bu yazıyı yazmamın nedeni; hiçbir tarihi, biyolojik vs. kanıta dayanmamasına rağmen bilimsellik iddiasından geri durmayan eski(miş) bir teoriyi yeni bir şey söylermişçesine tekrarlayan simonovic'e cevap vermek ya da böyle bir makaleyi internet sitesinde yayımladığı için özgür üniversite'yi eleştirmek değil. zira simonovic'e muhatap alıp cevap vermenin bir anlamı yok (zaten aramızdaki dil bariyeri, yazarın türkçe'den başka bir dile çevrilmeyecek olan bu yazıyı anlamasını olanaksız kılıyor). özgür üniversite'ye verilen tepkiler ise yeterli olmuş olacak ki, simonovic'in "homoseksüellik"i siteden kaldırıldı ve özgür üniversite bir özeleştiri metni yayımladı. (bu noktada, "sıçmasının" ardından "sıvamamayı" tercih edecek olgunluğu gösterdiği için özgür üniversite'yi tebrik etmek gerek. malum, hatalı olduğunu anladıktan sonra dahi burnundan kıl aldırmamak, eleştiriye karşı saldırıyla cevap vermek türkiye solunun geleneksel tavrı. eleştiri kabul edebilmek ve özeleştiri geliştirebilmek ise "insanlaşma"nın olmazsa olmazı.) derdim, "insan doğası", "normallik"-"anormallik" kavramları üstüne elimden geldiğince bir şeyler söylemek.
eşcinselliğin - ya da başka bir şeyin - "insanın doğası"na aykırı olması ne anlama geliyor? insan, doğasına aykırı olan bir şeyi yapabilir mi? insanın değişmez ya da toplumsal-tarihsel gelişmeler sonucunda bozulmuş bir doğasının olduğu iddiası, bugüne kadar birçok ideoloji tarafından kendini meşrulaştırma argümanı olarak kullanıla geldi. thomas hobbes'un her şeye kadir devleti leviathan'ın, rousseau'nun toplum sözleşmesi'nin zincir vurdukları "insan doğası"nın ifadesi "homo homini lupus"; klasik anarşistlerin devlet tarafından kirletildiğine, bozulduğuna inandıkları insanın "iyi özü"; marx'ın, insan özgürleşmesinin (simonovic'in söz ettiği "insanlaşma"nın) "bilimsel teorisi" olduğunu iddia ettiği tarih felsefesinin - endüstriyel kapitalizm ile aynı çağda doğması şans eseri olmayan - öznesi homo oeconomicus. yukarıdaki örneklerde, insanın doğası gereği kötü olduğu, dolayısıyla doğal yaşantısının kontrol altına alınması, engellenmesi gerektiği savı, insanların özgürlüğünü kısıtlayan devleti meşrulaştırmaya yararken; "bozulmamış" insanın iyi olduğu iddiası, insanı "bozan", doğasına yabancılaştıran devletin meşruluğunu ortadan kaldırma işlevini üstleniyor. marx'taysa durum biraz daha farklı: insanın doğası, "insanlaşma"ya başladığı andan günümüze aynı. insanı, yeniden üretimini sağlamak için harekete geçmesini ilk tarihsel edim olarak kabul ederek, (üretim araçları tarafından belirlenen) üretim ilişkilerinin şekillendirdiği toplumsal bir varlık olarak tanımlıyor. inançları, ideolojileri, kültürleri ne kadar değişse de; marx'ın "insan"ı, o ilk tarihsel edimi "doğası" gereği - her seferinde daha da geliştirerek - tekrarlamak zorunda. böylece, büyüteçle incelendiğinde engellerle karşılaşsa, kesintiye uğrasa, hatta geriye gitse de, bilim adamının kuş bakışından bakıldığında sürekli bir ilerleme hali olarak kurgulanan tarih, değişmeyen kurallarını "insanın değişmeyen doğası"nda keşfediyor. (marx'ın, sürekli bir değişimi bir asla değişmeme halinden türetmesinde kuşkusuz bir terslik var - ama o kadarı "blogluk" meseleleri aşıyor.)
"insan doğası" argümanının heteroseksist kullanımı da yukarıdaki örneklere benzer. kullanılan cümleler, kulağa ne kadar ciddi gelirse gelsin, aslında bilimsel değil, "ideolojik". "insan doğası"nın ne olduğuyla ilgilenmiyor, yalnızca ilgileniyormuş gibi yapıyor. nasıl marx ve anarşistler önce devrim yapmaya karar verip, sonra buna uygun olarak "insan doğası"nı tanımlıyorsa ya da rousseau - aslında hiçbir zaman gerçekleşmediğini kendisinin de bildiği - toplum sözleşmesi'nin, hobbes her şeye kadir devletin meşruluğunu esas alarak kendilerine gereken "insan doğası"nın peşine düşüyorsa; eşcinselliğin "insan doğası"na aykırı olduğu tezini öne süren heteroseksistlerin de, eşcinsel karşıtlığı, homoerotik ilişkileri gayrımeşrulaştırma hedefi, tanımladıkları "insan doğası"nın öncülü. yoksa hem insanlık tarihinde ulaşabildiğimiz en eski dönemde dahi cinselliğin, yalnızca erkek ile kadın arasında çocuk yapmak amacıyla gerçekleşen bir eylem olmadığı, hem de homoerotik ilişkilerin bir tür olarak insanlara özgü olmadığı bilinen gerçekler. (şimdiye kadar eşcinsel ilişkiye rastlanan 1500 canlı türü var.) bu bağlamda; "insan doğası", insanın "ne olduğu"na değil, "ne olması gerektiği"ne dair bir tanımlama. (aynı şekilde hobbes'un, rousseau'nun projelerinin başarılı olması "insanın kurdu olan insan"ı yaratmak anlamına geliyor. "insan doğası"nda keşfettikleri iyilik, klasik anarşistlerin güncel insana normatif bir müdahalesi. ve marx, ortak ekonomik çıkarlarının ve üretim sürecindeki konumlarından ileri gelen güçlerinin farkına vararak harekete geçecek olan proletaryada bir anlamda kollektif homi oeconomici'nin tarihsel zirvesini kurguluyor.)
