1931, leipzig. iki yazar, carl von ossietzky ve walter kreiser,
"vatana ihanet" ve "askeri sırları ifşa etmek"
suçlarından 18'er ay hapis cezasına çarptırılıyor.
alman imparatorluğu'nun birinci dünya savaşı'nda aldığı yenilginin sonuçlarından biri, savaşın galiplerinin – kısa ömürlü olacak – weimar cumhuriyeti'ne getirdiği askeri kısıtlamalardı. 1931'e gelindiğinde, weimar cumhuriyeti'nin ölü doğmuş bir cumhuriyet projesi olduğu; bir yanda naziler ve diğer sağcıların, diğer yanda komünist parti'nin başını çektiği devrimci örgütlerin gittikçe güçlenmesi karşısında ayakta kalamayacağı çoktan herkesçe bilinen bir gerçeğe dönüşmüştü. alman devleti artık versailles anlaşması'nın getirdiği yasağı – resmen ve açıkça – çiğneyerek silahlanmaya hız vermekte, kara ve hava kuvvetlerini büyütmekteydi. almanya bu konuda emperyalist devletler arasında yalnız değildi, on milyonlarca insanın yaşamına mal olacak ikinci dünya savaşı ufukta belirmiş, avrupa'da hava barut kokuyordu.
ancak, savaşı komünistlerin, sosyal demokratların ve liberallerin ihaneti ile kaybettiklerine inanan
alman sağının işi ikinci bir kez şansa bırakmamak konusundaki kararlılığı, almanya'da birinci dünya savaşı'ndan çıkarılan yegane ders değildi. sosyal demokratların 1914 yılında savaşa verdikleri destekle güçten düşmüş olan anti-militarist hareket, kasım devrimi ile birlikte yeniden alman siyasetinde önemli bir rol almış; savaşın arkasında bıraktığı maddi ve toplumsal yıkım, weimar cumhuriyeti'nde sol liberal pasifistler ile sosyalist ve komünist anti-militaristlerin, avrupa'yı ezip geçen büyük felaketin tekrarlanmasının önüne geçmek temelinde birbirine yaklaştığı bir politik ortamın doğuşuna neden olmuştu. toplumsal bir mücadele olarak anti-militarizmin iki ayağından birini birinci dünya savaşı'nda eline silah almış, kendi ülkelerinin muktedirlerinin çıkarları uğruna, kendilerinden tek farkı başka topraklarda doğmuş olmak olan insanları öldürmüş eski askerler oluştururken, ikinci ayağınıysa bertolt brecht, erich mühsam, otto dix, ernst toller, kurt hiller, kurt tucholsky ve carl von ossietzky gibi isimlerin başrolleri oynadığı entelektüel bir mücadele alanı oluşturuyordu.
weimar cumhuriyeti'ndeki anti-militarist yayınların en önemlilerinden biri die weltbühne'ydi. 1905 yılında siegfried jacobsohn tarafından die schaubühne adıyla kurulan dergi, kurt tucholsky'nin 1913 yılındaki katılımıyla birlikte başlangıçtaki tiyatro dergisi kimliğinden sıyrılmış ve politik konuların da yer aldığı bir yayına dönüşmüştü. savaşın sona ermesinin ve cumhuriyetin ilanının ardından die weltbühne anti-militarist kimliğiyle almanya'nın entelektüel dünyasında önemli bir iz bıraktı. hiçbir zaman büyük bir okuyucu kitlesine ulaşamamış olsa da, bir "yazarların okuduğu yazarlar" dergisi olmasıyla almanya'daki entelektüel tartışmalarda belirleyici bir rol oynamayı başardı. jacobsohn'un 1926 yılındaki ölümünün ardından derginin başına kurt tucholsky geçtiyse de, tucholsky dönemi uzun sürmedi; jacobsohn'un ölümünden kısa bir süre önce başyazarlık ve redaktörlükle görevlendirdiği carl von ossietzky 1927 mayısı'nda derginin başına geçti.
die weltbühne ossietzky yönetiminde altın yıllarını yaşadı. bir yandan derginin tirajı jacobsohn yönetiminde asla ulaşamadığı 15 bin sınırını aşarken, diğer yandan gerek almanya'nın birçok şehrinde gerekse ülke dışındaki almanca bilen entelektüeller arasında die weltbühne'de yayımlanan yazıların tartışıldığı okuma grupları doğdu. anti-militarist yayın çizgisi nedeniyle ödediği bedel, ossietzky-tucholsky işbirliği ile çıkan derginin saygınlığını daha da artırdı. alman devletinin versailles anlaşmasını çiğneyerek yeniden savaş hazırlıklarına giriştiğini açığa çıkarması nedeniyle die weltbühne'nin karşılaştığı hukuki baskıların doruk noktasını, 1931 yılında ossietzky ile kreiser'in "vatana ihanet" ve "askeri sırları ifşa etmekten" suçlu bulunarak 18'er ay hapis cezasına çarptırıldıkları weltbühne davası oluşturuyordu.
ateşli bir milliyetçilik karşıtı olmasına rağmen, kaderini almanya'nın kaderine bağlayan yazar, dostlarının ısrarlarına rağmen, ülkeyi terk etmek yerine hapse girmeyi tercih ediyordu: "sadakat nedeniyle değil, en büyük rahatsızlığı mahpus olarak verebileceğimden hapishaneye giriyorum." 1911 yılında, 22 yaşında başladığı yazarlık macerasına birinci dünya savaşı nedeniyle ara vermek zorunda kalan ossietzky, 1916 yılında askere alınmış, batı cephesinde siper kazmaktan sorumlu bir birlikte görevlendirilmişti. askerliği sırasında savaş karşıtı yazılar kaleme alması, alman barış topluluğu'nun hamburg bürosu yönetim kuruluna seçilmesi ve savaş karşıtı etkinliklere konuşmacı olarak katılması belki de, bir yandan ossietzky'nin kaderi ile almanya'nın kaderinin yollarının hiç ayrılmamasının, diğer yandan yazarın anti-militarist ve milliyetçilik karşıtı mücadelesinin almanya'nın kaderinde ne olursa olsun sürmesinin en iyi örneği.
kendini cumhuriyet'in kasım devrimi'nin ideallerine sadık bir muhafızı olarak gören carl von ossietzky, keskin zekası ve dili ile, weimar'dan ııı. reich'a giden yolda cumhuriyeti faşist düşmanlarına karşı savunma görevini üslenmişti. ancak ossietzky'nin cumhuriyet ile yaşadığı ilişki tek taraflı bir aşktı. faşistler karşısında savunduğu cumhuriyet, weimar'da kurulan – ve ossietzky'nin kendisinin de sert bir biçimde eleştirmekten kaçınmadığı – cumhuriyet değil, hayallerinde yaşattığı, kısa ve başarısız bir parti girişiminde ilkelerini ortaya koyduğu demokratik bir sosyalizmdi. ve ossietzky, güzel bir geleceğin hayalleriyle elle tutulan gerçekliğin iç içe geçtiği kafasındaki cumhuriyeti sevdiyse de, weimar cumhuriyeti ne ossietzky'yi ne de ossietzky gibileri hiç sevmedi, sevemedi. "güzel günler görmek" isteyen entelektüellerini sevmezdi devletler; ossietzky belki de bunu anlamış ama kabullenmek istememişti: "acıya işaret eden, almanya'da acıya neden olandan çok daha tehlikeli kabul ediliyor."
weimar cumhuriyeti'nin sağ gözü kördü; "komünist tehdit" devletin gözünden hiç kaçmaz, sert biçimde cezalandırılırken, insanlık tarihindeki en büyük trajedilerden birinde başrol oynamamış olsa, chaplin'in diktatör dolayımı olmadan da güldürecek olan hitler'in önderliğindeki nsdap, iktidar yürüyüşünde büyük sermayenin kayda değer bir kesimi ve ordu ile sivil bürokrasinin içindeki otoriter-milliyetçi gelenek tarafından destekleniyordu.
1932 yılında af ilan edilmesi sonucunda hapisten çıkan yazar, ölüm döşeğindeki bir cumhuriyet ile karşılaştı. komünistler ile sosyal demokratların anti-faşist bir cephe kurarak nasyonal sosyalistleri durduracağı yönündeki son umutları da boşa çıkan ossietzky, bir kez daha dostlarının çağrılarına kulak asmayarak almanya'dan kaçmayı reddetti: "ülkesinin zehirlenmiş ruhuna karşı etkili bir şekilde mücadele etmek isteyen herkes, onun genel kaderini paylaşmak zorundadır." almanya'dan kaçmaktansa cezaevine girmek, ossietzky'ye kalan son direniş yöntemiydi.
ve ossietzky almanya'nın kaderini paylaştı: 27 şubat 1933 gecesi, reichstag yangını daha sönmeden gestapo tarafından tutuklandı ve berlin-spandau cezaevine atıldı. 1933 yılında, ilk kurulan toplama kamplarından biri olan sonnenburg'un yine ilk mahkumlarından biriydi; artık yalnızca almanya dışında bir adı olacak, almanya'da 562 numaralı mahkum olarak anılacaktı. 1934'te hollanda sınırı yakınlarındaki esterwegen toplama kampına nakledildi. diğer mahkumlarla birlikte o da, kampın bulunduğu bölgedeki bataklıkların kurutulması amacıyla insanlık dışı koşullarda çalıştırıldı. aynı yıl içinde, katlanılmaz çalışma koşulları ve yetersiz beslenme nedeniyle bir deri bir kemik kalmış halde hastane koğuşuna kaldırıldı. toplama kampını kontrol eden ss, ossietzky'yi esterwegen'den canlı çıkarmamayı kafasına koymuştu. ancak uluslararası kamuoyunun tepkisini çekmemek adına açık bir cinayetten kaçınıyordu. tüm mahkumların karşı karşıya olduğu kötü muameleye, kampta kalan diğer mahkumların iddialarına göre, öldürmek amacıyla ossietzky'ye hastane koğuşunda bilinçli olarak verem mikrobu enjekte edilmesi eklendi. isviçreli diplomat carl jacob burckhardt'ın 1935 sonbaharında ossietzky'yi esterwegen'de görmeyi başardığında karşılaştığı, "titreyen, ölü gibi solgun, duygusuz gözüken, tek gözü şişmiş ve dişleri kırılmış bir şey, bir yaratıktı."
1934 yılında – sürgünde faaliyet yürüten – alman insan hakları birliği'nin carl von ossietzky'nin nobel barış ödülü alması için başlattığı kampanya, dünyanın dikkatinin yazarın içinde bulunduğu korkunç koşullara çekilmesini sağladı. 1935 yılının mayıs ayında uluslararası baskısı sonuç verdi ve ossietzky berlin polis hastanesi'ne kaldırıldı. burada ileri derecede verem teşhisi kondu. aynı yılın kasım ayında göstermelik olarak serbest bırakılarak, sürekli gestapo gözetiminde olacağı westend hastanesinde bir odaya yerleştirildi. nobel barış ödülünü alması için yürütülen kampanya 1936 yılında hedefine ulaştığında, naziler ödülü almak için oslo'ya gitmesine izin vermedi.
ossietzky'nin seçimlerle ulaşılabileceğine inandığı demokratik ve sosyalist cumhuriyetin yerinde, toplumu "ein volk, ein führer" şiarıyla disipline ederek insana dair güzel olan her şeyi öldürmek için elinden geleni ardına koymayan, daha yüksek meta üretkenliğine erişmek adına, yazarın kendisinin de kurbanı olduğu toplama ve çalışma kampları sistemi ile mahkumları ölümüne çalıştıran nasyonal sosyalizm vardı. başka bir dünyanın hayalini kurmak yerine, içinde yaşadığı almanya'yı güzelleştirmek isteyen yazar, ölümün almanya'dan gelen bir usta olduğu gerçeğiyle karşılaştı. 4 mayıs 1938'de berlin'deki nordend hastanesinde veremden öldüğünde üstüne toprak atmak nazilere kalmıştı ama mezarını kazan, nazilerin iktidarı almalarının öncesinde, weimar'ın muktedirleri olmuştu.
(yazı 6 mayıs tarihinde politikART dergisinde yayımlandı.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder