25 Ekim 2010 Pazartesi
TEK GÖZÜ KÖR DEVLET
türkiye'de devletin - iş cezalandırmaya gelince - sağ gözü kördür. en edebi ifadesini "bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz"de bulan bu körlük, tüm demokratikleşme, kontragerillayla hesaplaşma masallarına karşın bugün de devletin baskı aygıtlarının olağan repertuarının nadide bir parçası olmaya devam ediyor.
bütün televizyon kanallarının, gazetelerin, polisin "güvenlik söylemi" üretme atölyelerinin tezgahından çıkmış ifadesiyle, kelimesine dokunmadan "karşıt görüşlü öğrenciler arasında çıkan gerginlikte..." sözleriyle duyurduğu üniversite çatışmaları hayatımın birkaç yıllık bir bölümünün rutin gerçekliğiydi. istanbul üniversitesi'nin beyazıt meydanı'na bakan tarihi kapısı ardına kadar açılırdı döner bıçakları ve satırlarla silahlanmış faşistler merkez kampüse daha rahat girebilsinler diye. sivil ve üniformalı polisler eşlik ederdi faşist güruha. yaralanıp koşamayan, çatışamayanlar polisin eline düşer, gözaltına alınır, cezalandırılırdı. solcuysanız yaralı olmak çatışmaya katılmanın kanıtıydı, faşistseniz yaralamak hiçbir şey. hepimiz - devrimciler, faşistler, polisler - bilirdik oyunun kurallarını ve her nasılsa istanbul'un göbeğinde güpegündüz - polisin kontrolünde ve basının eşliğinde - bu cinayete teşebbüs - ve zaman zaman cinayet - oyununun tekrarlanması bizden başka kimseyi ilgilendirmezdi.
"devlet için kurşun atanın da, yiyenin de şerefli" olduğu yıllardı, epey de bir kurşun atıldı o yıllarda devlet için. kurşunu yiyen tarafsa genelde bizdik. atanlar o kadar "şerefli"ydi ki, 90'lı yıllar boyunca istanbul üniversitesi'ndeki faşist saldırıları yöneten zafer özbek sonradan hakim yapıldı. benim elde edebildiğim tek "şeref" payesiyse üniversiteden atılmak oldu. tüm bunlar normaldi, ne "reis"in hakim yapılması, ne de benim üniversiteden atılmam kimseyi ilgilendirdi.
susurluk'u yaşadık ve normaldi. bakar-görmez körler için sıradan faşizm belgeseli gibiydi. "bir emniyet müdürü, bir aşiret reisi milletvekili, bir faşist kontrgerilla" diye başlayan bu "fıkra" gerçek olamayacak kadar gerçekti. ne demişti sayın devlet büyüğümüz: "bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz"...
gün geldi, yargısız infazların, gözaltında kayıpların ölüm nedeni oranlarında üst sıralara tırmandığı yerler oldu türkiye'de. ve herşey normaldi, kimse şaşırmadı. bir bizim tansiyonumuz düştü beyaz renault görünce...
20 yılda tam 351 kürt çocuğu öldürdü devletin resmi kolluk kuvvetleri. ve çocuklar kendilerini öldürenlere taş attılar. sonuçta "taş atan çocuklar" terörist oldu, cinayetse meşru müdafa. devlet "adam olacak çocuk" olduklarından şüphelenmiş olacak ki, hepsi de "10-10-10, 40 puanla şampiyon" oldular, yetişkin olarak yargılandılar. hapis yattılar.
ve - rachel dink'in deyimiyle - "bir çocuktan katil yaratan"lar hatalarını anlamış olacaklar ki, bir katilden çocuk yaratma işine giriştiler. ve başardılar da. ne demişti devlet büyüğümüz: "bana sağcılar cinayet işletiyor dedirtemezsiniz." ne kadar da haklıymış, biz hala kimseye "sağcılar cinayet işliyor" dedirtemiyoruz.
nurtopu gibi "demokrasi"miz hayırlı olsun! kürt çocukların 351 kere öldürülme hakkını da, hrant dink'in katili ogün samast'ın çocuk mahkemesinde yargılanma hakkını da bahşeden devlete şükürler olsun! ve hatta: yetmez ama evet! ogün samast serbest bırakılsın, mercedes'inin bagajına roketatar konup milletvekilleriyle buluşturulsun! hukuk okumadığı için hakim yapamayız, ama ombudsman yapılsın ki, kırmızı pasaportu da eksik olmasın!
Etiketler:
demokrasi,
faşizm,
hrant dink,
ogün samast,
referandum,
siyaset,
türkiye
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
3 yorum:
bir de ek yapmak istedim. bugün taşra üniversitelerindeki faşist şiddet 90'lı yıllara yaklaşmış durumda. şerzan'ın davasını bir ölüm olduğu için biliyoruz, ama tüm okullarda destekli bir ülkücü çete öğrencilere kan kusturuyor. ramazanda tokatla iftar açtığını söylüyor reisler, saçlarının boyu için öğrenciler dövülüyor. bu okullarda sol-sosyalist bir yapılanma olmadığından veyahut cılız olduğundan öğrencilerin bir karşılık verebilme imkanı da pek olmuyor. referandumda evet demokrasisinden yana meyleden pek çok şehrin üniversitesi bu durumda. yani demokrasiye güven tam.
@omk,
yukarıdaki yazıda "istanbul'un göbeğinde" diye bir ifade geçiyor, o ifadeyi bilinçli olarak koydum oraya, anlatmak istediğim faşist saldırıların istanbul'un göbeğinde daha bir skandal olduğu, hani - ne bileyim - anadolu'nun bir şehrinde daha az rahatsız edici olduğu değildi. istanbul merkez kampüs, solun örgütlülük derecesi, gücü ve medyanın genel olarak istanbul'a yoğunlaşması nedeniyle bir çeşir "siyasi podyum"du. aynı yıllarda anadolu üniversitelerinde de çok korkunç olaylar yaşandı, ama kamuoyunun ilgisini neredeyse hiç çekmedi. buydu anlatmak istediğim...
biraz geç kalmış bir cevap oluyor, kusura bakma...
aslında senin ifadenin yanında bir de taşraya vurgu yaparak, bugünkü taşrayı işaret ederek daha da gözden ırak yerler olduğunu bir şekilde bu yazıyı okuyacak insanlara söylemek istedim. seninle aynı yıllarda orada okuyan bir arkadaşımdan istanbul üniversitesi'nin nasıl hedef seçildiğini anlatmıştı.
eline sağlık...
Yorum Gönder