tanımlama tekeli, iktidarın önemli vasıflarından biri. eşcinsellerin, heteroseksüel ilişkileri "insan doğası"na aykırı olarak tanımlayamayacağı düşünülecek olursa; belirli cinsel pratikleri "anormal" olarak tanımlama tekeli heteroseksistlerin elinde. "homoseksüel" kavramı, insanların birbirleriyle homoerotik ilişkiler kurmasının tarihiyle karşılaştırılamayacak kadar yeni bir icat: ilk olarak avusturyalı yazar karl maria kertbeny tarafından 1868 yılında kullanıldı ve ancak 19. yüzyıl'ın sonunda yaygın olarak kullanılır hale geldi. aynı şekilde "heteroseksüel" kavramı da, ilk olarak kertbeny tarafından aynı tarihte kullanıldı. iki kavramın da aynı tarihte ortaya çıkması; homoerotik ilişkilerin, insanlar arasında yaşanan bir olay olmaktan çıkıp "bana kiminle seviştiğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim" tarzı bir kimlik tanımlamasının temelini oluşturmasına tanıklık ediyor. böylece, "homoseksüelliğin" ve "heteroseksüelliğin" icadı, "sodomi" olarak adlandırılan eylemin değil, bir kimliğin, "yaşam biçimi"nin cezalandırılmasının tarihini başlatıyor. 3. reich'ın toplama ve imha kamplarında, islam devrimi sonrasında iran'da toplu imha girişimlerinde doruğa ulaşacak olan "normalleştirme" girişimlerinin kökleri; aynı kertbeny'nin kavramları gibi 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan "homoseksüelliği tedavi etme" ya da ceza yoluyla bastırma girişimlerinde. "homoseksüel avı"nın kökleri, "sodomi"nin acımasızca cezalandırılmasıyla iç içe geçerek 17. yüzyıla kadar uzanıyor. (yukarıda verdiğim tarihler "batı medeniyeti"ne ait. dünyanın geri kalan bölgelerinde "homoseksüel" ve "heteroseksüel" kategorilerinin kullanılmaya başlanması, 20. yüzyılın başlarına/ortalarına denk düşüyor. - uzakdoğu (özellikle çin) için zhou houshan, "islam dünyası" için khaled el-rouayheb, arno schmitt, will roscoe, stephen murray, georg klauda gibi yazarlar, (modern anlamda) homofobinin doğuşu-ithali konusunda referans alınabilir. (avrupa içinse - tahmin edeceğiniz üzere - foucault.)
bir insan türü olarak "homoseksüel"le beraber "normal insan"ın, "heteroseksüel"in de yaratılması; "anormal"e, "sapkın"a baskı kurarken, aynı zamanda kendi cinselliğini de baskılandıran bir insan üretti, üretiyor. hamburg cinsel araştırmalar enstitüsü'nün yaptığı bir araştırma, 16-17 yaşlarındaki genç erkekler arasında homoerotik bir ilişki yaşamış olanların oranının 1970 yılında yüzde 18'den 1990 yılında - heteroseksüel ilişkilerde bir artış olmadan - yüzde 2'ye düştüğünü açığa çıkardı. almanya'nın en saygın kamuoyu araştırma kurumlarından emnid'in 2000 yılında yaptığı araştırmada; gay ya da lezbiyen olduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 2,8, biseksüellerin oranı yüzde 2,5'ken, erkekleri cinsel açıdan çekici bulduğunu söyleyen erkeklerin oranı yüzde 9,4, kadınlardaysa aynı oran yüzde 19,5.
velhasıl: eşcinsellerin kurtuluşu - heteronormatif toplumun ölümüdür - heteroseksüelleri de özgürleştirecektir.
PS kimliklerin kim tarafından üretildiğinden söz ettikten sonra "kimlik siyaseti" diyene dayak yolda.
PPS "islam dünyası"nda eşcinsellik ve homofobi konusunda bir ara ciddi ciddi yazacağım. (bunun gibi baştan savma olmayacak.) yazmazsam hesap sorma hakkınız olsun.
PPPS bawer çakır'ın "ayrımcılık özgürlükse özgürsünüz hepiniz de!" başlıklı yazısını tavsiye ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder