Ulrike Meinhof'un 1959-1969 yılları arasında konkret dergisinde yazdığı yazılardan derlenen 'Protestodan Direnişe' Sel Yayıncılık'tan çıktı ve nihayet kitapçılarda. Meinhof (ya da arkadaş arasınada kullanacağım ifade ile "Ulrike Abla" gibi) saygı duyduğum bir insanın yazılarının Türkçeye kazandırılmasında rol oynadığım için son derece sevinçliyim. Aşağıda, kitap için yazdığım önsözü paylaşıyorum.
Ulrike Marie Meinhof, sahip olduğu şöhreti reddetmesine rağmen, daha doğrusu tam da gazeteci-yazar olarak şöhretin getirdiklerini elinin tersiyle itmesi nedeniyle ölümünün üstünden 36 yıl geçtikten sonra bile Avrupa solunun en çok tanınan ve en tartışmalı isimlerinden biri. 1970 yılında yazarlığı bırakıp yeraltında mücadele verme kararını aldığından beri yaşamı ve hatta ölümüyle de Almanya'da egemenlerin kabusu.
Hafızalarımızda ölümsüzleşerek yirminci yüzyıldan arta kalan birkaç
andan biri olan 1968 yılında, dört genç, Frankfurt'ta iki alışveriş
merkezine yerleştirdikleri, gece yarısına ayarlı saatli bombalarla
Vietnam'ı Federal Almanya'nın göbeğine, Batı Avrupa'nın finans merkezine
“ithal ederler.” Almanya’da başka bir dönemi başlatacak olan bu eylem;
doktora öğrencisi ve bir çocuk annesi Gudrun Ensslin, profesyonel
serseri Andreas Baader, 1967 yılında Rainer Werner Fassbinder'in
devralacağı Münchner Action-Theater'in kurucusu Horst Söhnlein ve
sonradan yazar ve şair olarak ünlenecek olan Thorwald Proll tarafından
gerçekleştirilir.
Eylemin esin kaynağı, kurucuları arasında şeytani zekasıyla “şaka
gerillası”nın yaratıcısı, Kızıl Ordu Fraksiyonu ve Devrimci Hücreler ile
birlikte 1970'ler Almanyası'na damga vuracak şehir gerillası örgütü
2 Haziran Hareketi üyesi Fritz Teufel'in [1] de bulunduğu Berlin'deki
alternatif yaşam projesi Kommune I'in bir bildirisidir:
"Yakında bir yerler yanar, bir yerlerde bir kışla havaya uçar, bir stadyumda tribün çökerse, lütfen şaşırmayın. Tıpkı Amerikalılar sınır hattını aştığında, Hanoi şehir merkezi bombalandığında, deniz piyadeleri Çin'e girdiğinde şaşırmadığınız gibi."
Savaşı, burjuva duyarsızlığına bir yanıt olarak, sorumluların
topraklarına taşıma, “canavarın kalbinde” tüm dünyada olduğu gibi, Batı
Avrupa'da da gerilla hareketlerine esin veren Ernesto Che Guevera'nın
sözleri ile “iki, üç, daha fazla Vietnam” yaratma fikri, Frankfurt'taki
bombalı saldırı ile sınırlı kalmayacak, Ulrike Meinhof'un da hayatını
sonsuza dek değiştirecektir.
Meinhof, konkret'te yayımlanan yazısında eylemi eleştirmekle
birlikte, “insanları değil mülkiyeti koruyan” yasaya karşı bir isyan
olarak değerlendirecek ve yazısını Fritz Teufel'in sözleriyle
bitirecektir: “Bir alışveriş merkezini ateşe vermek, yine de alışveriş merkezi işletmekten daha iyidir.”
Bu yazı, Meinhof'un kaderini sonsuza dek değiştirecek olan bir olaya,
Gudrun Ensslin ve Andreas Baader ile tanışmasına ön ayak olur. Aranan
ikili, kaçak yaşadıkları dönemde bir süre Meinhof'un Berlin'deki
apartman dairesinde de saklanırlar. Ardından yolları bir süre için
ayrılır: Meinhof, 1970 için planlanan, ancak sansüre takılarak 1994
yılından önce yayınlanmayacak olan, Berlin'deki bir kız yurdunda
otoriter eğitime karşı ayaklanmayı sahneleyen televizyon oyunu
Bambule'nin senaryosunu yazmaya girişir. Baader ile Ensslin ise,
devrimci mücadeleyi yeraltında sürdürmekte kararlıdır. Alman gizli
servisinin kurduğu bir tuzak, Frankfurt'taki eylem nedeni ile hala
aranan Baader'in silahlanma aşamasında yeniden cezaevine dönmesi ile
sonuçlanır.
Ancak, Baader'in hapsedilmesi, bir sondan çok bir başlangıçtır: Ulrike
Meinhof'un onunla sözde yazmayı planladığı bir kitap için görüşme
talebi, cezaevi yönetimi tarafından kabul edilir. Söyleşi için
gardiyanlar eşliğinde Almanya Toplumsal Sorunlar Enstitüsü binasına
getirilen Baader, Ulrike Meinhof, Ingrid Schubert, Irene Goergens ve
kimliği bugün hala bilinmeyen bir eylemci tarafından, silahlı bir
çatışma sonucunda kaçırılır. Artık, 1970'lerden 1990'lara Almanya'da
“komünizmin hayaleti” olacak olan Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF: Rote Armee
Fraktion) doğmuştur.
Yeraltındaki yirmi kadar şehir gerillası, çok sayıda banka soygunu,
mahkemelere, polise, Amerikan ordusuna ait binalara, bankalara ve
şirketlere yönelik saldırılar gerçekleştirerek 1970-1972 yılları
arasında Batı Almanya'yı sallarken, tutuklamalar ve RAF üyelerinin,
polislerin öleceği çatışmalar ve şüphelilere yönelik yargısız infazlar
birbirini izler.
1972 yılı, aralarında Meinhof, Baader ve Ensslin'in de bulunduğu kurucu
kuşaktan birçok ismin yakalanarak, bir daha asla çıkamayacakları tecrit
hücrelerine atıldıkları tarihtir. Artık yaşamları, bir propaganda
sahnesi olarak algıladıkları mahkeme salonları, tecrite karşı
yürüttükleri açlık grevleri ve “dışarıdakilerin” onları özgürleştirmek
için yaptığı eylemlerden oluşacaktır. Ulrike Meinhof 1976 yılında
Stuttgart-Stammheim özel güvenlikli cezaevindeki hücresinde asılarak
öldürülür. (Federal Alman devletinin resmi beyanına ve yetkili
mahkemenin kararına göre “kendini asarak intihar etmiş olarak bulunur.”)
[2]
Ancak, Meinhof'un tarihi bir figür olarak önemi, yalnızca katıldığı
askeri eylemler ile sınırlı değil: Kızıl Ordu Fraksiyonu'nun (birinci
gerilla kuşağının) teorik metinlerinin önemli bir bölümü onun kaleminden
çıkma. [3] İkinci Dünya Savaşı sonrasında kapitalist dünyanın kalbinde
silahlı propaganda aracılığıyla egemenlere ve devletlerine karşı bir
halk ayaklanmasını başlatacak kıvılcımı çakma denemelerinin Batı
Avrupa'yı sarmaya başladığı 1960-70'li yıllarda Kızıl Ordu
Fraksiyonu’nun başlagıçtaki hedefi, kitle mücadeleleri ile sürekli
iletişim halinde olmak, kitleye öncülük etmekten ziyade “tamamlayıcı bir
güç” olmaktı. ‘68 sonrası kitle mücadelelerinin güçten düşmesi
nedeniyle olsun, gerilla ile iletişim ve dayanışma halindeki kesimlerin
kriminalize edilmesi ya da çoğu kitle hareketinin silahlı mücadeleyi
- prensipte ya da 1970’ler Almanyası’nın koşullarında - reddetmesi
nedeniyle olsun, bu hedefine ulaşamayan RAF, tarih sahnesinde öncü savaş
stratejisinin en önemli temsilcilerinden biri olarak yer edindi. Bu
anlamda, Ulrike M. Meinhof Avrupa’da savaş sonrası dönemin önemli
gerilla düşünürleri arasında yer alıyor.
Dolayısıyla Meinhof’un makaleleri başka bir gözle değerlendirmeyi hakkediyor. Elinizde tuttuğunuz kitap
kadın mücadelesinde eşitlik ve özgürlük politikaları arasındaki
gerilime işaret ettiği Yanlış Bilinç isimli makale hariç yazarın
1959-1969 yılları arasında konkret dergisinde yayımlanan yazılarından derlendi. Söz konusu yazılar Almancada Die Würde des Menschen ist antastbar ve Deutschland Deutschland Unter Anderm ismiyle iki cilt olarak; İngilizcede Everybody Talks about the Weather… We Don’t
adıyla yayınlandı. Biz ise İkinci Dünya Savaşı sonrası Alman tarihine
dair ayrıntılı bilgi gerektiren görece “yerel” metinlerden ziyade
Meinhof'un düşünsel dönüşümünde önemli uğraklara işaret edenleri
gözeterek, Türkiyeli okuru yakından ilgilendirdiğini düşündüğümüz,
1960'ların Almanyası'nda göçmen işçilerin yaşam koşullarını ortaya koyan
bir makaleyi de içeren yeni bir seçki hazırladık.
Protestodan Direnişe, hem gerilla Ulrike Meinhof ile ilgili, hem de
değil: içerdiği yazıların tamamı, 1970 yılında silahlı mücadeleye
atılmasından önce, gazeteci-yazar Ulrike Meinhof tarafından kaleme
alınmış; ancak, kitabın başından sonuna yazarın radikalleşmesinin,
“gerillalaşmasının” izini sürmek mümkün. Ancak yazılar değişim hattını
gözler önüne seren bir biyografiden [4] daha fazla anlam taşıyor:
Meinhof 1960'lı yıllarda Batı Alman siyasetinin, özellikle de
“Parlamentodışı Muhalefet”in (APO – Außerparlamentarische Opposition)
gündemini oluşturan ve bugün bile ana hatlarıyla güncelliğini koruyan
konularla hesaplaşıyor.
Meinhof'un on yıl boyunca yazdığı (ve 1962-1964 yılları arasında genel yayın yönetmenliğini üstlendiği) konkret,
1955 yılında Klaus Rainer Röhl tarafından Das Plädoyer adıyla kurulmuş,
ardından kısa bir süre Studentenkurier adını taşımış, 1957 yılında ise konkret adını almıştı. Meinhof'un yazmaya başladığı 1959 yılında konkret,
Hamburg'daki yerel bir üniversite öğrencisi yayını olmaktan çıkıp ülke
çapında okunan bir dergiye dönüşme yolunda önemli adımlar atmıştı.
Dergi, 1960'lı yıllar boyunca sosyal demokrasinin solunda yer alan sokak
muhalefetinin sesini duyurmasının en önemli aracı oldu. Kurt Hiller'den
Arno Schmidt'e, Karlheinz Deschner'den (sonradan En Alttakiler [5] ile
Türkiyeli okurun da yakından tanıyacağı) Günter Wallraff'a birbirinden
alabildiğine farklı genç entelektüellerin yükünü taşıdığı konkret,
siyasi yazılardan edebiyat eleştirisine, şiirden üniversitelerin
sorunlarına son derece geniş bir konu yelpazesinden müteşekkildi.
Aynı şekilde, konkret'in sözcülüğünü yaptığı muhalefet
hareketinin kendisi de bugünden bakıldığında biraraya gelmesi imkansız
gibi gözüken çevre ve görüşleri bünyesinde barındırıyordu: Kiliselerin
çevresinde şekillenen savaş karşıtı inisiyatifler, aydınlanmacılar,
etkileri henüz son derece kısıtlı olan feministler, üniversite
öğrencileri, sol sosyal demokratlar, KPD'nin 1956 yılında
yasaklanmasının ardından oldukça kan kaybetmiş olan komünistler ve diğer
radikaller… “Almanya'nın gidişatından hoşnutsuz olanlar koalisyonu”
olarak tanımlanabilecek sokak muhalefeti, ancak ‘68 hareketi ile
birlikte kendi özgün karakterini yaratacaktı.
1950'lerin ortalarından 1960'ların ortalarına şekillenme, kimliğini
oluşturma evresinde olan yalnızca muhalefet değildi. Benzer bir biçimde,
Batı Almanya da ne ve nasıl olacağının kararını vermekle meşguldü.
Soğuk Savaş'ın doğuşu ile beraber Federal Alman devleti ABD'nin en sadık
müttefiklerinden birine dönüşüyor, Komünist Parti yasaklanıyor ve
binlerce komünist hapsediliyordu. [6] Kaybedilen savaşın ardından
işgalci devletlerin dayatması sonucunda kararlaştırılan
“Nazisizleştirme” politikası kağıt üstünde kalırken; Soğuk Savaş'ta
açıkça taraf olmanın dayattığı “komünist avı”, Alman devletinin elinde
olan bu konudaki en tecrübeli kadrolara, Nazilere bırakılıyordu.
Kitaplar, dergiler, filmler sansürleniyor ya da tamamen yasaklanıyordu.
1945'in ardından, savaşın ve faşizmin açtığı yaraları yalnızca maddi
değil, manevi olarak da sarma iddiasıyla “demokratik” ve “savaş karşıtı”
bir anayasa ile yola çıkan Federal Alman devleti, büyük tepkilere
rağmen yeniden silahlanmaya başlıyor, 1955 yılında NATO'ya katılıyor ve
1956'da zorunlu askerliği yürürlüğe sokuyordu. Polonya Dışişleri Bakanı
Rapacki tarafından önerilen Orta Avrupa'da tarafsız ve nükleer silahsız
bir bölge oluşturma teklifi tartışılmadan reddediliyor, Alman ordusu
nükleer silahlanmaya yöneliyor, malum durumlarda temel hak ve
özgürlüklerin askıya alınması ve ordunun “içerideki düşmanlara” karşı da
kullanılması anlamına gelen Olağanüstü Hal Yasası, 1960 yılında ilk
taslağın hazırlanmasının ardından hükümetlerin gündeminden hiç
düşmüyordu.
Soğuk Savaş'ın ikiye böldüğü Almanya'nın batısına egemen olan Zeitgeist,
kesinlikle anti-komünizmdi. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından on yıllar
boyunca ülke yönetimini tekeline alan Hıristiyan Demokratlar, [7] seçim
propagandalarını anti-komünizm üstüne kuruyordu (öne çıkan seçim
sloganları, “Sosyalizmin tüm yolları Moskova'ya çıkar” ve “Deneylere yer
yok” idi). 1966 yılında sosyal demokrat SPD ile “Büyük Koalisyon”
kurana dek, 1959 yılında kabul edilen Godesberg Programı ile birlikte
(pratikte çoktan sırtını dönmüş olduğu) sınıf siyasetini resmen terk
ederek toplumun tüm kesimlerini temsil etme iddiasını ortaya koyan SPD
dahi, Hıristiyan Demokratlar tarafından komünistlikle ya da en azından
komünizme yakın olmakla itham ediyordu. “Deneylere yer olmayan”,
paternalist bir anlayışla yönetilen “CDU Devleti”nde, kuşkusuz bir
siyasi tartışma alanı, özellikle de soldan gelen eleştirilerin etki
gösterebileceği bir siyasi tartışma alanı mevcut değildi.
Bu ortamda, Weimar Cumhuriyeti'nin kendini iktidarı denetleyen bir
entelektüel güç olarak kurgulayan eleştirel yayın geleneğine bağlı kalan
Ulrike Meinhof (ve genel olarak konkret), sol kulağı sağır olan
iktidara seslendiği noktada dahi, aslında sosyal demokratlarla
arasındaki bağları kopararak bağımsız ve radikal bir sokak hareketine
dönüşmekte olan solun kimliğini bulmasına, oluşturmasına hizmet
ediyordu. Tıpkı Ulrike Meinhof gibi hareketin kendisi de, iradi bir
karar sonucunda ve bir anda değil, Almanya'da ve dünyadaki siyasi
gelişmelerin yarattığı hayal kırıklığının, iktidarın aklına
(Türkiye'deki popüler deyişle “vicdanına”) seslenmenin hiçbir şey
getirmediğinin, tek başına sözün sözünün geçmediğinin defalarca
kanıtlanması neticesinde radikalleşiyordu. Olağanüstü Hal Yasası'nı
nihayet 1968 yılında çıkaran hükümette SPD’nin de yer alması, Birinci
Dünya Savaşı'nın başlangıcında (Almanya'nın savaş harcamalarının yüzde
60'ına tekabül eden) savaş tahvillerini desteklemelerinden sonra sosyal
demokratların ikinci büyük tarihsel “ihaneti” ve belki de söz konusu
hayal kırıklıklarının en büyüğüydü. Bu anlamda, gemileri yakan, sokak
muhalefeti değil, egemenlerin kendisiydi.
Meinhof, Federal Alman siyasi sistemini teoride iyi, pratikte kötü
olarak kavradığı, “aklın güçlerinin zaferini” arzuladığı ve SPD'yi
muhalefetin amiral gemisi olarak görerek “gerçek muhalefet” olma
görevini hakkıyla yerine getirmemekle suçladığı 1959 yılından, 1969’da
“ya çözümün bir parçasısındır ya da sorunun” [8] söyleminde ifadesini
bulan bir kopuş yaşar. Protestodan Direnişe bu anlamda, sistemin
işlemeyen, hatalı yönlerini düzeltmekten kapitalizme cepheden bir karşı
çıkışla yıkmak için eyleme girişmeye, geçmişin aksine Parlamento Dışı
Muhalefet meclise giremediği için değil, kendini sokağa ait gördüğü için
sokağa çıkmasına [9] ve aralarında Ulrike M. Meinhof’un da bulunduğu
(kendisi) küçük (ama etkisi büyük) bir azınlık için yeraltında silahlı
mücadeleye giden yolun önemli bir etabına ışık tutuyor.
Kızıl Ordu Fraksiyonu, üçüncü dünyada sömürge karşıtı mücadelelerin
zaferler elde ederek sürdüğü, Küba’da gerilla savaşının devrime
ulaştığı, Latin Amerika ülkelerinde ABD yanlısı diktatörlüklere karşı
silahlı mücadelenin yoğunlaştığı, ABD’de siyah yurttaş hakları
hareketinin Kara Panterler’e evrildiği, İtalya'dan Fransa'ya,
Brezilya’dan Japonya'ya, Güney Afrika'dan Türkiye'ye dünyanın dört bir
köşesinde gerilla örgütlerinin ortaya çıktığı bir çağda doğdu. RAF'ın,
bugün maceraperestlik olarak görülen şehir gerillası deneyimini sözün
bittiği yerde hayata geçirilmek zorunda olan devrimci bir deney olarak
gördüğünü, örgütün ilk dönem metinlerinin belki de en önemlisi olan,
Ulrike Meinhof'un da yazarları arasında yer aldığı Das Konzept
Stadtguerilla (Şehir Gerillası Konsepti), “silahlı mücadeleyi şimdi
örgütlemenin doğru olup olmadığı, bunu yapmanın mümkün olup olmamasına
bağlı ve mümkün olup olmadığını ancak pratikte anlayabiliriz,” sözleri
ile ortaya koyuyor.
Toplumsal hafızanın egemenlerin tarihine direnebilmesi, ancak toplumsal
mücadeleler aracılığıyla mümkündür. Durgun sularda bulanıklaşmaktan
başka seçeneği yoktur. Alman toplumunun bugün nisyanla malul kolektif
hafızası, medya aracılığıyla yeniden üretildiğinde, varsın “terörü”
lanetlesin; bir zamanlar Almanya'nın varoşlarında parkta bira içen
gençler, heyecanla “sırada kimin olduğunu” tartışırdı. Nasyonal
sosyalizmin kılcal damarlarına kadar sızdığı Almanya, egemenlerin
tahtını bir daha asla sarsamamış olsa bile; iktidarlarını kaybetmekten
korkmayanlar, bir zamanlar canlarını kaybetmekten korkardı. [10] O korku
Alman devletine 1976 yılında kapatıldığı tecrit hücresinde asılarak
öldürülmesi sonucunda gömülen bedeninin aksine gelecekteki “anti-terör
politikaları”nda yardımcı olacağı umuduyla Meinhof’un beynini çalarak 26
yıl boyunca inceletecek kadar büyüktü.
Ulrike Meinhof'un “dergi, karşı-devrimin bir aracına dönüşmek üzere
olduğu için ve orada çalışarak bu gerçeği gizlemek istemediğim için konkret’te
çalışmayı bırakıyorum,” [11] sözleri ile 1969 yılında nokta koyduğu bu
sürece dair belgelerin, 1960’lar Almanyası’nın, Kızıl Ordu
Fraksiyonu'nun ve genel olarak Batı Avrupa'da şehir gerillası
deneyiminin, kişi kültü yaratmaktan uzak durarak anlaşılması için
yararlı bir araç olması dileğiyle.
Levent Konca, 20 Eylül 2012, Nürnberg
1Teufel, Almancada şeytan anlamına geliyor.
2 Kızıl Ordu Fraksiyonu'nun
kurucuları arasında tecritte öldürülen ve devlet tarafından intihar
ettiği iddia edilen yalnızca Ulrike Meinhof değildi. Aynı şekilde,
Andreas Baader, Gudrun Ensslin ve Jan Carl Raspe de 18 Ekim 1977
tarihinde “hücrelerinde ölü bulundu.” Federal Alman Adalet Bakanlığı, bu
ölümler için “cinayet süsü verilmiş intihar” kavramını icat etti. Kısa
bir süre sonra, 12 Kasım 1977 tarihinde, Indgrid Schubert de
Münih-Stadelheim cezaevindeki hücresinde “ölü olarak bulunacaktır”.
3 Ulrike Meinhof'un tek başına
ya da diğer üyeleri ile birlikte kaleme aldığı RAF metinleri şunlar: Die
Rote Armee aufbauen. Erklärung zur Befreiung Andreas Baaders (Kızıl
Ordu'yu Kuralım. Andreas Baader'in Özgürleştirilmesine Dair Açıklama), 5
Haziran 1970. Das Konzept Stadtguerilla (Şehir Gerillası Konsepti),
Nisan 1971. Über den bewaffneten Kampf in Westeuropa (Batı Avrupa'da
Silahlı Mücadele Üzerine), Mayıs 1971. Dem Volke dienen. Stadtguerilla
und Klassenkampf (Halka Hizmet Etmek. Şehir Gerillası ve Sınıf
Mücadelesi), Nisan 1972. Die Aktion des Schwarzen September in München.
Zur Strategie des antiimperialistischen Kampfes (Kara Eylül'ün
Münih'teki Eylemi. Antiemperyalist Mücadele Stratejisi Üzerine), Kasım
1972. Erklärung zum Sprengstoffanschlag auf das Springer-Hochhaus in
Hamburg (Hamburg'daki Springer Binasına Yönelik Bombalı Saldırıya
İlişkin Açıklama), 20 Mayıs 1975. Kızıl Ordu Fraksiyonu'nun bütün teorik
yazıları ve yaptığı eylemlere dair basın açıklamaları için, bakınız:
Rote Armee Fraktion. Texte und Materialien zur Geschichte der RAF,
Berlin 1997.
4 Şimdiye kadar yazılan en
ayrıntılı ve nitelikli Ulrike Meinhof biyografisi için bkz. Jutta
Ditfurth: Ulrike Meinhof, çev. Saliha Nazlı Kaya, Agora Kitaplığı, 2010.
5 Günter Wallraff: En Alttakiler, çev. Osman Okkan, Milliyet Yayınları, 1985.
6 1950 yılından KPD'nin
yasaklandığı, komünist muhalefetin kriminalize edildiği ve neredeyse
tamamıyla ortadan kaldırıldığı 1956 yılına dek “komünistlik”
suçlamasıyla kovuşturmaya uğrayanların sayısı yaklaşık 150 bin. Bkz:
Rote Armee Fraktion. Texte und Materialien zur Geschichte der RAF,
Berlin 1997, s. 14.
7 Federal Almanya Hıristiyan
Demokrat CDU/CSU ortaklığının, tek başına hükümet olduğu 1960-1961
yılları arası hariç, 1966 yılına kadar milliyetçi-liberal FDP (Freie
Demokratische Partei), milliyetçi-muhafazakar DP (Deutsche Partei) ve
Nazi işgali sırasında işledikleri suçlar nedeni ile Doğu Avrupa
ülkelerinden göçe zorlanan Diaspora Almanları'nın partisi olan GB/BHE
(Gesamtdeutscher Block/Bund der Heimatvertriebenen und Entrechteten)
gibi küçük ortakların olduğu koalisyon hükümetleri aracılığıyla
yönetildi; Hıristiyan Demokratlar ile sosyal demokrat SPD arasında 1966
yılında kurulan“Büyük Koalisyon”, SPD'nin savaş sonrası hükümete ilk
katılımıydı.
8 Kızıl Ordu Fraksiyonu'nun
birinci eylemci kuşağından, 9 Kasım 1975 tarihinde 33 yaşında açlık
grevinde ölen Holger Meins'a ait olan sözün tamamı şöyle: “Ya sorunun
bir parçasısındır ya da çözümün. İkisinin ortasında bir şey yok. Bu
kadar basit bu ve yine de çok zor.” (Pieter H. Bakker Schut (Hrsg.): Das
Info: Briefe der Gefangenen aus der RAF, 1973 - 1977. Kiel 1987.)
9 Ulrike Meinhof, 1967 yılında
Alman televizyonunda yayımlanan, üniversite öğrencilerinin eylemleri ile
ilgili bir tartışma programında: “İnsanın görüşünü açıklaması için
sokağı asla özellikle uygun bir araç olarak görmüyorum, ancak insana
yapacak başka bir şey kalmadığında, yani televizyona çıkamıyorsa,
haftada en az bir ya da iki kere, bir iki saat ne düşündüğünü
anlatamıyorsa, Springer'in gazetelerinin, dergilerinin milyonlara varan
baskı adedine sahip değilse, bu durumda insan kamusal olarak tartışmak
istiyor ve mekan ve toplantı yasaklarıyla karşılaşıyorsa, o zaman
kendilerine kalan yegane kamusal alanı, yani sokağı kullanan insanların
varlığını kuşkusuz son derece demokratik olduğunu düşünüyorum.”
10 Jan Delay, Söhne Stammheims
şarkısında, Kızıl Ordu Fraksiyonu'nun kimlerini korkuttuğunu çok güzel
ortaya koyuyor: “Sonunda artık teröristler yok. Ortama sükunet, düzen ve
barış hakim. [...] onlar için endişesiz zamanlar başladı, çünkü
ticaretlerini yapmalarını engelleyecek biraz olsun patlayıcı yok.
Sonunda artık korkmuyorlar, neşeli bir biçimde tanklarını satıyorlar.
Her gün yedi çocuğu sınırdışı ediyor, başbakanla yemek yiyorlar. Sonunda
artık teröristler yok. Ortama sükunet, düzen ve barış hakim. İnsan
sonunda tekrar, lanet şeyler patlayıp durmadan, Mercedes'e binebilir.
11 Ulrike Meinhof, Frankfurter Rundschau, 7 Mayıs 1969.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder