın bir dişlisi olacak kadar "dava"yla bütünleşiyor. ancak kendini tarihe geçirecek cinayeti işlemeden kısa bir süre önce, kendinden çok daha güçlü bir karakter olan troçki'nin de etkisiyle öğrendiklerini sorgulamaya başlıyor. kafası alabildiğine karışıyor mercader'in. mercader'le troçki'nin kesişen hayatları, okurun daha kitabın kapağını açmadan bildiği kaçınılmaz sona, mercader'in troçki'yi çalışma odasında öldürmesine doğru son hızla yol alırken, insan kaderin olmadığına, katilin katil olmak zorunda olmadığına inanmak istiyor. ve nihayetinde mercader, o ünlü "buz baltası cinayeti"ni işleyeceği ağustos günü kendisine anlatılan bütün "siyasi" gerekçelerin ve inandığı "dava"nın yalnızca birer yalandan ibaret olduğundan tamamen emin. zaman o kadar yavaşlıyor ki, bir an için troçki ölmeden duracağını sanıyor insan.
ama troçki ölüyor. ve mercader artık inanmadığı "dava" uğruna yirmi yıl hapis yatıyor. işlediği cinayetin canavarca karakterinin yarattığı pişmanlık içini kemirirken, hem inançlarını, hem de kimliğini kaybediyor katil. aynı troçki gibi katili de, tek bir eylemle tarihe geçen, suratı olmayan bir figürden gerçek bir "insan"a dönüşüyor. ve okur, yalnızca troçki için değil, mercader için de üzülüyor.
padura, gerçek hayatta olduğu gibi "siyah"la "beyaz"ın yerlerini "gri"nin tonlarına bıraktığı bir kitap yazmayı başarmış. bir yandan olayların tüm karmaşıklığını yansıtmayı, diğer yandan "anlamak"la "affetmek" arasındaki mesafeyi korumayı becermesiyle, okurun polisiyeyi köklerini agatha christie basitliğinin çok ötesine, dostoyevski'nin suç ve ceza'sına kadar salan bir tür olarak tanımasına olanak sağlıyor.
3 yorum:
Eline sağlık, şahane olmuş.
"ve okur, yalnızca troçki için değil, mercader için de üzülüyor."
Şunu yazmasaydın daha iyi olurdu da neyse :))
Ellerine sağlık kardeşim, hakkaten şahane olmuş, sağol...
@antidoto,
o üzülme, dünyanın genç bir insandan canavar yaratabilme potansiyeline bir ağıt. yoksa katil yine katil, katil hapse girdi diye değil, katil oldu diye üzülmek benim bahsettiğim...
Yorum Gönder