30 Aralık 2011 Cuma

BEBEK KATİLİ

devletin katliamlarına dur demedikçe, daha bunun gibi çok listeler yapacağız.

bakar körler bir yana; uluca "olayı", açıldıkça açılan, saçıldıkça saçılan medyanın bütün o "çok renkliliği" içinde, "kuzey kore'de tek kanal varmış"tan (bir de, zaten kuzey kore'de bir kanal yokmuş) çok da farklı bir işlevi olmadığını insanın gözüne gözüne soktu. 28 kasım çarşamba günü akşam 21:00 sularında gerçekleşen katliamın, anaakım medyada "haber" olmak için sabahı beklemesinin, bir yerlerden emir mahiyetinde bir "haber yapılacak, yap!" gelmeden önce "olay" olmamış gibi yapılmış olmasından başka açıklaması yok. anaakım medyayla - görece çok daha kısıtlı imkanları olmasına karşın gece yarısı canlı yayına geçen - roj tv arasındaki fark, uludere katliamı'nın haber değerinin (ve aslında öldürülen insanların "insan" olarak değerinin) hangi perspektiften bakıldığına göre değişmesi. "icraatın içinden"li trt'den bugüne, "çok renkli, çok sesli yayıncılığa" uzanan medya yolculuğunda yaşanan en önemli dönüşüm, siyah-beyaz propaganda makinesinin, bir ahtapot gibi kollarıyla kapsamadığı alan bırakmayan bir "gerçeklik bakanlığı"na evrilmiş olması. "bebek katili", "teröristbaşı" ve bilimum "sözde"li cümle, özel harp dairesi'nin tezgahından televizyon kanallarına, gazetelere ve internet sitelerine servis ediliyor. tanımlama, adlandırma hakkının, toplumsal iktidarın hakiki sahiplerinin tekelinde olduğu gerçeği, belki de en dolaysız haliyle "terör" kavramının etrafında dönen haberlerde açığa çıkıyor.

aşağıda, 1989'dan günümüze devletin "güvenlik" güçleri tarafından öldürülen kürt çocuklarının listesi var. (listeye uludere'de ölen birkaç ismin daha eklenmesi gerek.) george orwell'in 1984'ünde gerçekleri tahrif etme görevini üstlenen "gerçeklik bakanlığı"nın "savaş, barıştır"ından daha az sürreal değil türkiye medyasının taşıyıcısı olduğu devlet propagandası. evet, listeyi baştan sona okuyun, sonra yeniden konuşalım "bebek katil(ler)i" hakkında. güvenilir bir kaynaktan pkk'nin öldürdüğü bebeklerin - benzer uzunluktaki - bir listesini paylaşan olursa, bir değil iki "bebek katili" olduğu ortaya çıkmış olur, ama devletin - doğası gereği - katil olduğu, dahası katil olmak zorunda olduğu gerçeği baki kalır. sistematik olarak bebek ve çocuk öldüren devletin ve savaş propagandasının borazanlığını yapan anaakım medyanın kimseye ama hiçkimseye "bebek katili" adını verme hakkı yoktur.


1989 (toplam: 2 çocuk)

19 temmuz: mahmut yaşar (10), şırnak
20 eylül: fahrettin ertaş (10), şırnak

1990 (toplam: 21 çocuk)

20 mart: abidin tuncer (10), cizre
1 nisan: berivan kara (1), uludere
1 nisan: behecan kara (9), uludere
31 mayıs: canan özen (8), derik
10 haziran: rahime kayran (10), basa
10 haziran: meryem kayran (10), basa
10 haziran: taibet öner (3), basa
10 haziran: vasfiye öner (10), basa
10 haziran: sait kahraman (4). basa
10 haziran: hayrettin öner (5), basa
10 haziran: fatma kayran (15), basa
10 haziran: mehmet kayran (5), basa
10 haziran: hüseyin kayran (3), basa
10 haziran: haniye özdemir (10,) basa
10 haziran: takviye öner (15), basa
10 haziran: ömer bestaş (16), basa
14 haziran: cevdet güler (14), hakkâri
14 haziran: fehime güler (9), hakkâri
6 ağustos: faruk aktuğ (13), silopi
30 ekim: ş. pınar (11)
12 aralık: hadi dalan (11), lice

1991 (toplam: 12 çocuk)

28 şubat: salih talayhan (17), şırnak
4 mayıs: murat ardıç (13), bingöl
8 haziran: emine latifeci (11), hazro
25 haziran: rinde latifeci (13), hazro
10 temmuz: behzat özkan (14), diyarbakır
3 ağustos: hediye dilçe (18), cizre
12 ağustos: ferzan ceylan (12), dargeçit
12 ağustos: abdullah ceylan (12), dargeçit
6 eylül: ömür eriş (11), kurtalan
20 ekim: nezahat kızıl (6), siirt
20 kasım: İsmet mirzaoğlu (15), ahlât
24 aralık: veysi aktaş (13), lice

1992 (toplam: 115 çocuk öldürüldü)

6 ocak: emine turan, nusaybin
14 şubat: seyfettin kapkaçin (18), mardin
14 şubat: abdülselam özbey (15), mardin
15 mart: mehmet evren (12), cizre
18 mart: vesile say (9), dargeçit
18 mart: bedia say (15), dargeçit
18 mart: yasin say (17), dargeçit
18 mart: sami say (10), dargeçit
19 mart: hıdır acet, nusaybin
21 mart: muhrise altay (18), cizre
21 mart: hüseyin altan (14), cizre
21 mart: İsmet arvas (16), van
21 mart: çetin bayram (16), van
21 mart: davut soyvural (15), gercüş
21 mart: mehmet emin acar (10), şırnak
21 mart: nebat kakuç (17), şırnak
21 mart: bülent zeyrek (16), şırnak
21 mart: emin tetik (15), şırnak
21 mart: mehdi günen (9), şırnak
21 mart: halil bebek (2), nusaybin
21 mart: ahmet kaya (1), nusaybin
21 mart: fatma kaçmaz (4), yüksekova
22 mart: hatice acar (5), şırnak
22 mart: kadriye kakın (17), şırnak
22 mart: mehmet nezir (13), şırnak
24 mart: medeni aydın (18), batman
24 mart: bahri çınar (12), ömerli
25 mart: nihat celasun (14), cizre
25 mart: fatma kaçmaz (14), yüksekova
25 mart: medeni tunç (14), siirt
25 mart: medine sevgi (18), siirt
27 mart: süleyman ayal (14), urfa
29 mart: bişeng anık (16), şırnak
29 mart: mehmet ekinci (7), mazıdağı
29 mart: şeyhmus aktürk (16), dargeçit
11 nisan: yasin çetin (16), mevzitepe
11 nisan: hasan ayar (11), mevzitepe
17 nisan: cazım kortak (17), savur
17 nisan: mustafa ok (18), savur
18 nisan: metin kıratlı (10), yüksekova
21 nisan: yusuf bodur (1), midyat
21 nisan: abdurrahman yeşilmen (12), midyat
21 nisan: hamza bulut (8), midyat
22 nisan: ayşe balım (18), silopi
4 mayıs: bişar bilen (10), uludere
4 mayıs: hanım tunç (12), uludere
9 mayıs: sıraç nergis (17), nusaybin
9 mayıs: selim ata (17), nusaybin
9 mayıs: sait sağlam (17), nusaybin
3 haziran: mehmet naif çevik (9), nusaybin
10 haziran: kemal şili (18), tatvan
10 haziran: mahmut güreş (12), tatvan
12 haziran: emir eyvani (7), muş
22 haziran: gülbahar tunç (8), gercüş
22 haziran: behçet tunç (17), gercüş
22 haziran: abdurrahman gök (14), gercüş
22 haziran: şükrü gök (10), gercüş
22 haziran: sultan gök (12), gercüş
22 haziran: emrullah gök (4), gercüş
22 haziran: haşim gök (3), gercüş
22 haziran: yeni doğmuş bir bebek, gercüş
26 haziran: medine kartal (18), İdil
27 haziran: yılmaz tatar (12), şırnak
haziran: abdülcelil toy (14), siirt
haziran: sadık turlu (15), siirt
11 temmuz: gülistan evin (6), şemdinli
11 temmuz: rehan evin (8), şemdinli
22 temmuz: abdurrahman akbalık (17), nusaybin
25 temmuz: kadir balık (13), dicle
28 temmuz: nurcan özatak (2), hakkâri
temmuz: zuhal avcı (9), kulp
temmuz: çiğdem esmer (10), kulp
6 ağustos: hüseyin bayılmaz (10), nusaybin
10 ağustos: mehmet erbek (12), mardin
22 ağustos: zeliha nasanlı (10), siverek
23 ağustos: murat dağkeser (10), siverek
23 ağustos: orhan dağkeser (4), siverek
23–24 ağustos: İbrahim artunç (7), şırnak
23–24 ağustos: remziye artunç (10), şırnak
23–24 ağustos: güler sökmen (3), şırnak
23–24 ağustos: veysi sökmen (6), şırnak
23–24 ağustos: sema sökmen (9), şırnak
23–24 ağustos: gülüm güngen (6), şırnak
23–24 ağustos: medine güngen (14),şırnak
5 eylül: fuat keskin (14), doğubeyazıt
7 eylül: mesut dündar (15), cizre
10 eylül: cumali çetrez (9), hamur
10 eylül: şefika çetrez (7), hamur
18 eylül: ahmet alan (10), solhan
1 ekim: hüseyin esrai (16), kars
3 ekim: aziz bal (17), dargeçit
20 ekim: sinan demirtaş (18), nusaybin
24 ekim: zeyni dağ (17), nusaybin
1 kasım: devrim eleftoz (1), silvan
5 kasım: şurzan demirkapı (16), kovancılar
6 kasım: milet samur (14), şemdinli
6 kasım: İkmal samur (18), şemdinli
6 kasım: gülsüme samur (4), şemdinli
6 kasım: reber samur (1), şemdinli
7 kasım: şivan çığırga (3), cizre
7 kasım: nadire çığırga (10), cizre
7 kasım: sinem çığırga (13), cizre
7 kasım: fatma çığırga (9), cizre
7 kasım: bahar çığırga (7), cizre
22 kasım: coşkun benzer (12), kilis
22 kasım: fırat geçmez (18), silvan
3 aralık: mehmet İşler (18), midyat
6 aralık: melek bora (10), dargeçit
16 aralık: garibe karasakal (18), nusaybin
17 aralık: veysi başar (8), diyarbakır
17 aralık: fatma can (17), diyarbakır
24 aralık: nafi kalemli (14), viranşehir
aralık: hüseyin ensari (16), kars
aralık: mehmet yusufi (15), başkale
aralık: kasım oval (14), yüksekova

1993 (toplam: 66 çocuk)

11 ocak: gülistan İşiyok (12), kulp
12 ocak: nezir ergün (8), cizre
12 ocak: hacer ergün (6), cizre
12 ocak: hıdır ergün (17), cizre
31 ocak: naze ekici (12), şırnak
31 ocak: şemsi ekici (4), şırnak
31 ocak: hamza ekici (6), şırnak
17 şubat: esra saçaklı (8), silvan
20 şubat: abide ekin (3), basa
7 mayıs: gürgiz bayındır (5), İdil
23 mayıs: naim aslan, yüksekova
25 mayıs: semra bayram, silvan
18 haziran: İrfan fidan (17), savur
7 temmuz: mahmut aydemir, silopi
7 temmuz: fadile aydemir (6), silopi
7 temmuz: ayşe yıldız, silopi
11 temmuz: dinçer levent (16), hamur
11 temmuz: feride levent (15), hamur
13 temmuz: canan çiftçi, diyadin
13 temmuz: dilşah çiftçi, diyadin
13 temmuz: ender çiftçi, diyadin
13 temmuz: ruken çiftçi (6), diyadin
20 temmuz: azad sabırlı (7), bahçesaray
20 temmuz: yunus sabırlı (2), bahçesaray
20 temmuz: bahar turan (3), bahçesaray
20 temmuz: sevil ağaç (7), bahçesaray
20 temmuz: suzan turan (10), bahçesaray
20 temmuz: yıldız güzel (13), bahçesaray
20 temmuz: nezahat elmalı (12), bahçesaray
20 temmuz: eylem elmalı (4), bahçesaray
20 temmuz: azime elmalı (14), bahçesaray
20 temmuz: muhammet yaşar (8), bahçesaray
20 temmuz: hanım yaşar (4), bahçesaray
20 temmuz: hürriyet sevgili (12), bahçesaray
24 temmuz: c. m. (12), silvan
30 temmuz: elif rani (7), pazarcık
30 temmuz: gözde rani (4), pazarcık
14 ağustos: zeynep çağdavul (18), digor
14 ağustos: selvi çağdavul (16), digor
14 ağustos: gülistan çağdavul (18), digor
14 ağustos: yeter keremciler (14), digor
14 ağustos: zarife boylu (16), digor
14 ağustos: necla geçener (14), digor
ağustos: seyhan doğan (12), dargeçit
ağustos: abdurrahman coşkun (18), dargeçit
ağustos: m. emin aslan (18), dargeçit
11 eylül: seyithan balçık, cizre
11 eylül: mesut balçık, cizre
13 eylül: yusuf bozkurt (14), şırnak
13 eylül: halit akıl (12), şırnak
21 eylül: ahmet arcagök (11), diyarbakır
28 eylül: İdris ülüş (12), yüksekova
30 eylül: sercan ülüş (7), yüksekova
2 ekim: şakir öğüt (7) altınova/muş
2 ekim: cihan öğüt (4) altınova/muş
2 ekim: m. şirin öğüt (1) altınova/muş
2 ekim: aycan öğüt (6) altınova/muş
2 ekim: çınar öğüt (3) altınova/muş
9 ekim: zana zoğurlu (16), lice
9 ekim: lokman zoğurlu (17), lice
10 ekim: yalçın yaşa (13) diyarbakır
22 ekim: dilbirin canpolat (3,5), lice
22 ekim: suna canpolat (2), lice
22 ekim: hüseyin canpolat (15),lice
17 aralık: halil leco (13), ovacık
aralık: mahmut erol (15), dargeçit

1994 (toplam: 84 çocuk)

3 ocak: b. a. (12), hani
5 ocak: keko gül (12), adana
6 ocak: ali katmış (1), cizre
7 ocak: a. halim rüzgâr (12), batman
10 ocak: muhammet bilgiç (5), cizre
10 ocak: ahmet bilgiç (6), cizre
14 ocak: azad önen (16), diyarbakır
18 ocak: süleyman gün (15), diyarbakır
25 ocak: ahmet efe (8), diyarbakır
13 şubat: İbrahim şeflik (5), silopi
16 şubat: hakan yalçın (14), diyarbakır
23 şubat: bilavşan asper (17), tatvan
26 şubat: sevgi asma (7), kurtalan
26 şubat: sohbet öngün (3), sason
26 şubat: hanifi yıldız (13), sason
26 şubat: hüseyin tekin (16), sason
1 mart: r. a. (3), kızıltepe
19 mart: ferman cingöz (16), lice
27 mart: mirza yıldırım (3), şırnak
27 mart: mehmet yıldırım (15), şırnak
27 mart: abdülkerim yıldırım (2), şırnak
27 mart: İrfan yıldırım (5), şırnak
27 mart: xunaf yıldırım (3), şırnak
27 mart: çiçek benzer (2), şırnak
27 mart: ali benzer (7), şırnak
27 mart: ayşe benzer (1), şırnak
27 mart: ömer benzer (12), şırnak
27 mart: abdurrahman benzer (4), şırnak
10 nisan: İlhami menteş (12), lice
10 nisan: raif menteş (13), lice
27 nisan: keziban kalkan (15), genç
28 mayıs: tuncer güler (11), ağrı
30 mayıs: şerif ekin (13), basa
2 haziran: ahmet kaya (13), yüksekova
2 haziran: hasan demir (14), yüksekova
5 haziran: didar elmas (7), ovacık
8 haziran: barzan…. (2), silvan
25 haziran: hüsnü turan (10), nusaybin
25 haziran: eylem tur (13), nusaybin
25 haziran: süleyman erik (9), nusaybin
25 haziran: emrullah zeybek (10), bitlis
25 haziran: hikmet argün (13), bitlis
27 haziran: xanime sincar (17), ömerli
28 haziran: hayri yüksel (15), ömerli
4 temmuz: atilla kılıç (14), kozluk
8 temmuz: nurullah solhan (16), kızıltepe
8 temmuz: emrullah solhan (14), kızıltepe
8 temmuz: selma solhan (7), kızıltepe
11 temmuz: a. menaf tunç (14), siirt
16 temmuz: kenan dartan (12), kozluk
31 temmuz: gültekin acet (10), bismil
5 ağustos: abdullah kamçı (16), yüksekova
8 ağustos: sedat barış (18), batman
12 ağustos: netice coşkun (14), kulp
12 ağustos: mümine zümrüt (18), kulp
15 ağustos: çelebi özgüç (15), savur
15 ağustos: İshak özgüç (13), savur
22 ağustos: savaş ateş (11), dicle
22 ağustos: halit güneş (13), dicle
22 ağustos: bayram güneş (13), dicle
22 ağustos: vedat balta (12), dicle
22 ağustos: İbrahim balta (13), dicle
22 ağustos: İsa can (15), dicle
1 eylül: nurettin doruk (18), diyarbakır
13 eylül: sadettin doğan (10), lice
15 eylül: sedat öner (7), eruh
15 eylül: mehmet sercan (9), eruh
15 eylül: cemşit adıgüzel (13), eruh
20 eylül: şükran yıldız (11), çukurca
25 eylül: dilek serin (3), dersim
25 eylül: yeter işık (16), dersim
25 eylül: elif işık (18), dersim
25 eylül: recep tartar (8), genç
25 eylül: kürdiye savaş (8), genç
25 eylül: emrah tartar (8), genç
25 eylül: faruk savaş (11), genç
2 ekim: filiz kayış, ceylanpınar
3 ekim: İlyas yiğit (6), çat
3 ekim: adil boztaş (10), kağızman
9 ekim: nurşan bulut (13), palu
10 ekim: mehmet üste (12), pazarcık
31 ekim: hamdi dündar (18), yüksekova
31 ekim: fikri yılmaz (15), yüksekova
18 kasım: cüneyt tarhan (11), tatvan
1 aralık: yunus turgut (13), silopi
aralık: hasip kaya (9), doğubayazıt
aralık: yılmaz kaya (10), doğubayazıt

1995 (toplam: 7 çocuk)

nisan: erol öztunç (2), uludere
17 mayıs: ahmet bulut (10), ömerli
17 mayıs: rahim kumru (10), ömerli
25 mayıs: dinar aras (12), iğdır 1995
25 mayıs: cüneyt aras (6), iğdır
25 mayıs: ergün aras (3), iğdır
25 mayıs: ferdi aras (2), iğdır

1996 (toplam: 6 çocuk)

2 mayıs: hazal sevim (17), baykan
8 ağustos: dilan bayram (2), adana
8 ağustos: berivan bayram (4), adana
13 kasım: hatice bozaslan (17), derik
2 aralık: oktan çaçan (14), diyarbakır
11 aralık: mehmet banan (15), midyat

1997 (toplum: 7 çocuk)

6 mart: musa adsız (12), akçakale
23 nisan: m. şerif öztürk (11), kızıltepe
25 nisan: muhammet kulçur (12), dumlu/ erzurum
25 nisan: gökhan kulçur (10), dumlu/ erzurum
8 mayıs: fedai öğürce (4), pasinler
10 kasım: m. özdemir (17), ceylanpınar
11 kasım: bilal alanca (5), nusaybin

1998 (toplam: 8 çocuk)

ocak: fatih kaya (18), batman
15 mart: engin ceylan (14), lice
1999 (toplam: 12 çocuk)
14 mart: tugay ergin (10), hani
26 mart: abdurrahman gezer (18), osmaniye
17 nisan: yılmaz elüstü (17), genç
15 mayıs: kenan oğuz, erzurum
15 mayıs: deniz oğuz, erzurum
15 mayıs: cansu oğuz, erzurum
20 haziran: mehmet algan (11), İdil
1 ağustos: fırat çiçek (9), elazığ
1 ağustos: onur şahin (11), elazığ
1 ağustos: sedat karakoç (14), elazığ,
17 ağustos: şaban çadıroğlu (15), van
25 eylül: İnan cila (11), ovacık

2000 (toplam: 3 çocuk)

serdar günerci (17), diyarbakır
welat şedal (10), yüksekova
İsmail şedal (8), yüksekova

2004 (toplam: 1 çocuk)

21 kasım: uğur kaymaz (12), mardin

2006 (toplam: 8 çocuk)

29 mart: abdullah duran (9), diyarbakır
30 mart: enes ata (8), diyarbakır
30 mart: İsmail erkek (8), diyarbakır
mart: fatih tekin (3), batman
mart: ahmet araç (17), mardin
3 nisan: mahsum mızrak (17), diyarbakır
3 nisan: emrah fidan (17), diyarbakır
5 eylül: mizgin özbek (10), batman

2008 (toplam: 1 çocuk)

15 şubat: yahya menekşe (12), şırnak

2009 (toplam: 3 çocuk)

23 nisan: abdülsamet erip (14), hakkâri
30 eylül: ceylan önkol (12), lice
9 ekim: mehmet uytun (18 aylık), cizre

2010 (toplam: 6 çocuk)

3 haziran: fırat basan (14), şırnak
21 temmuz: canan saldık (16), van
17 eylül: enver turan (15), hakkari
5 ekim: ahmet İmre (12), şırnak – güçlükonak
10 ekim: umut furkan akçil (7) – silopi
11 kasım: nûjîyan İdem (4) – İdil.

2011

17 nisan: baran özyolcu(12)- patnos.
7 haziran: umut petekkaya(15)- çermik.
26 temmuz: doğan teyboğa(13), silopi
11 eylül: osman erbaş (14)-şemdinli
26 eylül: sultan doğrul (4) -batman


PS yukarıdaki liste, çetin yılmaz'ın blogundan alınmıştır.

29 Aralık 2011 Perşembe

KATİL DEVLET

devletin hakkari'deki, şırnak'taki yüzü.

iki saat uyudum, uyandım, uyuyamadım. dün akşam insanları öldürdüler. onlarcasını hem de. mustafa muğlalı'nın kışla, sabiha gökçen'in havaalanı adı olduğu ülkede, kürt öldürmek devlet geleneğiydi. şaşırmadım ama üzüldüm. ("üzüldüm" yazınca çok hafif bir ifadeymiş gibi duruyor ya, ben daha ağırını bilmiyorum aslında.)

katiller, hem de onlarca insanın ölümüne yol açan bombayı bırakan pilottan eylemin emrini veren komutana, genelkurmay başkanından başbakana bütün katiller ellerini kollarını sallayarak devam edecek hayatlarına. devletin yalnışlıkla ya da bilerek kürt öldürmesi o kadar normal ki artık, yaşanan olayın boyutlarını kavrayabilmek için kürt yerine filistinli, ıraklı vs., türk ordusunun yerineyse abd ya da israil ordusunu koyarak düşünmek, belki de türkiye'de yaşayan insanların çoğunun  yaşananları algılayabilmek için ihtiyaç duyduğu bir şeydir. öyleyse: israil'in onlarca filistinli sivili bombalayarak öldürdüğünü hayal edin, o durumda ne düşünecekseniz, bu durumda da onu düşünün.

leyla zana'ya "bak, bedel ödersiniz," dedikten sonra, onlarca kürt'ün öldürülmesi mesaj amaçlı mı, yoksa gerçekten yanlışlıkla mı bombalandı o insanlar, bilmiyorum. bileceksem de, siyaset bilimci yanım bilecek belki, insan yanımın öfkesinde ne olursa olsun değişen hiçbir şey olmayacak. ister kürt hareketine gözdağı vermek için, sivil olduğu bilinerek katledilmiş olsun, ister gerilla sanılıp, yanlışlıkla, bir farkı yok. hangi durumda kürtler'in türkiye'deki değerinin daha düşük olduğunu söylemek güç zira. onlarcası yanlışlıkla öldürülebilen bir şeyin ne değeri olabilir ki...

dün akşam dokuzda yaşanan olayı haber yapmak için bu sabahı bekledi medya; hürriyet'te, milliyet'te haber girmeye yetkisi olan bir kişi yoktu çünkü. malum, kürdistan konusuna haber yapma yetkisi zaten medyanın kendisinde değil, yalnızca devlette var. oysa bu çapta bir katliamda gazetelerin genel yayın yönetmenleri uyanmalı, manşetler değişmeliydi. hükümet, tsk yönetimi acil toplanmalı; insanlık mahallesini uzaktan da olsa görmüş olsalar, hepsi de istifa etmeliydi. ama hiçbiri olmadı ve hiçbiri olmayacak. çünkü kürt, türkiye'de düzineyle öldürülebilecek bir şey.

resmen savaş olduğu bile kabul edilmeyen bir "şey"de, devlet vatandaşlarının onlarcasını  F-16'larla öldürdü. devletin katil olduğu, dünyanın bazı ülkelerinde kitaplardan öğreneceğiniz bir şey, türkiye'deyse hayat bilgisi...

emri veren komutanın adı kürdistan'da bir kışlaya, pilotunkisiyse ilk yapılacak havaalanına verilsin. devletin şanındandır. yalnız tek bir şartım var: okullarda "devletin temel görevi vatandaşlarını korumaktır," diye öğretmeyi bırakın, sizden beklediğim başka bir şey yok. bütün devletler katildir, kimisi biraz daha az, kimisi biraz daha çok. bizim kaderimizde seri katil varmış.

22 Aralık 2011 Perşembe

QUEBEC'TE PEÇE YASASI


kanada'nın quebec eyaletinde, 2009 yılında mısır göçmeni bir kadın, peçesini çıkarmayı reddettiği için devlet tarafından düzenlenen bir fransızca kursundan atıldı. amacı, göçmenlerin eyaletin dili olan fransızca'yı öğrenerek yerleştiği toprakların kültürüne daha hızlı uyum sağlaması olan kurs, insanın dil öğrenmek için karşısındakinin yüzünü görmesi gerektiğini ve mısırlı kadının söylediklerinin peçe yüzünden doğru düzgün anlaşılmadığını öne sürmüştü.

kurstan atılan göçmen kadın, ayrımcılığa uğradığı gerekçesiyle mahkemeye gitme yolunu seçti. geçerli olan yasalar, büyük olasılıkla devletin davayı kaybetmesine yol açacağından, geçtiğimiz yıl quebec hükümeti, yeni bir yasa çıkarmaya karar verdi. yeni düzenleme, göçmenlerin yalnızca entegrasyon amaçlı dil kurslarından değil, devletin tüm hizmetlerinden yararlanabilmek için yüzlerini açmaları gerektiğini öngörüyor. yeni yasa için; seküler anayasa, göçmenlerin topluma uyumu ve kadın-erkek eşitliği ilkeleri başta olmak üzere, quebec'in kültürel değerlerinin korunması gerekçe olarak gösterildi.

örtünme ve kadının özgürleşmesi konusu, türkiye'deki türban tartışmalarından da bildiğimiz gibi, ilk bakışta olduğundan çok daha karmaşık. bir yanda örtünmeye zorlayan erkekegemen bir toplumsal çevre, belki de otoriter bir koca, diğer yandaysa yine kadının ne giyip ne giyemeyeceğine, ne düşünmesi ve nasıl hareket etmesi gerektiğine karar verme hakkını kendinde gören, yine otoriter (ve erkekegemen) bir devlet. kısacası, bu noktadan kadının özgürleşmesine giden bir çizgi çekmek oldukça güç. işin ilginç yanı, yasanın yalnızca kadınlara yönelik olduğunu düşünecek olursak, inancı ne olursa olsun, nasıl giyinirse giyinsin, erkekler her tür imkandan yararlanmaya devam edecek. kısacası, peçe taktığı için dil kursundan (ve devletin sunduğu diğer olanaklardan) yararlanamayan kadının belki de onu peçe takmaya zorlayan kocası, tüm bu olanaklardan faydalanabilecek. sonuçta, kadın-erkek eşitliğinin korunması ya da yaratılması bir yana, eşitsizlik daha da pekiştirilmiş oluyor.

yeni yasanın bir diğer gerekçesi olan göçmenlerin topluma uyumu ilkesinin, peçe takan kadınların dil kurslarından yararlanamaması, yani muhtemelen yerleştikleri ülkenin dilini doğru düzgün öğrenememesi ile ne kadar tutarlı bir biçimde hayata geçirildiğini belirtmeme sanırım gerek yok.

ancak tutarsızlığın doruk noktasına, "seküler devletin korunması" gerekçesiyle ulaşılıyor: yapılan düzenleme, belirli bir dine, islam'a, inanan belirli bir cinsiyete, kadınlara, yönelik. müslüman karşıtlığının, sekülerizm, eşitlik, ilericilik vb. maskeler arkasına gizlenmesinde her zaman olduğu gibi, yine basit bir "onların dini" - "bizim dinimiz" ayrımı söz konusu ki, "onlar" ve "biz" ayrımı özünde ırkçılığın temel yapıtaşlarından.

quebec'i "barbar müslümanlar"ın işgalinden korumak için, sayılarının 24 olduğu tahmin edilen peçeli kadınlara yönelik yasa çıkarılmasının, ırkçılıktan başka bir açıklaması var mı?

17 Aralık 2011 Cumartesi

İSTİKRAR - İSTİKRARSIZLIK


aşağıdaki metin; noam chomsky'nin, amerikan medya izleme grubu fair'in ("fairness and accuracy in reporting") yirmi beşinci yıl dönümü etkinliğinde yaptığı konuşmadan alıntıdır. ilgi çekici bulduğum için, (biraz üstünkörü de olsa) çevirip blogda yayınlamaya karar verdim.

abd ve müttefikleri, arap dünyası'nda gerçek demokrasiyi engellemek için ellerinden geleni yapacak. sebebi basit: bölgenin tamamında nüfüsun çoğunluğu, abd'nin kendi çıkarları açısından en büyük tehditi oluşturduğunu düşünüyor. abd politikasına karşı muhalefet o kadar büyük ki, kayda değer bir çoğunluk, iran'ın nükleer silahlara sahip olması durumunda bölgenin daha güvenli olacağını düşünüyor. en önemli ülkede, mısır'da, buna inananların oranı yüzde 80. diğer ülkelerde de benzer rakamlara rastlamak mümkün. bölgede yalnızca küçük bir azınlık, iran'ı tehdit olarak görüyor: yaklaşık yüzde 10. abd ve müttefiklerinin, halkın iradesine sadık hükümetler istemedikleri açık; zira bu durumda, abd yalnızca bölge üzerindeki kontrolünü kaybetmekle kalmayacak, aynı zamanda dışarı atılacak. tabii ki, bu onlar için kabullenilebilir bir durum değil.

wikileaks konusuna gelecek olursak: wikileaks'in konuya dair yayınladıklarıyla ilgili ilginç bir olgu var. wikileaks üstünden yapılan yayınların, en çok yayılan - heyecanla yorumlanan, manşet olan vesaire - bölümü, arap devletlerinin abd'nin iran'a yönelik siyasetini desteklediğini gösterenlerdi. arap diktatörlere ait olduğu iddia edilen sözlerdi. arap halkına değinilmiyordu; zira sonuçta halk, bir rol oynamıyordu. bu diktatörlerin bizi desteklemesinde sorun nerde? halklarını kontrol altında tuttukları sürece? sonuçta emperyalizm böyle bir şey. her şey yolunda olduğu sürece sorun nedir? bu insanlar, halklarını kontrol altında tuttukları sürece her şey yolunda, değil mi? izin verin, nefret kampanyalarını yapsınlar. diktatörleri onları kontrol ediyor ve bu diktatörler bize (abd'ye) olumlu yaklaşıyor. bu, az önce açıkladığım, yalnızca abd dışişleri'nin diplomatlarının - ve medyanın - yaklaşımı değildi, aynı zamanda entellektüel camia da genel olarak bu yönde tepki gösterdi. herhangi bir yorum bulamazsınız. abd'de, yukarıda değindiğim anketlere dair hiç, ama hiçbir şey yayınlanmadı. ingiltere'de birkaç yorum yapıldı, ama orada da çok sınırlı kaldı. arap halkının ne düşündüğü tamamen önemsiz gibi duruyor. tek önemli olan, kontrol altında tutuluyor olması.

bu gözlemlerin ışığında, gelecekteki politikanın nasıl olacağını anlamak zor değil, hatta küçük bir adım atmak yeterli. şöyle öngörebiliriz: zengin petrol yatakları olan ve bir diktatör tarafından yönetilen bir ülke istediğini yapmakta özgür. burada en önemli rolü suudi arabistan oynuyor. suudi arabistan, islami fundamentalizmin merkezi ve bu açıdan en aşırı, en baskıcı örnek. suudi arabistan'dan, aşırı radikal bir islamcılığı yayan misyonerler, mücahitler vs. fışkırıyor. bunun yanısıra, suudi arabistan'ın güvenilir ve itaatkar bir hükümeti var. sonuç olarak, ne istiyorlarsa yapabilirler. suudi arabistan'da da bir gösteri planlanmıştı. ama riyad'da polisin sokaktaki varlığı o kadar fazla ve korkutucuydu ki, kimse sokağa çıkmaya cesaret edemedi. bunda bir sorun yok, öyle değil mi? kuveyt'teki durum da bundan farklı değil. orada, hemencecik bastırılan kısa bir gösteri yaşandı. yorum yok.

bence en ilginç olan bahreyn. bu ülke, iki açıdan oldukça ilgi çekici bir örnek. bunların birincisi, amerikan beşinci filo'sunun ana limanının burada olması. beşinci filo, bölgede askeri açıdan önemli bir etken. ikinci ve daha önemli olan nedense, ada devletinin nüfusunun yaklaşık yüzde 70'inin şiilerden oluşması. bahreyn, coğrafi olarak doğu suudi arabistan'ın tam karşısında yer alıyor. ve orada da şiiler yaşıyor. aynı zamanda suudi arabistan'ın en önemli petrol kaynakları da ülkenin doğusunda. suudi arabistan, 1940'lardan bu yana dünyanın en büyük petrol üreticisi. dünyanın en büyük enerji kaynaklarının şiilerin yaşadığı bölgelerde olması, doğanın ya da tarihin garip bir cilvesi. şiiler, ortadoğu'da azınlık durumunda. ancak şans eseri, petrolün olduğu yerde, yani körfezin kuzeyini saran bir kuşakta yaşıyorlar: suudi arabistan'ın doğusunda, ırak'ın güneyinde ve iran'ın güneybatısında. stratejistler uzun süredir, şiilerin yaşadığı bölgelerin, bağımsızlık ve dünyanın en büyük petrol rezervlerini kontrol etme amacıyla gizli bir birlik altında birleşebileceklerinden çekiniyor. tabii buna tahammül edilemez.

bir isyan yaşanmış olan bahreyn'e geri dönelim. (kahire'deki tahrir meydanı'na benzetebileceğimiz) merkezi meydanda bir çadırkent oluşturuldu. ancak sonra suudiler'in yönettiği birlikler bahreyn'e girdi. böylece, ada devletinin güvenlik güçleri, isyanı şiddet kullanarak bastırma şansına kavuşmuş oldu. çadırkenti yıktılar. hatta bahreyn'in sembolü olan "inci"yi yok ettiler. ülkenin en büyük hastanesine saldırıp, hasta ve doktorları sokağa sürüklediler. şu anda her gün, düzenli olarak insan hakları aktivistleri tutuklanıyor ve işkence görüyor. kimilerinin el bileklerine vuruluyor, ama ne olacak, değil mi? bu açıdan, öncelikli olarak "carothers ilkeleri" geçerli: ekonomik ve stratejik hedeflerimizle uyumlu olan bir eylem iyidir. bunu daha şık bir biçimde yazabilirdik, ama önemli olan olgular.

zengin petrol rezervleri olan devletlerin itaatkar diktatörleri hakkında söyleyeceklerim şimdilik bu kadar. peki mısır'ın durumu nasıl? mısır, önemli bir ülke. diğer yandan petrol çıkartılan merkezlerden biri değil. mısır, tunus ve bu kategoriye dahil edebileceğimiz diğer ülkeler için düzenli olarak uygulanan kurallar geçerli. hatta bu kurallar o kadar düzenli olarak uygulanıyor ki, bu kuralları görmemek için neredeyse bir dahi olmak gerekiyor. en çok sevilen diktatörlere gelecek olursak: diplomat olmak istiyorsanız, bu dersi iyi öğrenin: abd'nin en sevdiği diktatörlerden biri zor bir duruma düşerse, mümkün olduğu sürece var olan tüm imkanlar seferber edilerek desteklenir. diktatörü desteklemek, örneğin ordu ya da iş adamları karşısına dikildiği için, artık mümkün olmadığında, onu cehennemin dibine gönderirler. bu hoş açıklamalar yapmanız gereken zamandır. demokrasiyi ne kadar da sevdiğinizden bahsedin. aynı zamanda, eski rejimi, belki başka, yeni isimlerle yeniden kurmayı denemelisiniz. bu, hep böyle yürüdü ve yürüyor. tabii ki, başarı garantisi yok, ama her seferinde bunu denerler: nikaragua'da somoza'ya, iran'da şah'a, filipinler'de marcos'a, haiti'de duvalier'ye, güney kore'de chun'a, kongo'da mobutu'ya, romanya'da (bir zamanlar batı'nın sevgilisi olan) çavuşesku'ya ya da endonezya'da suharto'ya bakın. tamamıyla rutin bir uygulama. şu anda mısır'da ve tunus'ta yaşananlar da, bunun tamamen aynısı. artık var olan durumu sürdürmek mümkün olmadığında, mübarek'i şarm el-şeyh'e gönderdiler. bir yandan eski rejimi yeniden kurmaya çabalarken, diğer yandan retoriğe yoğunlaşıyoruz. mesele bu; güncel sorun, bunun etrafında dönüyor. amy goodman'ın daha önce de dediği gibi: sonuçta ne olacağını bilemeyiz, ama şu anda içinde bulunduğumuz durum bu.

bir kategori daha var. zengin petrol rezervleri olan bir ülkenin diktatörünün akli dengesinin yerinde olmadığını düşünün: ne yapacağı tahmin edilemeyecek bir maceraperest. kastettiğim libya. bu durumda uygulanacak olan başka bir politika: güvenilir bir diktatör bulmaya çalışmak. şimdi tam olarak da bu gerçekleşiyor. tabii yapılanlar, kulağa hoş gelecek şekilde, "insani müdahale" olarak sunuluyor. bu da, tarihsel açıdan bakıldığında, neredeyse her durumda kullanılan bir silah. tarihe bir bakın. işin içine şiddet girdiğinde (ki failinin kim olduğunun bir önemi yok),şiddete her seferinde aynı retoriğin eşlik ettiğini görüyoruz: hitler, çekoslovakya'yı; faşist japonya, çin'in kuzeydoğusunu; mussolini, etiyopya'yı işgal ettiğinde (tarihte istisnalar çok nadir). bu meşrulaştırmalar üretiliyor, medya ya da yorumcular üretileni yayıyor ve bu arada söz konusu retoriğin hiçbir haber değerinin olmadığını, sürekli kendi kendini ürettiğini bilmiyormuş gibi yapıyor.

bunun gibi durumlarda, repertuara bir çeşni daha katılabilir, ki bu da sık sık kullanıldı ve kullanılıyor, özellikle de abd ve müttefikleri tarafından: bahsettiğim, rica, örneğin arap birliği'nin ricası, üstüne müdahale. tabii bunun anlamını iyi kavramalıyız. libya konusunda, arap birliği'nin ricası son derece çekingendi ve yaptıklarımız hoşlarına gitmediğinden hemen geri çekildi. ayrıca, arap birliği'nin bir ricası daha vardı. bir gazete şu manşeti atmıştı: "arap birliği, gazze'nin uçuşa kapalı bölge olmasını talep ediyor." bu, financial times'ın britanya baskısından alıntı. bu konu, abd'de haber olmadı. (doğrusunu söylemek gerekirse, yalnızca washington times bu konuda bir haber yaptı.) sonuçta bu bilgi, abd'de bloke edildi - tıpkı arap kamuoyunda yapılan anketlerin sonuçlarında olduğu gibi. bu tür haberleri istemiyoruz. "arap birliği, gazze'nin uçuşa kapalı bölge olmasını talep ediyor", bu amerikan politikasına ters. bu haberin dikkatimizi çekmesine gerek yok, basitçe ortadan kayboluveriyor.

başka kamuoyu yoklamaları hakkındaysa gayet güzel haber yapılıyor. daha birkaç gün önce new york times, bu tür bir haber yaptı. alıntı yapıyorum: "kamuoyu yoklaması, mısırlılar'ın çoğunluğunun israil'le 1979 yılında imzalanan barış anlaşmasının feshedilmesini istediğini ortaya koyuyor ve bu [anlaşma] mısır dış politikasının ve bölgedeki istikrarın köşe taşlarından biri." hayır, bu, tam olarak doğru değil. söz konusu anlaşma, aslında bölgedeki istikrarsızlığın köşe taşlarından biri. bu, aynı zamanda mısır halkının anlaşmayı ortadan kaldırmak istemesinin de nedeni. anlaşmanın amacı, temel olarak mısır'ı israil-arap çatışmasının dışında tutmak: böylece, israil'in askeri müdahaleleri açısından çekinilecek yegane faktör ortadan kaldırılmış oluyor. bu sayede israil, işgal altındaki topraklarda (illegal) operasyonlarını genişletme ve komşusu lübnan'a saldırma özgürlüğüne kavuşmuş oluyor. barış anlaşmasının imzalanmasının hemen ardından israil, lübnan'a saldırmış ve 20 bin insan öldürmüştü. güney lübnan'ı yıkıma uğratmış ve orada kendi kontrolündeki bir kukla yönetim oluşturmaya çalışmıştı.bu tam olarak başarılı olmadı. biz de anlayış gösterdik. mısır'la barış anlaşmasının imzalanmasının hemen ardından israil'de gösterilen tepki şöyleydi: keyfimizi kaçıracak maddeler içeriyor. örneğin sinai yarımadasındaki, tabii mısır'a ait olan kısmındaki, yerleşimlerimizden vazgeçmemiz gerektiği gibi. ama iyi yanları da var: çekinmemiz gereken yegane faktörden böylece kurtulmuş oluyoruz. bundan sonra, geri kalan hedeflerimize ulaşmak için şiddet kullanarak ve acımasızca hareket edebiliriz. ve öyle de oldu. bu, tam olarak mısır halkının barış anlaşmasına karşı çıkmasının nedeni. bölgedeki diğer herkes gibi, onlar da meselenin özünü anladılar.

diğer yandan, new york times, anlaşmanın bölgede istikrarın gelişmesine katkıda bulunduğunu yazarken yalan söylemiyordu. ancak önemli olan şu: "istikrar" sözcüğünden ne anlıyoruz? sözcüğün hangi işlevsel anlamını tercih ediyoruz? "istikrar", bu açıdan "demokrasi"ye çok benziyor. "istikrar", bir şeyin bizim çıkarlarımıza uygun olması demek. iran, afganistan'da ya da diğer komşu ülkelerde etkisini arttırmaya çalıştığında, bölgeyi istikrarsızlaştırdığından söz ediyoruz. abd, bu ülkelere girip, işgal ettiğinde ve yerle bir ettiğinde; bu, istikrara katkıda bulunmuş oluyor. bu bakış açısı o kadar normalleşti ki; 'foreign affairs'in geçmişteki genel yayın yönetmeni, şili hükümeti'nin abd tarafından devrilmesi ve yerine bir diktatörün yerleştirilmesi üzerine, abd'nin şili'yi istikrara kavuşturabilmek için önce istikrarsızlaştırmak zorunda olduğunu yazabildi. bütün bunları bir cümleye sığdırmayı başardı. ve yine de kimsenin gözüne batmadı. bu, temel olarak doğru - tabii, "istikrar" sözcüğünün anlamını doğru kavradığınız sürece. evet, parlamenter bir hükümeti devir, yerine bir diktatörlük geçir, bir ülkeye gir, 20 bin insanı öldür, ırak'ı işgal et ve binlerce insanı öldür ve bütün bunları istikrarın uğruna yap. istikrarsızlık, birisinin bize ters bir şeyler yapması demektir.

16 Aralık 2011 Cuma

A.C.A.B. # 40


bu kadar genç insanın aynı fikirde buluşması ne kadar güzel, hep söylemişimdir: uzlaşmayı, anlaşmayı becermek çok önemli... A.C.A.B.

9 Aralık 2011 Cuma

İNTİFADA 14 YAŞINDA



bugün birinci intifada'nın on dördüncü yıl dönümü. unutmamalı. o kol kırma görüntülerini izlediğimde yedi yaşındaydım ve hiç unut(a)mayacağım.

8 Aralık 2011 Perşembe

MUMIA İDAM EDİLMEYECEK

mumia'yı gülerken görmek çok güzel...
abdullah öcalan'ın kenya'da yakalandığı günü hatırlıyorum. babıali yokuşundan aşağıya inerken bir beyaz eşya dükkanının vitrinindeki dev ekran televizyonda görmüştüm. çok garip gelmişti. kendimi bildim bileli "kaçak" olan bir figürün, bilinçaltımdaki "devlet düşmanı"nın artık devletin elinde olduğunu düşünmek hayalgücümün sınırlarını zorluyordu. yaşadığım şaşkınlığın; dünya görüşümle, beklentilerimle, soğuk kanlı analizlerle vs. bir ilgisi yoktu. yalnızca insanların genelde yaptığı gibi, kendi miladımı, aklımın biraz olsun dünyaya ermeğe başladığı anı tarihin başlangıcı sandığımdan, o tarihten beri var olan şeylerin ezeli ve ebedi olduğu sanrısı akıl tutulmasına yol açıyordu. tıpkı barış manço'nun ya da kemal sunal'ın öldüğünü tasavvur etmenin güçlüğünde olduğu gibi.

yaşım biraz büyüyüp de, dünyanın değişebileceğini, dünyayı değiştirebileceğimi düşünmeye başladığımda, çocukluğum boyunca televizyonda hayatıma eşlik eden figürlere yenileri eklenmeye başladı. çoğu ben doğmadan ölmüş devrimciler; söyledikleriyle, yazdıklarıyla, görüntüleriyle yaşamımda gittikçe daha büyük bir alanı işgal eder oldular. kendimden daha büyük, benim yaşamadığım, görmediğim kavgaları vermiş insanların da etkisiyle, geçmiş, gitmiş, bitmiş şeylerin daha güzel olduğuna inandım. (öyle ya, onların verdiği kavgalar, yaşadığı aşklar, doğdukları, büyüdükleri, benimkiyle aynı adı taşıyan ama yine de "başka" olan şehir daha güzel olmasa, nasıl ikna edecekti "abiler" kendi güzelliklerine?)

efsaneleştirilmeye (ve dolayısıyla rantı yenmeye) daha uygun göçüp gitmişlerin yanında az sayıda hala hayatta olan ikon da, onlu yaşlarımın ortalarında karşıma çıkıp kafamı meşgul etmeye başladı. o figürlerden biri, işlemediği bir cinayetten, tamamı beyaz bir jüri tarafından suçlu bulunup on yıllardır idam edilmeyi bekleyen mumia abu jamal'dı.

yarın, mumia'nın mahpusluğunun otuzuncu yıl dönümü. ve dün, idamı bekleyerek geçen otuz yıl eksi iki günün sonunda, philadelphia başsavcısı seth williams, mumia'nın idam edilmeyeceğini açıkladı. ve ben yine inanamıyorum. yıllardır idamdan kurtarmaya çalıştığımız mumia, ilk büyük zaferini elde etti.

eğer olursa sanırım yine tasavvur etmekte zorlanacağım ama umuyorum ki, mumia bir gün daha büyük bir zafer elde ederek hapisten çıkacak. abd'nin kara panterler'in kimliğinde tüm kara derili insanlara olan kininin kurbanı olan mumia'nın hücrede geçen on yıllarını geri getirmekse, ne yazık ki hiçbir zaman mümkün olmayacak.

4 Aralık 2011 Pazar

YEŞİL YUMURTALAR


almanya'nın eski başkenti bonn'da, 85 devlet ve 15 uluslararası kuruluşun katılımıyla, 2014'te işgal ordularının çekilmesinin ardından afganistan'a yönelik siyasetin nasıl olacağının tartışıldığı bir konferans düzenlendi. ne yazık ki, "büyükler" içeride savaşlarının devamı olan "barış"ı tartışırken, sokağa çıkan "küçükler"in sayısı birkaç binde kaldı. (soğuk) savaş karşıtı hareketin içinden doğmuş olmalarına rağmen, almanya'nın ikinci dünya savaşı sonrası yeniden emperyalist savaşlara aktif katılımı açısından kilit rol oynayan yeşiller, yugoslavya'ya askeri müdahaleyi "ausschwitz'in tekrarlanmasını engellemek tarihi görevimiz" diyerek meşrulaştırmış, özellikle afganistan işgalinin ilk günden beri en azılı propagandistlerinden olmuştu. partidaşları içeride savaşın ve işgalin nasıl devam edeceğini tartışırken, yeşiller'in alman federal meclisi'ndeki vekillerinden hans christian ströbele, savaş karşıtlarıyla birlikte sokağa çıkmayı seçince yumurtaların hedefi oldu.

2 Aralık 2011 Cuma

MEKTUP


altı buçuk yıl önce, içki sofrasında apar topar alınmış bir kararla, hayatımın gidişatını - nedeni sorulduğunda umursamazca omuz silkerek geçiştiremeyeceğim kadar - değiştirmeye gittiğim o topraklara ayaklarımı yeniden bastım.

altı buçuk yıl önce hayatından çıkıp gittiğim o gün, hayatımın en büyük yenilgilerinden biriydi. bir karar vermiştim, üstelik istiyordum ama kendi arzularıma, hayallerime boyun eğecek gücüm yoktu. tam bir hafta bir şeyler söylemek istemiştim. kurmuştum kafamda yalnız kaldığım anlarda ve insanların yanında. duygularımı, düşüncelerimi en iyi dışa vuracağına inandığım ya da yalnızca kulağa hoş gelen sözlerin altını, yanlış, saçma cümlelerin, güçsüz ifadelerin üstünü çizmiştim kafamın içinde. hayattaki en güzel konuşmam olacaktı. kafamın içindeki sözler mükemmelleştikçe kopup gittiler gerçek konuşmalarımızın ait olduğu evrenden. beynimle dilim arasındaki mesafe uzadı da uzadı. ağzımı her açtığımda, aklımda birkaç cümle sonra "o konuşma"yı yapmak vardı da; ömürlerimizden yedişer gün eksildiğinde, kafka'dan tucholsky'ye, ispanya iç savaşı'ndan kafamda kurduğum şehre (ki ayrıntılarını hala senden başkasıyla paylaşmadım) her şeyden bahsetmiş, bir "o konuşma"nın ilk sözcüğünü dahi söyleyememiştim.

bilmiyorum kaç defa anlattım sana, insanın yapamadıklarından duyacağı pişmanlığın yükünün yaptıklarından duyacağınınkinden kat be kat ağır olduğunu. bilmiyorum, yıllar sonra, yapmadıklarımdan, yapamadıklarımdan pişman, karşına çıktığımda değeri var mı hiçbir sözümün. sen muhtemelen, yüzünde sevecen bir gülümsemeyle zırhımın altındaki insanla karşılaştığını düşünür, hata yapmanın ve yaralanmanın yaşamın bir parçası olduğunu söylerdin. bense kendime saygımı bozdurup harcıyorum yıllardır.

altı buçuk yıl önce gitmeyip kalsaydım, bugün nerelerde olur, neler yapardık bilmiyorum. işin ilginci, pek önemsemiyorum da. tek bildiğim ve gerçekten önemsediğim; yaşamımın geri kalanını senin yanında geçirme kararını hayata geçirdiğim o paralel evrende, yaşanmamışların yaşananlara hükmetmediği. sen ile benim hikayemizin böyle yarım kalmadığı.

altı buçuk yıl sonra karşılaştığımızda senin de benim gibi şaşırdığını görmek, yıllarca senin de sokaktaki insanları bana benzettiğini, karşılaşsak nasıl olacağını kafanda kurduğunu duymak. iyi mi oldu kötü mü, bilmiyorum. hayatımı yarım kalmış, kendimi biraz değerli, hatta biraz özel ama çokça da salak hissediyorum.

altı buçuk yıl geçti. altı buçuk yıldır yarım hayatım, altı buçuk yıldır keşkelerle, acabalarla düşünür oldum. ve en acısı, ağzımı açıp da, bin kere üstünden geçip mükemmelleştirdiğim o sözleri söylemeyi başaramadığım o haftanın bunca yıl ardından, bu yazıyı bile bilmediğin bir dilde yazıyorum.

10 Kasım 2011 Perşembe

ATATÜRK ÖLMEDİ CİHANGİR'DE YAŞIYOR!


evet, resimde de görüldüğü üzere atatürk ölmedi, cihangir'de yaşıyor! ("atatürk ölmedi, kalbimizde yaşıyor" vurgusuyla okumanız tavsiye edilir.) cihangir firuzağa kahvesinde bir yandan sigarasını tüttürüp bir yandan cep telefonuyla mesaj atan atatürk, kameralara yakalandı. bu da 10 kasım'ın aynı ayın dokuzuyla onbirini bağlamak dışında bir anlamı olmadığını anlamanız için yeterli olmazsa seneye artık yeni bir şeyler düşüneceğim.


PS resim bawerito - dalvador sali işbirliğiyle fakfukfon'dan. arada bir göz atın derim.

7 Kasım 2011 Pazartesi

"KARLSRUHE'NİN TEMİZ ÇALIŞACAĞINI UMUYORUM"

recep tayyip erdoğan'ın almanya ziyaretinde yapılan protesto eyleminden...

recep tayyip erdoğan'ın almanya ziyareti sırasında bir grup alman hukukçu; erdoğan, 2003'ten günümüze görev yapan milli savunma bakanları ve genelkurmay başkanları hakkında savaş suçu ve insanlığa karşı suç işledikleri, uluslararası anlaşmalarca yasaklanmış silahları kullandıkları iddiasıyla suç duyurusunda bulundu. britta eder, heinz-jürgen schneider ve heike geiswald, basına da sundukları 108 sayfalık metinde 2003-2010 yılları arasındaki on olayı ele aldıklarını, geçtiğimiz ekim ayında öldürülen 24 gerillaya yönelik kimyasal silah kullanıldığı iddiasını da dosyaya ekleyeceklerini söylediler.

gitta düperthal'ın, suç duyurusunun arkasındaki demokrasi ve uluslararası hukuk derneği'nin başkanı ve avukat heike geiswald'la yaptığı, junge welt gazetesinde yayımlanan röportajı türkçe'ye çevirmeye karar verdim.

hafta başı hamburglu avukatlar, savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlemek iddialarıyla türkiye başbakanı erdoğan hakkında karlsruhe'de suç duyurusunda bulundular. hemen ardından erdoğan, almanya ziyareti sırasında başbakan angela merkel'den kürdistan işçi partisi yanlılarıyla mücadelede destek sözü aldı. bu sizi şaşırttı mı?

türk hükümeti, yıllardır almanya'dan pkk'nin buradaki siyasi etkinliklerini kovuşturmasını talep ediyor. gerçekten de, pkk yanlılarının kovuşturulması için "terör örgütü oluşturma"yı cezalandıran 129a paragrafı kullanıldı. ayrıca, söz konusu etkinliklerin almanya'da gerçekleştiğini kanıtlama zorunluluğunu ortadan kaldıran 129b paragrafından da yararlanıldı. türk hükümeti'nin bu taleplerine hemen yanıt veren yalnızca şimdiki hükümet olmadı. kürtler'in partiye yakın örgütlenmeler kurmasını engelleyen pkk yasağını ilk uygulayan avrupa devleti 1993'te almanya'ydı. 2008'de alman içişleri bakanlığı, roj tv'nin bir prodüksiyon firmasını pkk'nin örgüt ağınının bir parçası olduğu iddiasıyla yasakladı.

sizce başbakan angela merkel'in türk başbakanına pkk'ye karşı mücadelede daha fazla destek sözü vermesinin arkasında bilgisizlik mi yatıyor; yoksa merkel yargısız infazlar, işkence ve cesetlere kötü muamele konularında erdoğan'a ve subaylarına yönelik suçlamalardan haberdar mı?

alman uluslararası ceza yasasına dayanarak yaptığımız suç duyurusundan haberi var mı bilmiyorum. ancak suçlamalar yeni değil, başbakan ve hükümetin geri kalanı haberdar olmalı. merkel, kürt direnişine baskı yapma çağrısına alışık olduğumuz üzere olumlu yanıt verdi. türk hükümeti, kürtler'in her tür siyasi etkinliğinin terör olduğunda diretiyor. onların bakış açısından kürtler'in haklarını savunan herkesle mücadele edilmeli. alman devleti, pkk'yi terör örgütleri listesi kapsamına alarak kriminalize etti. türkiye'deki sorunun, içsavaş benzeri bir durum olduğu almanya'da hiç anlaşılmıyor.

erdoğan'a karşı yaptığınız suç duyurusu bu siyasi atmosferde ne kadar başarı vaat ediyor?

karlsruhe'deki federal savcılığın temiz çalışacağını ve olayın üstünü örtmeyeceğini umuyorum. türkiye'deki sorun şiddetlendiği için şimdi suç duyurusunda bulunduk. son dönemdeki gelişmeler hakkında alman basınına yansıyan tek şey, pkk'nin 19 ekim'de ırak sınırındaki türk hedeflerine saldırısı. anlatılmayan, bunun türk ordusunun sivil halka da yönelen sayısız saldırısına yönelik bir cevap olduğu. suç duyurumuz son derece ciddi olaylara dayanıyor. bu kararı almamıza yol açan, 2010 yazında türk ordusu'nun gerillalara karşı kimyasal silah kullanması ve sivil halka yönelik dramatik insan hakları ihlalleriydi.

erdoğan almanya ziyareti sırasında, türkiyeli göçmenlere almanca sınavı zorunluluğu getirilmesini insan hakları ihlali olarak niteledi. aynı zamanda kürtçe türkiye'de eğitim dili olarak yasaklı.

erdoğan'ın "insan hakları ihlali" sözlerini ağzına alması alay eder gibi. zorunlu almanca sınavları hakkında tartışmamız gerekiyor. ama erdoğan gibi, birilerinin insan haklarına layık olduğu, başkalarınınsa olmadığını düşünen biri başlattığında değil. kısa bir zaman önce alman vakıflarını pkk'yi desteklemekle suçladı. amacı, kürtler'e yapılan her tür yardımı terör ilan etmek.

daha önce alman uluslararası ceza yasasına dayanarak bu çapta insanlar hakkında dava açıldı mı?

bu yasa 2003'te yürürlüğe girmişti. federal savcılık 2005'te, ırak'ta savaş suçu işlediği ve işkenceden sorumlu olduğu iddiasıyla hakkında suç duyurusunda bulunulan amerikan savunma bakanı donald rumsfeld'in davasını görmeyi reddetti. bu karardan önce rumsfeld, hakkında dava açılması halinde münih'te yapılan nato güvenlik konferansı'na katılmamakla tehdit etmişti. 2010 yılında federal savcılık, ruanda'da savaş suçu işlendiği iddialarıyla ilgili dava açtı.

6 Kasım 2011 Pazar

BERLIN - SOKAKTAN 1980-1984

12 aralık 1980 günü berlin-kreuzberg'deki bir ev işgaline destek vermeye giden insanlara polis cop ve göz yaşartıcı gazla saldırdı. o gece çıkan çatışma, berlin polisinin bildiği, tanıdığı boyutların çok ötesine geçti ve ev işgal hareketinde yeni bir dönemin müjdecisi oldu. birkaç ay içinde yalnızca berlin'de 160'tan fazla bina işgal edildi. aşağıdaki resimler, 1980-1984 arasında, ev işgal hareketinin en yoğun döneminde berlin'de çekilmiş. arşivin devamına buradan ulaşabilirsiniz.












4 Kasım 2011 Cuma

WIZO - RAF


deutsch-punk grubu wizo'nun raf şarkısı. aşağıya şarkının sözlerinin türkçe çevirisini koydum ki, anlayın, seviyorsak bir nedeni var. ve bir ihtimal punk'ın içerikten yoksun olduğu önyargısı hafiften sallansın tahtında.



daha küçük birer veletken
fazla bir şey bilmezdik
ama raf - polis oynamayı severdik
ben hiç polis olmak istemedim
çünkü polisler yalnızca pisliktir
terörist olmayı tercih eder
ve her şeyi havaya uçururdum
ve okuldaki sırama bir raf yıldızı kazıdım
şişko domuz müdürümüz öfkeden neredeyse patladı
kızıl ordu fraksiyonu - harika bir gruptunuz siz
kızıl ordu fraksiyonu - ben sizi hep süper buldum
ne yazık ki size katılmak için daha çok küçüktüm
yine de daha o zamandan kalbim kızıl ordu fraksiyonu için atardı
raf ne yazık ki neyin hayalini kurduğunu anlatmayı beceremedi
teori entellektüel ve karmaşıktı
onun için savaştıklarını
küçük adam asla tam olarak anlayamadı
böylece devlet onları halk düşmanı ilan ederek tecrit edebildi
raf denince kodamanlar altlarına sıçıyordu
onları her gece kovalayan kabuslarıydı

HANK SKINNER

henry watkins "hank" skinner

49 yaşındaki hank skinner, sevgilisini ve iki oğlunu öldürmek suçundan idam cezasına çarptırıldığı 1995'ten bu yana abd'nin teksas eyaletinde idamı edilmeyi bekliyor. 9 kasım 2011, eğer önüne geçilemezse skinner'ın gözlerini son kez yumduğu gün olacak.

başından beri suçsuz olduğunu iddia eden skinner'ı suçlu bularak idama mahkum eden mahkeme, çelişkili delillere dayanıyor: kan izlerinin incelenmesi cinayeti işleyenin kimliği hakkında herhangi bir ipucu vermezken, evin birçok yerinde skinner'ın parmak izlerinin, saçlarının vs. bulunması delil olarak kabul edilmişti. ancak, skinner'ın cinayetin işlendiği tarihte sevgilisiyle aynı evi paylaştığı düşünülecek olursa söz konusu "delil"lerin ne kadar delil olduğu tartışmalı. karar alınırken, cinayet silahının da aralarında olduğu birçok delilse ciddi bir incelemeye tabi tutulmadı. ayrıca, savcılığın en önemli şahidi ifadesini geri çekeli yıllar olmasına rağmen idam kararında değişiklik olmadı.

skinner, 2000 yılından bu yana incelenmeyen delillerin incelenmesini talep ediyor. ancak, mahkeme bu talebi dava sürerken gerçekleşmemiş olması nedeniyle reddetmekte. 2010 martı'nda, abd yüksek mahkemesi skinner'ın idamına yarım saat kala uygulamayı durdurmuştu. daha sonra, teksas eyaletinde mahkeme kararının ardından dna testi yapılmasını engelleyen kanun yürürlükten kalktı. ancak yine de skinner'ın durumunda şimdilik değişen bir şey yok. suçsuzluğunu kanıtlayabilecek dna testlerini yapmak yerine, yeni bir idam tarihi belirlendi. skinner'ın 9 kasım'daki idamının yeniden engellenmesi ve gerekli dna testlerinin yapılması kamuoyu baskısına bağlı.

"savcının tek yapması gereken delilleri gözden geçirmek. böylelikle gerçek açığa çıkacak. suçsuzsam eve gideceğim, suçluysam öleceğim," diyen skinner'ın sesine kulak verilmesini sağlamak, abd'deki idam karşıtı hareketin öncelikli hedeflerinden.

23 Eylül 2011 Cuma

"TEMBEL YUNAN"


maaşlı çalışanların ortalama haftalık çalışma süresi:

yunanistan: 39.7 saat
ispanya: 39.4 saat
portekiz: 39.5 saat
italya: 38.5 saat
fransa: 38 saat
büyük britanya: 40.5 saat
danimarka: 38.6 saat
avusturya: 42.9 saat
almanya: 40.5 saat

yıllık ücretli izin:

yunanistan: 23 gün
ispanya: 22 gün
portekiz: 22 gün
italya: 28 gün
fransa: 25 gün
büyük britanya: 24.6 gün
danimarka: 30 gün
avusturya: 25 gün
almanya: 30 gün

reel emeklilik yaşı:

yunanistan: 61.9
ispanya: 61.4
portekiz: 66.6
italya: 60.8
fransa: 58.7
büyük britanya: 63.2
danimarka: 63.5
avusturya: 58.9
almanya: 61.7

2000-2009 arası ortalama yıllık çalışma saati başına işçilik maliyeti artışı:

yunanistan: 3.8 %
ispanya: 4.5 %
portekiz: 3.2 %
italya: 3.3 %
fransa: 3 %
büyük britanya: 4.2 %
danimarka: 3.5 %
avusturya: 2.8 %
almanya: 1.9 %

17 Eylül 2011 Cumartesi

ÇARŞAMBA ÖĞLEDEN SONRA


kapı çalar. adam kapıyı açar. "sözleşmiş miydik?", "hayır". kadın içeri girer. adam, az sonra sevişmeyecekmiş gibi yapmak için kahve yapar. başka bir odada london calling çalmaktadır. yalnız yaşayan erkeklere özgü dağınıklığın ortasında giysilerini parçalarcasına çıkarırlar. ve izleyici iki insanın şehvet dolu bütünleşmesi dışında her şeyi unutur. erkek ve kadının inlemeleri birbirine karışır. ve son. kadın kalkar, neredeyse soyunduğu hızla giyinir. çekingen bir bakış tek vedadır. hızlı adımlarla evi terk eder. başladığı gibi bitmiştir. iki yabancı. öncesi ve sonrası olmayan bir sevişme.

iki yabancının sevişmesi: jay ve claire her çarşamba şaşalı günleri çoktan geride kalmış bir evde buluşup sevişir. adları, geçmişleri, yaşamları yoktur. çarşamba öğleden sonraları konuşmazlar. yalnızca şehvet. su katılmamış erotizm. aşk ilanı, evlilik hayali, verilen - ve çoğunlukla tutul(a)mayan - sözler yoktur. bu kadar güzel olan bir şeyin uzun sürmeyeceği; hayatın kimsenin yüksek sesle söylemeye cesaret edemediği, ama herkesin içten içe bildiği gizli kurallarından.

ve bir gün büyü bozulur. adem'le havva'ya bile bir ömür için yar olmayan cennet, jay ile claire'i de kovar. jay'in claire'i evde bekleyişinin beyhude olacağı gün gelir. üstelik, aynı adem'le havva'da olduğu gibi jay ve claire'e cennetin kapılarını kapayan meraktan başka bir şey değildir. yasak elmayı ısıran jay, her şeyi bok eder.

jay, bir gün evden çıkan claire'i takip etmeye başlar. ve merakı onu adım adım londra'nın bir kenar mahallesinde claire'in oynadığı tiyatro salonuna götürür. salonun üstündeki barda, gizli aşığına dair merakını dindirebilecek yegane insan olduğundan sımsıkı sarılacağı, claire'in taksi şoförlüğü yapan kocası andy'yle tanışır. geveze, çirkin ve şişman olan adam, şehvetin karşıtıdır. ilk başlarda bilmese de, andy zamanla, claire'in tiyatro sevdasından kıskançlığa karısının çevresinde dönen muhabbetlerinin ortağı jay'in gizli kimliğinin farkına varır. andy'de bilme istencinin de karşıtının vücut bulması, onu intimacy'nin en acınası figürüne dönüştürür.

jay'in takibi, bir gün izlediğini kaybetmesiyle sonuçlanır. ve onun kaybettiğini claire bulur: av ile avcı yer değiştirmiştir artık. claire, izlenildiğini bilmeyen jay'in peşindedir. ve böylece chéreau, izleyiciyi oyuncuların gerçekten seviştiği nadir filmlerden olan intimacy'nin en şehvetli sahneleriyle başbaşa bırakır. hınzır şehvetle dokunanı yakan aşk claire'in gözlerindeki bakışta buluşur. basit ve güzel olan pek çok şey gibi, patrice chéreau'nun izleyiciyi içine soktuğu çarşamba öğleden sonraları da, bir insanın daha fazlasını istemesiyle son bulur: jay 'i izleyen adımları, claire'i oynadığı tiyatronun üstündeki bara götürür.

chéreau; hollywood'un her gün daha da görkemli hale gelmek zorunda olan bir şiddet fantazisinde kendini dışa vuran tutucu ve tutuk seksinin, bastırılmış müstehcenliğinin karşısına sıradan iki insanın çıplaklığını koyuyor. kirli sakallı, dağınık haliyle jay'in bedeni, pornografize/imal edilmişten uzaktır. claire; her erkeğin sahip olmak isteyeceği değil, her erkeğin sahip olabileceği sıradanlıkta bir kadın olarak karşımıza çıkar; ameliyat masasından az önce kalkmış gibi taze ve plastik hollywood bedenlerinden farklılığıyla, gerçek insanların gerçek insanları arzulamasının bir sembolüne dönüşür. jay'in, yanında uyuyan kadını, gözlerinde her çarşamba öğleden sonra biraz daha güçlenen aşkla izlediği sahnede yönetmen, sıradanlığın aşık olunacak bir güzelliğe dönüşmesini sergiliyor. ve böylece izleyici jay'in içine giriyor, claire'e aşık oluyor. chéreau; aşkı, sinemanın ana hapsederek bir duruma dönüştüren sınırlarının ötesine götürerek, gerçek hayatta olduğu gibi bir süreç-hareket olarak yeniden gerçekleştiriyor.

takip motifi intimacy'nin kalbini, jay'le claire'in rolleri değiştiği takip sahnesiyse düğüm noktasını oluşturuyor. hollywood'un sevdiği, hız ve şaşalı kazalar, patlamalarla kotarılan klasik takip sahnelerinin aksine; chéreau, takibin merkezine merakı koyuyor. araçla amaç, takip etmekle ulaşmak, bir olup merakta birleşiyor. ve merak bilgiye ulaştırıyor. neredeyse tüm filmler, sorduğu soruları eninde sonunda yanıtlayan öyküler üstüne kuruludur. tüketmenin gittikçe kolaylaşmak zorunda olduğu, salatanın yıkanıp doğranmışının satıldığı, hayatın içeriğinin twitter'da 140 karaktere sıkıştığı bir çağda izleyicinin beklediği de zaten bundan başkası değil. oysa intimacy'nin anlattığı öykü; bilmekle değil, bilmek istemekle ve soru sormakla ilgili. jay ile claire için merakın son bulup bilgiye dönüştüğü anda izleyicinin kendini ne yapacağını bilemez halde ortada bırakılmış hissetmesi; jay ile claire'in, birbirlerine bir daha ilk sevişmelerinde, birbirleri hakkında bedenlerinin anlatmadığı hiçbir şey bilmezken olduğu kadar yakınlaşamamalarından. tutku bilmek istemekte yatıyor, bilginin beraberinde getirdiği tatminse tutkuyu boğuyor.

intimacy, tutkuyu beyazperdeye aktarmakta paris'te son tango'nun yanına adını yazdırmayı hak eden yegane film. ve orson welles'in, sorduğu en büyük soruyu, iki saatlik sinema festivalinin izleyiciyi ulaştırdığı cevabın içine saklayan başyapıtı citizen kane'e çekingen bir selam gönderiyor.

16 Eylül 2011 Cuma

EMRİNİZE AMADEYİM PAŞAM


uluslararası istanbul bienali 2007 yılından beri koç holding’in sponsorluğunda gerçekleştiriliyor. bu durum önümüzdeki on beş yıl boyunca da böyle devam edecek. hatırlayacağınız gibi geçen seneki 11. istanbul bienali bertolt brecht’in “üç kuruşluk opera” adlı eserinden yola çıkmış ve koç hanedanlığı, türkiye’de yaşayan sanatçılara, “insan neyle yaşar?” sorusunu sorarak bir çağrıda bulunmuştu. sermayenin brecht’i şevkatle bağrına basması tartışmalara neden olmuş hatta “istanbul beğenal, direnal ve alternatif platform” yaratıcı eylemlerle de protesto etmişlerdi.

şimdi bir kez daha, küresel kültür başkenti istanbul’da 12 eylül’ün hemen ertesinde aynı sahne yeniden kurulacak. herkes yerlerini alsın! sermaye yaldızlı sanat maskesini takacak. silah sanayi ve kültür endüstrisinin, finans kenti ve kültür başkentinin tek ve aynı sistemin iki farklı yüzü olduğunu ispat edercesine koç holding gururla sunacak: “isimsiz.”

açıkçası bu kez de başlık bize biraz korkakça geldi; utanmış da saklanmış gibi, muhbir gibi, itirafçı gibi. bienalin başlığı faili meçhul isimsiz mektupları düşündürdü. biz de imzası belli, ismi üzerinde sahici bir mektup bulalım dedik. adı konsun bu işin artık. okunsun ve hatırlansın. kültür sanat hamisi babacan sermaye türkiye’nin ekonomik düzenini kurarken elleri titremeden imzaladı bu mektubu.

koç holding’in kurucusu ve sahibi vehbi koç’un 3 ekim 1980’de kenan evren’e yolladığı mektuptur:

“yakalanan anarşistlerin ve suçluların mahkemeleri uzatılmamalı ve cezaları süratle verilmelidir. polis teşkilatı teçhiz edecek ve onu kuvvetlendirecek imkânlar genişletilmeli, gerekli kanunlar bir an önce çıkarılmalıdır. işçi-işveren ilişkilerini düzenleyecek olan kanunlar asgari hata ile çıkarılmalıdır. bazı sendikaların türk devleti’ni ve ekonomisini yıkmak için bugüne kadar yaptıkları aşırı hareketler, göz önünde bulundurulmalıdır. dİsk’in kapatılmış olmasından dolayı bir kısım işçiler sendikal münasebetler yönünden bekleyiş içindedirler. militan sendikacılar bu işçileri tahrik etmek ve faaliyeti devam eden sendikaların yönetim kadrolarına sızarak davalarını devam ettirmek niyetindedirler. bu durum bilinerek hazırlanacak kanunlarda gerekli tedbirler alınmalıdır. komünist parti’nin, solcu örgütlerin, kürtlerin, ermenilerin, birtakım politikacıların kötü niyetli teşebbüslerini devam ettirecekleri muhakkaktır, bunlara karşı uyanık olunmalı ve teşebbüsleri mutlaka engellenmelidir. zatıalilerine ve arkadaşlarınıza muvaffakiyetler temenni ediyorum. emrinize amadeyim. “
bu mektup sömürü düzeninin kuruluş sözleşmesi, faşist iktidarın protokolü, işçiler, öğrenciler, sanatçılar ve ülkenin tüm ilerici güçleri için idam fermanıdır.

on yıl boyunca bir dize şiiri, bir paragraf romanı, bir muhalif resmi işkencelerde, cezaevlerinde sanatçıların burunlarından fitil fitil getiren bir güç hangi sanata destek çıkar? sosyal devlet anlayışı gereği sanata, eğitime, sağlığa harcanması gereken paralar, şişirme operasyonlarla dağları taşları bombalayarak harcanırken devletin savunma ihalelerini alan bir firma neden biz sanatçılara sponsor olur? 90’lı yıllarda yapılan bir araştırmaya göre devletle işbirliği içinde olan büyük sermaye gruplarına borcu olmayan insan yokken, hatta bu holdinglere borçlu çocuklar doğmuşken, koç hanedanlığı bu dikensiz gül bahçesinde neden sanat ve sanatçıya sponsor olur?

unutturmak iktidarın en büyük silahıdır. ama biz o isimleri hiç unutmadık. ne insanca yaşamak için bedel ödeyenleri ne de yaşamı pazarlamak için can alanları. gerçekleri gün yüzüne çıkarmak için, üzerindeki yaldızı çekinmeden kazıyınız. göreceğiniz bu ülkenin geçmişi, bugünü ve geleceğidir.

15 eylül 2011, kamusal sanat laboratuarı

7 Eylül 2011 Çarşamba

DORTMUND 2011


3 eylül cumartesi günü naziler, almanya'nın batısında en güçlü oldukları şehirlerden biri olan dortmund'da “ulusal savaş karşıtı gün” yürüyüşlerini gerçekleştirdi. dresden'de yıllık olarak düzenlenen ve avrupa'nın en büyük nazi yürüyüşlerinden biri olan “dresden bombardımanının kurbanlarını anma” yürüyüşünün yapılmasının, antifaşistlerin kararlı mücadeleleri sonucunda imkansız hale gelmesiyle, dortmund yürüyüşü nazilerin almanya çapında en önemli kitlesel etkinliği olmaya aday.

antifaşistler, dresden'de olduğu gibi dortmund'da da nazileri yürütmemeyi amaçlıyordu. yürüyüş güzergahındaki caddeleri kitle yığınağıyla tıkamak için on binden fazla insan şehrin sokaklarındaydı. naziler, dresden travmasını tam olarak üstlerinden atamamış ve bir kez daha yineleneceğinden çekinmiş olacaklar ki, sayıları yedi yüz civarında kalmıştı. şehrin sosyal demokrat belediye başkanı dahi, polisin nazileri engellemeye çalışanların suç işlediği açıklamasına karşın antifaşist eylemcileri desteklediğini açıklamıştı. ancak, polisin elinden geleni ardına koymayarak yürüyüşü koruma kararlılığı göz yaşartıcı sprey, cop ve tazyikli suda vücut bularak, nazilere bir kez daha almanya sokaklarında insanlık düşmanı ideolojilerinin propagandasını yapma olanağı verdi.

çoğunlukla şiddetsiz oturma eylemleriyle, faşizmin yanında savaşa da tepkilerini göstermek isteyen eylemcilerin birçoğu, polis şiddetinin kurbanı oldu. yaralıların sayısı tam olarak bilinmezken, üçte biri on sekiz yaş altındaki gençlerden oluşan iki yüz yetmiş kadar antifaşist eylemci gözaltına alındı. gözaltındaki eylemcilerden suyu dahi esirgenirken, polisin tavrını yumuşatmaya çabalayan sol parti parlamenterleri de etkisiz kaldı. (dortmund'un da yer aldığı) nordrhein-westfalen eyalet parlamentosu sol parti grup başkanı wolfgang zimmermann'ın danışmanı da, polis şiddetini protesto etmesinin karşılığını dövülüp hastanelik edilerek aldı.

nazilerin dresden'de durdurulmasının ancak yıllar süren bir mücadele sonucunda başarıldığı düşünülecek olursa; kararlı bir mücadelenin, polis şiddetine ve devletin antifaşist hareketi kriminalize etme çabasına karşın önümüzdeki yıllarda faşist propagandaya dortmund sokaklarında da tek bir santimentrekare dahi bırakmaması büyük olasılık.

ırkçılığın, özellikle de müslüman düşmanlığının hızla yayıldığı günümüzde, nazi partisi npd'nin (“nationaldemokratische partei deutschlands” – almanya ulusal demokrat partisi) mecklenburg-vorpommern'de, kimi seçim bölgelerinde yüzde otuzun üstünde oy alarak ve toplamda yüzde altıyla eyalet meclisine girmeyi başardığı düşünülecek olursa, faşizme karşı mücadelenin hala güncelliğini koruduğu apaçık ortada.

23 Ağustos 2011 Salı

LİBYA'DA NATO SAVAŞI - DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI İÇİN Mİ?

aşağıdaki metin, claus schreer tarafından isw (institut für sozial-ökologische wirtschaftsforschung - sosyal ekolojik ekonomi araştırmaları enstitüsü) için kaleme alınmış. libya'daki isyancıların yönetici kademesinin ve batılı devletlerin içsavaştaki amaçlarını anlamak adına önemli bilgiler içerdiğini düşündüğümden, gecikmeli olarak da olsa türkçe'ye çevirdim.



süddeutsche zeitung 8 haziran 2001'de "nato libya'nın başkentini kesintisiz olarak bombalarken, isyancılar trablus üstüne yürüyor" başlığını atmıştı. şimdiye kadar 700'den fazla sivil nato bombardımanının kurbanı oldu.

nato, hava saldırılarıyla isyancılarla trablus arasındaki engelleri ortadan kaldırıyor. cia'in ve ingiliz gizli servisi mi-6'in özel timleri, bombalanacak hedefleri keşfetmek için haftalardır libya'da. ve batılı devletler, bm silah ambargosuna karşın isyancıları en modern silahlarla donatıyor.

tunus'ta ben ali'nin ve mısır'da mübarek'in halk isyanları sonucunda iktidardan indirilmesinin ardından; bu diktatörleri on yıllarca silahlandırmış, finanse etmiş ve kollamış olanlar, hatalarından öğrendiklerini, artık arap halklarının yanında yer aldıklarını ve refah, demokrasi ve insan hakları mücadelelerini desteklediklerini iddia ediyor.

londra, washington ve paris hükümetleri; bu yalancı propagandanın eşliğinde ve sivil halkın korunması bahanesiyle, libya'da uluslararası hukuka aykırı bir savaş başlattı. birleşmiş milletler güvenlik konseyi'nin çoğunluğu, ingiltere, abd ve fransa'ya bu konuda tam yetki verdi.

birleşmiş milletler güvenlik konseyi'nin kararı

birleşmiş milletler güvenlik konseyi; kararını, "libya'daki durumun dünya barışı ve uluslararası güvenlik için bir tehdit oluşturduğu" anlamına gelen bm şartının yedinci bölümündeki 1973. maddesine dayandırıyor.

ancak bu iddia kesinlikle doğru değil. libya ne başka bir ülkeye saldırdı, ne de herhangi bir ülkeyi tehdit etti. bu yüzden, kararda libya'nın neden tehdit oluşturduğuna dair herhangi bir açıklama yer almıyor. onun yerine, güvenlik konseyi'nin "şu anda sivil nüfusa karşı gerçekleştirilen yaygın ve sistematik saldırıların, insanlığa karşı işlenmiş bir suç teşkil etme olasılığının değerlendireceği" belirtiliyor. kararda "olasılık" sözcüğü geçiyor. bu olasılığı destekleyen olgulara ise değinilmemiş.

ancak haziran başı, güvenlik konseyi kararının iki buçuk ay ardından, birleşmiş milletler insan hakları konseyi'ne bağlı bir soruşturma komisyonu konuya dair bir rapor yayınladı. bu rapor, yalnızca libya'nın resmi ordusunun değil, isyancıların da insanlığa karşı suç işlediğini iddia ediyor. süddeutsche zeitung 3 haziran 2011'de; soruştuma komisyonunun, "kaddafi kontrolündeki bölgede cinayet işlendiğine ve işkence yapıldığına dair işaretler olduğu, ama isyancıların kontrolündeki bölgede de, özellikle afrikalı göçmen işçilere karşı insanlık dışı davranışlarda bulunulduğu ve hatta savaş suçları işlendiği" sonucuna vardığını yazıyordu.

güvenlik konseyi kararının maddeleri

kararın birinci maddesi; "acil ateşkes, şiddetin ve sivillere yönelik saldırıların ve insanlık dışı davranışların tamamen sonlandırılması"nı talep ederken; ikinci madde, "krize, libya halkının meşru taleplerine ters düşmeyen bir çözüm bulunması için yoğun bir çaba gösterilmesi"nin gerekliliğini vurguluyor. iki madde de, kağıt üstünde içsavaşın her iki tarafı için de geçerli.

fakat savaş koalisyonu, "acil ateşkes"i yalnızca kaddafi'nin birliklerine kabul ettirmek istiyor. ve böylece libya içsavaşı'nda isyancıların tarafında yer alıyor. bu, "bir devletin toprak bütünlüğüne ve siyasi bağımsızlığına yönelik her tür şiddeti ya da şiddet tehdidi"ni yasaklayan birleşmiş milletler şartı'nı açık bir biçimde ihlal etmek anlamına geliyor.

birleşmiş milletler güvenlik konseyi dahi "herhangi bir devletin kendi iç yetki alanına giren konulara müdahale" etmeye karar verme hakkına sahip değil. (bm şartı'nın 1. bölümünün 2. maddesinin 4. ve 7. paragrafları)

ancak kararın yedinci ve altıncı maddeleri neredeyse sınırsız bir savaş için yetki niteliğinde. bu maddelerde güvenlik konseyi, savaş yürütmeyi arzulayan devletlere "libya'da saldırı tehdidi altındaki sivilleri ve yaşam alanlarını korumak için gerekli tüm önlemleri alma" yetkisini tanıyor. bu konudaki yegane kısıtlama libya topraklarında "diğer devletlere ait her tür işgal birliği"nin yasak olması. ancak müdahil güçler bu kısıtlamanın kara kuvvetlerinin sınırlı bir süre için kullanılmasını kapsamadığı kanaatinde.

altıncı madde, sonuçta "libya hava sahasının tüm uçuşlara kapatılması"nı öngörüyor. bu maddeden kaynaklanan "uçuş yasağına uyulması için gerekli tüm önlemlerin alınması" yetkisi, nato'ya savaş izni olarak hizmet ediyor.

birleşmiş milletler güvenlik konseyi, böylece kaddafi'yi  artık çıkarlarının güvenilir bekçisi olarak görmeyen ve şimdi - uluslararası hukuka aykırı bir biçimde - askeri müdahaleyle libya'da bir rejim değişikliği yapma şansını sezen devletlere, amaçlarına ulaşmakta yardımcı olma görevini üstlendiğini ortaya koyuyor.

birleşmiş milletler kararını veto etme hakkına sahip olan rusya ve çin, oylamada çekimser kalarak kararın geçmesine izin verdiler. rus ve çin hükümet sözcülerinin, sonradan bombardımanlardan duydukları "üzüntü"yü dile getirmeleri saflık olarak adlandırılabilirdi, ancak batılı savaş ittifakına yapılan bu eleştiri gerçekte yalandan ve su katılmamış alaydan ibaret. çünkü saldırıların nasıl yürütüleceği baştan belliydi. washington, londra ve paris hükümetleri, libya'daki içsavaşı "isyancılar"ın zaferiyle sonlandırmak istediklerini hiçbir zaman gizleme gereği duymadı.

daha 11 mart'ta, kısacası birleşmiş milletler güvenlik konseyi'nin savaş yetkisi vermesinden bir hafta önce, abd devlet başkanı obama şöyle demişti: "kaddafi'nin yanlış tarafta olduğuna inanıyorum. muhalefetle ilişkiye geçeceğiz ve kaddafi'yi iktidardan indirme amacımıza ulaşmak için uluslararası kuruluşlara başvuracağız." (ndr info: das forum, 26.03.2011)

hiçbir zaman ateşkesi sağlama amacı güdülmedi. hiçbir zaman içsavaşın tarafları arasında yapılacak bir anlaşmaya dayalı bir çözüm göz önüne dahi alınmadı. venezüela'nın, türkiye'nin ve afrika birliği'nin aracılık yapma girişimleri dikkate dahi alınmadı.

ve çin ve rus hükümetleri de biliyor ki, birleşmiş milletler nato'nun savaşını ne düzeltebilir, ne de durdurabilir. çünkü veto hakkına sahip olan abd, fransa ve ingiltere'nin onayı olmadan şu anda geçerli olan karar artık değiştirilemez.

libya dışişleri bakan yardımcısı halit kaim, daha kararın açıklandığı gün, trablus hükümeti'nin ilan ettiği ateşkesi gözlemlemek için uluslararası bir komisyonun libya'ya gönderilmesini önerdi. focus online, 19 mart günü şöyle yazıyordu: "libya'da iktidarda olan kaddafi, uluslararası baskılara dayanamayarak silahları susturdu." dışişleri bakanı hillary clinton'nın yanıtı "olsaydı somut kanıtlar görürdük, ki böyle bir şeyin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belirsizliğini koruyor" oldu. ve batı başkentlerinde, libya'daki durumu aydınlatma arzusu, ateşkesin sağlanmasına ve uluslarası bir komisyon tarafından gözlenmesine duyulandan fazla değildi. savaş yanlıları, aynı gün hava saldırılarını başlattı.

nato'nun savaş yalanları

"libya'nın diktatörü kendi halkına karşı savaş yürütüyor ve sistematik olarak sivil halkı bombalıyor." nato saldırısının başlamasından önceki haftalarda medyada çıkan haberler bu ve benzeri biçimdeydi. lüksemburg dışişleri bakanı, daha 23 şubat'ta "libya'da 'büyük çapta bir soykırım' gerçekleştiğini" açıkladı. abd'nin bm temsilcisi susan rice "kaddafi'nin kendi halkını kestiğini" iddia etti. (frankfurter allgemeine zeitung 03.03.2011)

bu açıklamaların ne kadar kuşkulu olduğunu, abd savunma bakanı gates'in "pentagon'un elinde, devrim lideri kaddafi'nin sivil hakı havadan bombalattığına dair bir kanıt olmadığı, bu bilginin yalnızca basındaki haberlere dayandığı" şeklindeki açıklaması açıkça ortaya koyuyor. (frankfurter allgemeine zeitung 03.03.2011)

uluslararası hukuk uzmanı reinhard merkel, 22 mart'ta frankfurter allgemeine zeitung'da "kaddafi, kendileri de savaşın bir parçası olan silahlı isyancılara karşı savaş yürütüyor. birkaç saat öncesinde fırıncı, ayakkabıcı ya da öğretmen olmuş olsalardı dahi, isyancılar silahlanıp savaşmaya başladıkları andan itibaren artık sivil olmazlardı. kaddafi'nin birliklerinin sivilleri öldürdüğü birçok kez iddia edildi, ancak hiçbir kaynakta inandırıcı biçimde belgelenmedi" yazarken haklıydı. (frankfurter allgemeine zeitung 22.03.2011)

almanya'nın libya savaşı'ndaki rolü

alman hükümeti'nin, birleşmiş milletler güvenlik konseyi'nin savaş yetkisi kararına 'evet' oyu vermemesine medyanın ve aynı zamanda spd'li ve yeşil parlamenterlerin duyduğu öfke büyüktü. ancak almanya'nın resmi çekimserlik açıklaması; gerçeğin, en iyi olasılıkla ancak yarısı. alman ordusu, nato hava saldırılarına aktif olarak katılmasa da; başbakan merkel, daha 19 mart'ta yapılan libya özel zirvesi'nde, alman hükümeti'nin askeri müdahalenin hedeflediği sonuçları desteklediğini açıkladı. savaş koalisyonuna "başarı" dileklerini açıkça dile getirdi. iki hafta sonra nato, almanya'nın da onayıyla libya'daki savaşın komutasını üstlendi. ve libya'da savaşan nato devletlerinin yükünü hafifletmek için awacs görevleri üstlenecek 300 alman askeri daha afganistan'a gönderildi.

başbakan, paris'te abd'nin libya savaşı için almanya'daki askeri üsleri kullanabileceği sözünü verdi. nato savaşın komutasını üstlenene kadar; abd saldırılarının komuta merkezi, pentagon'un stuttgart'taki afrika bölgesi komutanlığı "africom"du. "us-africa command", daha saldırının başladığı gün, yalnızca libya hava kuvvetleri'nin etkisiz hale getirilmediğini, hava alanları ve uçaksavar mevzilerinin bombalanmadığını, aynı zamanda kaddafi'nin kara kuvvetlerinin de bombardımanın hedefleri arasında yer aldığını açıkladı. almanya'daki spangdahlem amerikan hava üssünden havalanan hayalet uçaklar da saldırılara katıldı. aynı şekilde abd'nin kullandığı awacs uçaklarının komuta merkezi de almanya'da yer alıyor. bu uçaklar, uçan hava gözetleme ve uçuş komuta merkezleri olarak iş görüyor ve şu anda libya'daki hedeflere gerçekleştirilen nato saldırılarını koordine ediyor.

almanya, böylece daha önce yugoslavya, afganistan ve ırak savaşlarında da olduğu gibi libya savaşında da önemli bir işleve sahip.

kaddafi rejimi ve libya'daki yaşam koşulları

ingilizler'in iktidara getirdiği kral 1. idris'in, "özgür subaylar hareketi" tarafından 1969'da devrilmesinin ardından libya devlet başkanlığını üstlenen muammer kaddafi, uluslararası siyasette antiemperyalist bir rol oynayan "arap sosyalizmi"nin savunucusu olarak kabul ediliyordu.

kaddafi, tobruk'taki ingiliz hava üssünü ve trablus'daki dev abd hava üssü "wheelus field"i kapattırdı. petrol sahalarını ve tüm petrol endüstrisini kamulaştırdı. tarlaları kamulaştırılarak yoksul köylüler arasında paylaştırdı. bedava sağlık hizmeti, dul, yetim ve yaşlılar için para yardımı, zorunlu ve parasız eğitim ve trablus, bengazi ve sebha'da üniversitelerin açılmasını içeren bir sosyal politikayı petrol gelirlerinden finanse ederek hayata geçirdi.

devlet, ev inşaatları ve tarım için faizsiz kredi veriyor. libya, diğer afrika ülkelerine oranla oldukça yüksek bir maaşın yanında düşük bir ev kirası düzeyine ve devlet tarafından sübvanse edilen temel gıda maddelerinde sabit fiyatlara sahip. bugüne kadar gecekondu mahallelerinin ve dilencilerin sayısı hep yok denecek kadar az oldu.

bir zamanların geri kalmış çöl ülkesi, varlıklı bir arap ülkesine dönüştü. dünya bankası'nın verilerine göre, kişi başına düşen gelir 1970 - 2010 arasında 5.800 dollar'dan 12.000 dollar'a çıktı. libya, afrika kıtası'ndaki en yüksek kişi başı gelire sahip. örneğin 80 milyon mısırlı'nın yarısı günde 2 dollarlık yoksulluk sınırının altında yaşarken, libya'da aylık ortalama maaş 510 euro seviyesinde. (martin lejeune, taz, 24.03.2011)

birleşmiş milletler gelişme istatistiği hdi ("human development index") de, libya'nın afrika kıtası'ndaki en gelişmiş devlet olduğunu ortaya koyuyor. libya, hdi sıralamasında güney afrika ve mısır'dan oldukça yukarılarda ve aynı zamanda suudi arabistan, rusya ve türkiye'nin de üstünde.

libya hükümeti, altyapı projelerine ve endüstrileşmeye geçtiğimiz onyıllarda milyarlarca dollar harcadı. bu projelerin en büyüklerinden biri "great man-made river project". uzun vadede libya, mısır, sudan ve çad'a tatlı su ulaştırması tasarlanan gmmr projesi, dünyanın en büyük içme suyu ve sulama sistemi. su; çölde yer alan, yaklaşık 500 metre derinlikteki dev yapay yeraltı göllerinden, 1300'den fazla pompa ve binlerce kilometre uzunluğundaki bir boru ağı aracılığıyla, halka içme suyu sağlamak ve toprağı tarıma elverişli hale getirmek amacıyla sulamak için, örneğin libya'nın kuzeyindeki kıyı bölgelerine aktarılacak.

boru ağı için gereken devasa boruların üretimi için fabrikalar açıldı. ayrıca ülkedeki cadde ağının genişletilmesine ve kıyı şeridi boyunca inşa edilen demiryoluna milyarca dollar akıtıldı.

tüm bunlara rağmen işsizlik oranı yaklaşık yüzde 30 ve özellikle gençler arasında yüksek. bu durumun sorumlusu, tüm büyük altyapı projelerinde libyalılar'ın değil, yabancı işçilerin çalıştırılması. içsavaş başladığında libya'da, çoğunluğu komşu ülkeler mısır ve tunus'un yanında çin, bengladeş, türkiye ve kara afrika'dan gelen yaklaşık bir buçuk milyon göçmen işçi olduğu tahmin ediliyor. bu işçilerin, aralarında 30 bin çinli de bulunan birkaç yüzbini içsavaş nedeniyle libya'dan kaçtı ya da merkezi yurtdışında olan şirketleri tarafından kaçırıldı.

isyanın daha ilk günlerinde; isyancıların, güney kore merkezli bir şirketin, binden fazla bengladeşli işçinin çalıştığı şantiyelerine saldırdığı haberleri yayıldı. libya'nın doğusunda türk şirketlerine ait 30 şantiye yerle bir edildi. libya'da yaklaşık 200 türk şirketi, özellikle inşaat sektöründe faaliyetteydi ve toplu konutlar, alışveriş merkezleri ve oteller inşa ediyordu.

mısırlı göçmen işçiler de tehdit altında. mısır dışişleri bakanlığı'nın verdiği bilgilere göre, isyanın ilk günlerinde 4 bin kişi, birkaç mısırlı öldürüldüğünden ve geri kalanların hayatı tehlikede olduğundan libya'dan kaçtı. (frankfurter rundschau 21.02.2011)

en büyük tehlikeyle karşı karşıya olanlarsa siyah afrikalılar. çoğunun, içsavaşların devam ettiği ya da diktatörlük rejimlerinin hüküm sürdüğü ülkelerine dönme şansı yok.

arap televizyon kanalı al jazeera, "özgürlük savaşçıları"nın siyah afrikalı göçmen işçilere uyguladığı ırkçı katliam görüntülerini yayınladı. sahra çölü'nün güneyindeki ülkelerden gelen, sayılarının düzinelerce olduğu tahmin edilen  işçi öldürülürken, görgü tanıklarının da belirttiği gibi, yüzlercesi, gözü dönmüş hükümet karşıtları siyah afrikalı lejyoner avına çıktığından saklandı. (african migrants targeted in libya, al jazeera, 28.02.2011)

isyanın nedenleri

libya'da şubat ayının ortalarında, tunus ve mısır örneklerini izleyen isyanın patlak vermesinde belirleyici olan neden, yoksulluk ve sefalet değil, şüphesiz kaddafi rejimi ve rejim yanlısı aşiretlerin otoriter iktidar politikalarıydı.

libya'daki insan hakları ihlalleri, uluslararası af örgütü'nün ("amnesty international") ülke raporlarına göre sayısız diğer ülkedekinden farklı olmasa da; nato savaş koalisyonu'nun arap müttefiklerinde, örneğin suudi arabistan'da, durum çok daha kötü. tabii bu, libya'daki insanlar için bir avuntu olmaktan uzak.

bunun yanında, ülkeye binlerce göçmen işçi alınırken çok fazla sayıda insanın işsiz olması da önemli bir etkendi.

alman hükümetine de danışmanlık yapan "bilim ve siyaset vakfı" ("stiftung wissenschaft und politik"), 12 mart'ta yayınladığı durum tespit raporunda, 17 şubat isyanı'nın "çoğunluğu geçlerden oluşan libyalılar'ın tunus ve mısır'daki devrimleri taklit etme çabası olarak başladığını" açıklıyordu. "karakolları ve devlet dairelerini ateşe vererek ayaklanmayı ateşleyenler"in çoğunluğunu, "işsiz ya da geçimini sağlamasına yetecek kadar çalışmayan genç erkekler" oluşturuyordu. (swp-aktuell: "libyen nach gaddafi", 12 mart 2011)

ayaklanmanın merkezi, eskiden ülkenin siyasi ve ekonomik merkezi olan doğu bölgesi sirenayka. bu bölgede aşiret ilişkileri, ülkenin batısındaki trablusgarp'ta olduğundan çok daha güçlü. 1969'da devrilen kral, sirenaykalı'ydı ve iktidarı bölgedeki aşiretlere dayanıyordu.

libya'nın doğusunda yaşayan insanlar, muhtemelen siyasi ve ekonomik açılardan ayrımcılığı uğradı. ancak bu konu hakkında; şimdiye kadar, isyancılar tarafından da yayınlanmış net bir bilgi yok.

başlıca nedenlerden birinin, aşiretler arasındaki kemikleşmiş rekabet olması büyük bir olasılık. "bilim ve siyaset vakfı", "aşiret ilişkileri, libya siyasetinde önemli bir rol oynuyor. kaddafi'nin yönetimi altında aşiretler, hiyerarşideki yerlerine göre resmi makamların ve devletin elindeki kaynakların paylaştırıldığı toplumsal birimler olma işlevini üstlendi. [...] (isyancılar arasındaki) siyasi aktörlerin çoğunluğunun derdi, devletin yapısından çok kaynakların paylaşımı. [...] son ayaklanmanın patlak vermesinin öncesinde kaddafi rejimi'nin karşıtları, esas olarak etkisi son derece küçük olan sürgündeki partilerden ve silahlı islamcılardan oluşuyordu." muhalif gruplar arasında şu anda "yalnızca müslüman kardeşler örgütsel bir sürekliliğe ve özellikle kuzeydoğudaki şehirlerde yoğunlaşan kayda değer bir tabana sahip. aşırı islamcılar da, en çok 90'lı yıllarda silahlı grupların etkin olduğu kuzeydoğuda var." (swp-aktuell: "libyen nach gaddafi", 12 mart 2011)

kaddafi'yi cehennemin dibine göndermeyi istemek, tabii ki libyalılar'ın en doğal hakkı. ancak isyancıların bunun için halkın çoğunluğunun onayına ihtiyacı var. ve bu desteğe sahip olmadıkları açıkça ortada.

isyancıların önderliği, bunun yerine trablus'a kadar önlerine çıkan bütün engelleri bombalayarak yolu açacak nato'ya güveniyor. ancak bu, kuzuyu kurda emanet etmekten başka bir şey değil. çünkü emperyalist devletler, yalnızca kendi ekonomik ve siyasi çıkarlarının peşinde; ne demokratik kendi kaderini tayin hakkı, ne de ülkenin zenginliklerinin adil paylaşımı gibi bir dertleri var.

savaşın hedefleri ve abd'nin ve ab devletlerinin çıkarları

libya, afrika'nın en büyük petrol rezervlerine sahip. petrol ihracatının yüzde 70'ini avrupa birliği ülkelerine yaparken, bunun yüzde 29'luk kesimini italya'ya, yüzde 14'ünü fransa'ya, yüzde 11'ini almanya'ya, yüzde 10'unu ispanya'ya ve yüzde 4'ünüyse ingiltere'ye gerçekleştiriyor. italya, petrol gereksiniminin neredeyse dörtte birini (yüzde 24) libya'dan karşılarken; bu oran, fransa'da yüzde 10, almanya'da ise yüzde 6. libya'nın petrol ihracatının yüzde 13'lük kısmı çin'e. italya, libya'nın doğalgaz ihracatının büyük bir bölümünün gerçekleştiği ülke: italya, doğalgaz ithalatının yüzde 13'lük kısmını libya'dan karşılıyor. (us-energy information administration (eia), international trade center (itc), trademap 2011)

2004'te libya'ya yönelik yaptırımların sona ermesinden sonra, yabancı yatırımcılar yeniden ülkeye sokuldu ve neredeyse tüm batılı enerji şirketleriyle, bunun yanında çin ve rus şirketleriyle de milyarlarca dollarlık anlaşmalar imzalandı.

bu şirketlerin arasında ingiliz-hollanda menşeli bp, fransız petrol şirketi total, italyan enerji şirketi, alman rwe ve basf'ın doğalgaz ve petrol bölümleri, repsol (ispanya), abd'den exxon ve oasis group, gazprom (rusya) ve çin'den national petroleum corporation (cnpc) bulunuyor.

italyan eni şirketi, hem libya petrol sektöründeki, hem de genel olarak ülkedeki en büyük yabancı yatırımcı durumunda. eni, 2007'de 2047'ye kadar petrol ve doğalgaz temin hakkını garanti altına alan, 28 milyar dollarlık bir sözleşme imzaladı.

alman basf'ın petrol sektöründeki temsilcisi olan wintershall, libya petrol sektöründe 2 milyar dollarlık paya sahip. alman enerji devi rwe'ye bağlı olan dea, 40 bin kilometrekareden büyük bir petrol ve doğalgaz yatağının imtiyazını elde etti ve bu alanda yaklaşık 700 milyon dollarlık bir yatırım yapmayı planlıyor.

bp, 55 bin kilometrekarelik yeni bir sahada araştırma yapma hakkı için 900 milyon dollar'ın üstünde bir bedel ödedi ve uzun vadede 20 milyar dollarlık yatırım yapmayı planlıyor. abd, şimdiye kadar libya'da oldukça zayıf bir varlık gösteriyordu. exxon, 2008'de araştırma amaçlı sondaj hakları için yalnızca 97 milyon dollar ödemişti.

ancak, libya hükümeti yabancı şirketlere yatırım lisanslarını epsa-4 adında bir sisteme dayanan sert koşullar altında verdi. böylece, libya devletine ait olan petrol şirketi noc ("national oil corporation of libya") ülkede çıkarılan petrolün yaklaşık yüzde 90'lık bölümününün kontrolünü elinde tutmayı başardı. enerji devleri için dünya çapında en düşük kar oranlarına sahip petrol çıkarma koşulları libya'da.

kaddafi, en geç 2009'dan bu yana artık güvenilir bir ortak olarak görülmüyor.

ispanyol gazetesi "el pais", 2009'un ocak ayında şöyle yazıyordu: "libya devrim lideri muammer kaddafi, düşen petrol fiyatları karşısında alışılmışın dışında bir adım atmayı düşünüyor." kaddafi, "ülkesindeki uluslararası petrol şirketlerine ait tesislerin kamulaştırılması olasılığının varlığını reddetmiyor. bunu yapmak zorunda kalmamayı umduğunu, ancak düşen fiyatların başka bir seçenek bırakmadığını söylüyor." (die presse 26.01.2011)

kaddafi, gerçekten libya'da faaliyet gösteren kanada menşeli "verenex"i kamulaştırdığında; yatırımcılar için petrol sektöründeki en önemli branş raporu olan "heating-oil", şöyle yazıyordu: "libya, özel mülkiyeti kamulaştırmakla tehdit ediyor, gelirini arttırmak ya da firmalardan 'haraç' almak için önceden imzalanmış sözleşmeleri yeniden değerlendiriyorsa; uzun vadeli yatırım yapmak için gerekli olan güvenlik, şirketlerin elinden alınıyor demektir." (heatingoil.com, 29.09.2009)

2011 şubat'ında başlayan içsavaşın neticesinde, libya'daki petrol üretiminin yarısına yakını sekteye uğramış ve ülkenin petrol ihracatı, varil fiyatını bir anda 120 dollar'a yükseltecek biçimde çökmüştü.

avrupa birliği devletleri, isyancılarla libya hükümeti arasındaki mücadelenin sürmesinin petrol fiyatlarını daha da yükseltmesinden ve böylece ekonomileri için büyük bir doğurmasından korkuyordu. avusturya ekonomi bakanı reinhold mitterlehner, ekonomide durgunluk ihtimalinden bahsediyor ve avrupa'nın "mağrip ülkeleri'ndeki siyasi durumun bir an önce açıklığa kavuşmasına" ihtiyaç duyduğunu söylüyordu.

kaddafi, batı için bir belirsizlik faktörüne dönüşmüştü.

enerji kaynaklarının üstündeki devlet kontrolü, ithalat yasakları ve fiyat kontrolleriyle devlet tarafından yönlendirilen ekonomi, hiçbir zaman batı'nın neoliberal prensipleriyle uyumlu olmamıştı. şimdi artık tehlikeye giren yalnızca petrol arzının devamlılığı değildi; avrupa, ayrıca içsavaş dolayısıyla afrika'dan gelen bir mülteci dalgası tarafından da "tehdit ediliyordu".

tehlikeye giren bir diğer şeyse, avrupalı enerji şirketlerinin 400 milyar dollar yatırım yapmayı planladıkları "desertec-project"ti. "desertec"in, kuzey afrika'nın çöllerinde güneş enerjisinden elde edilen elektrikle tüm avrupa'nın ihtiyacını karşılaması tasarlanıyordu. libya, bu projenin temel yerleşimlerinden biri olmasının yanında, elektriğin avrupa'ya aktarılmasında transit ülke durumunda.

ve göz ardı edilemeyecek bir faktör, libya'nın imf ve dünya bankası'nın tekelini tehdit etmesiydi.

bu nedenle, savaşan nato devletlerinin hedefinde libya merkez bankası'nın döviz fazlasından yaptığı yurtdışı yatırımları da var. bu yatırımlar, "libyan investment authority" tarafından yönetiliyor ve değerlerinin 150 milyar dollar'ın üstünde olduğu tahmin ediliyor. libya devleti; gerek ülkedeki, gerek afrika'nın başka yerlerindeki büyük kalkınma programlarını döviz rezervlerinden finanse ediyor. (il manifesto, 22.04.2011)

bu projelere, libya'nın dünya bankası'ndan kredi almadan finanse ettiği "great man-made river" projesi ve afrika'nın ilk telekomünikasyon uydusunun geliştirilmesi örnek gösterilebilir.

45 afrika devleti 1992'de, "afrika bölgesel uydu iletişimi" (rascom) örgütünü kurdu. biraz olsun kabul edilebilir koşullarda bir finansman, yıllarca imf ve dünya bankası tarafından engellendi. sonunda libya 300 milyon, afrika ve batı afrika kalkınma bankaları toplam 80 milyon dollar'la projeye dahil oldu. böylece afrika 2007'de ilk iletişim uydusuna sahip oldu. tüm afrika'nın kullanacağı ikinci bir uydu, 2010 haziranı'nda uzaya gönderildi. bu sayede afrika, avrupa'nın uydularının (örneğin intelsat) kullanımı için talep ettiği yıllık 500 milyon dollarlık ücreti ödemekten kurtulmuş oldu.

daha önemlisi; libya'nın, afrika birliği'ne ait üç bağımsız finans kurumunun oluşturulması için yaptığı yatırımlar: merkezi yaounde'de (kamerun) olan afrika para fonu, merkezi trablus'ta olan afrika yatırım bankası ve merkezi abuja'da (nijerya) olan afrika merkez bankası.

bu kurumların başarıyla kurulması; afrika ülkelerinin, (neokolonyal ve emperyalist iktidarın araçları olan) imf ve dünya bankası'ndan kendilerini kurtarmasını sağlayacaktı.

libya'daki rejim değişikliğinden sonra nato güçleri, bir gün afrika'nın bağımsızlığını olanaklı kılacak olan bu kurumları ortadan kaldıracaklar.

abd devlet başkanı obama, 25 şubat'ta birleşmiş milletler güvenlik konseyi'nin yaptırım kararını açıklamasının üstünden daha bir gün geçmişken, abd'nin libya devleti'ne ait, değeri 30 milyar dollar'ı aşan finans yatırımına el koymasını sağlayan bir "executiv-order"a imza attı. birkaç gün sonra avrupa birliği de, libya'ya ait yaklaşık 45 milyar dollarlık yatırımı dondurduğunu açıkladı.

libya'nın finans yatırımlarına neden el konduğunu, (60'lı yıllardan bu yana abd hükümet danışmanı olan) zbigniew brzezinski, 28 nisan 2011'de tagesspiegel'le yaptığı röportajda açıkladı: "verili koşullarda müdahale etmenin, libya'nın kontrolünü kaddafi'ye bırakarak, ona arap dünyası'nın en önemli batı karşıtı liderine dönüşme olanağını tanımaktan daha iyi olduğu fikrindeydim."

içsavaşın başlamasıyla, durum temelden değişmişti.

libya'nın petrol rezervlerinin çoğunluğunun bulunduğu kuzeydoğusunu kontrolü altına alan silahlı ayaklanma; batı'ya, trablus'taki yıllarca el üstünde tutulmuş "dost"undan ve artık güven vermeyen iş ortağından kurtulma şansını verdi.

sevgi ile övülen "özgürlük savaşçıları", bölgenin aşiret reisleri, petrol ve doğalgaz gelirlerini şimdiye kadar kaddafi'yle paylaşmışlardı. şimdiyse, görünüşe göre tek avantacı kendileri olmak istiyorlar. batı'yı, askeri yardım gelmezse tüm petrol arzını durdurmakla tehdit ediyorlar.

libya'nın en önemli petrol ve doğalgaz limanları, ülkenin doğu sahilinde yer alıyor. yine bu bölge, libya'nın rezervlerinin yüzde 80'ine sahip olan, daha güneyde yer alan sirte petrol yataklarından gelen boru hatlarının kesişme noktası.

ab enerji komiseri günther oettinger, neden kaddafi'ye finansal açıdan zarar vermek için libya'nın petrol ve doğalgaz ihracatına yönelik yaptırımlara yönelinmediği sorusunu şu sözlerle yanıtlıyordu: "yeniden işletilmeye başlayan petrol ve doğalgaz yataklarının çoğunun artık kaddafi'nin elinde olmadığını sanıyoruz."

ingiltere başbakanı david cameron, 1 mart 2011'de yaptığı açıklamada, "libya'nın ve halkının geleceği için albay kaddafi'nin rejimi son bulmalı. ve kaddafi ülkeyi terk etmeli. bu sebepten, kaddafi rejimi'ni izole etmek, paradan uzaklaştırmak, iktidarını azaltmak için elimizden gelen her şeyi yapacağız."

anlaşılan, isyan olmasaydı, batı gelecekte de kaddafi'yle anlaşmanın bir yolunu bulacaktı. ne de olsa, yalnızca petrol değil, silah anlaşmaları da son derece iyi gidiyordu.

2004-2010 yılları arasında ingiltere, fransa, italya ve almanya'nın kaddafi rejimine sattığı silahların değeri bir milyar euro'nun üstünde.

avrupalı silah şirketi eads; 2009'dan içsavaşın başlamasına kadar, raket rampaları ve tanksavar raketleri satmayı sürdürdü. silahların üreticisi, eads'ın yan şirketi olan mbda, internet sayfasında "milan 3" sistemini, "geliştirilmiş öldürme potansiyeli" olan, isabet oranı çok yüksek bir silah olarak pazarlıyor. bu silahın kaddafi'ye satılacak olan son partisi, 28 şubat 2011'de yürürlüğe giren silah ambargosu nedeniyle durduruldu.

kaddafi, her şeyden önce libya'yı "avrupa kalesi"nin mültecileri engelleme mücadelesinin bir parçası haline getirdi. avrupa sınır koruma ajansı frontex'le sıkı bir işbirliği içine girdi. almanya, helikopterler aracılığıyla mülteci taşıyan teknelerin akdeniz'de tespit edilmesi görevini üstlenirken; konumları tespit edilen mülteciler, italyan gemileri tarafından yakalanarak libya sahil koruma ekiplerine teslim ediliyordu.

tıpkı mısır gibi libya da, avrupa birliği için bir "istikrar" garantisiydi. ancak, kaddafi 2010 kasımı'nda avrupa'yı yasadışı göçün önüne set çekmekte desteklemek için avrupa birliği'nden 5 milyar euro talep etti. kaddafi, bu talebiyle avrupa devletlerinin gözünde haddini aşıyordu. (focus-online, 31.08.2010)

batı'nın yeni müttefikleri

paris, londra ve washington hükümetleri; libya'nın doğusundaki isyanın önderlerinin, trablus hükümetine oranla batı'nın çıkarlarına uygun hareket etmeye çok daha yatkın olduğunu farketmekte gecikmedi.

abd dışişleri bakanı hillary clinton, 27 şubat'ta aşağıdaki açıklamayı yapıyordu: "obama hükümeti, libyalılar'a muammer kaddafi'yi başlarından atmaları için gereken her tür desteği vermeye hazır. [...] doğuda örgütlenmeye çalışan çeşitli libyalılar'la ilişki kuruyoruz. isyan, ülkenin batısına da yayılırsa; oradaki libyalılar'la da ilişkiye geçeceğiz. [...] sonucun ne olacağını söylemek için henüz çok erken, ama bizden beklenen her tür desteği vermeye hazır olacağız." (michel chossudovsky, 07.03.2011)

fransa, 27 şubat'ta bengazi'de kurulan libya geçici ulusal meclisi'ni "libya halkının yegabe meşru temsilcisi" olarak tanıyan ilk nato ülkesi oldu. ve mahmud cibril ile abdula el-issavi'yi 10 mart'ta paris'teki elysée sarayı'nda ağırladı. her ikisi de, libya geçici ulusal meclisi tarafından batılı devletlerle ilişki kurmak ve bu ilişkileri sürdürmekle görevlendirilmişti.

ancak "libya halkının meşru temsilcileri", olsa olsa libya'nın altı buçuk milyonluk nüfusunun üçte birini temsil ediyor. ülkenin isyancılar tarafından kontrol edilen altı doğu bölgesinde bir buçuk milyon, misurata'daysa 600 bin insan yaşıyor.

yeni kurulan "ulusal meclis"in ve isyancıların hükümetinin üyeleri, ağırlıklı olarak kaddafi rejimi'nin geçmişteki yüksek bürokratlarından ve yüksek rütbeli subaylarından oluşuyor. "ulusal meclis"in başkanı mustafa abdül celil, 2007'den 15 şubat 2011'de isyanın başlamasına kadar, kaddafi hükümeti'nde adalet bakanıydı.

"ulusal meclis" 22 mart'ta, adalet eski bakanı mahmud cibril'i geçici hükümetin başına geçirdi. cibril, söz konusu günden bir hafta önce, 18-19 mart tarihinde paris'te gerçekleştirilen libya zirvesi'nde fransa devlet başkanı sarkozy ve amerikan dışişleri bakanı clinton tarafından, sanki kaddafi artık iktidarda değilmişçesine resmen ağırlandı.

mahmud cibril, batı için neredeyse mükemmel bir müttefik. "frankfurter allgemeine zeitung", cibril'i neoliberal ekonomi politikası uzmanı olarak nitelendiriyor. yıllarca iktisatçı olarak abd'de stratejik planlama ve karar alma konularında ders verdi. ve tunus, mısır ve suudi arabistan'daki genç şirket yöneticileri ve hükümet üyelerini eğitti.

2007'de libya'ya dönmesinin ardından, kaddafi rejimi'ne planlama bakanı ve ulusal ekonomik kalkınma kurumu'nun başkanı olarak hizmet etti. görevi, devlet kontrolündeki ülke ekonomisinin özelleştirilmesini yürütmekti. görevi sırasında, özellikle ingiliz ve abd şirketlerinin libya pazarında tutunmalarına önayak oldu. (frankfurter allgemeine zeitung, 25.03.2011)

isyancıların hükümetinin dışişleri bakanlığını abdül el-issavi üstlendi. önceden libya ekonomi bakanlığı ve özelleştirme planlama dairesi başkanlığı yapıyordu. kaddafi'yle arası bozulduktan ve piyasa ekonomisine geçiş reformlarının yavaş temposunu eleştirdikten sonra koltuğunu kaybetmişti.

sirenayka'nın geçmişteki güvenlik şefi de, şimdi geçici hükümetin üyesi. batı'nın yakından tanıdığı ali tarhuni, "geçici hükümet"in ekonomi, finans ve petrol bakanı. 40 yıl abd'de yaşadıktan ve yıllarca university of washington'da ekonomi ve finans dersleri verdikten sonra bu yılın mart ayında libya'ya döndü. görevi, pazar ekonomisine geçiş için hazırlıkları tamamlamak. (frankfurter allgemeine zeitung, 30.03.2011) göreve başlamasının hemen ardından yaptığı ilk işlerden biri, "özgür libya"nın ham petrolünü pazarlamak için "quatar petroleum company" ile bir anlaşma imzalamak oldu. yalnızca isyancıların elinde olan tobruk limanı dahi, günde 300 bin varil ham petrol ihraç edilebilecek kapasiteye sahip. bu, güncel pazar değeri üstünden yaklaşık günde 36 milyon ya da yılda 12 milyar dollar'a denk düşüyor.

savunma bakanlığına, 1975'te de kaddafi'yi devirmeyi denemiş olan ömer el hariri getirildi. başarısız olan darbe girişiminden sonra el hariri ve yirmi arkadaşı idama mahkum edilmişti. cezası, 1990'da 21 yıllığına ev hapsine çevrildi. 2011 şubatı'ndaki ayaklanma ona isyancıların safına geçme şansını verdi. (taz, 24.03.2011)

isyancıların ordusunun genelkurmay başkanı, kısa bir süre öncesine kadar kaddafi rejiminin yönetici kadrolarından olan abdül fatah yunus. mart ayında isyancılara katılmadan önce kaddafi'nin özel birliklerini komuta ediyordu ve üç yıldır içişleri bakanıydı. (süddeutsche zeitung, 29.03.2011)

mart başı abd'den libya'ya dönen halife haftar, aynı ayın sonunda sonunda isyancıların ordusunun komutanlığına getirildi. bir zamanlar libya ordusunda albay olan haftar'ın, kaddafi'yle arası yıllar önce bozulmuştu ve abd'den kaddafi'ye karşı silahl bir ayaklanma örgütlemeye çalışıyordu. washington post'un 26 mart 1996'da belirttiği gibi, kendine "libya ulusal ordusu" adını veren kontra benzeri bir gruba başkanlık ediyordu. abd tarafından silahlandırılan bu küçük yeraltı ordusu, virginia'da bir askeri eğitim kampına sahip ve 90'lı yıllardan bu yana libya'da ayaklanma girişimlerinde bulunuyor ve birçok terör eylemi gerçekleştirdi. ingiliz gazetesi daily mail, 19 mart 2011'de halife haftar'ı "devrimin iki büyük askeri kişiliğinden biri" olarak tanımladı.

isyancıların ordusunun komutanlarından bir diğeriyse, abd'nin düşmanı bir teröristten sözde demokrasi ve insan hakları mücadelesinde müttefiğine dönüşen ebu bin kumu. new york times'ın 23 nisan 2011'de yazdığı üzere, kaddafi rejimine karşı savaşan derne birliği'nin komutanlığını yapıyor. 11 eylül 2001'deki saldırıların ardından libyalı militan islamcı bir örgütün üyesi olarak pakistan'da tutuklanıp, el kaide'ye üye olduğu gerekçesiyle beş yıl guantanamo'da kaldı. 2007 yılında, bir yıl hapiste kaldıktan sonra kaddafi'nin siyasi tutsaklar için çıkardığı aftan faydalanarak serbest kalacağı libya'ya gönderildi. (junge welt, 26.04.2011)

gelecekteki neoliberal ekonomi politikasının yol haritası

geçici hükümet, çoktan kendi petrol şirketi "libyan oil company"yi kurdu. bu şirketin, libya devletinin petrol kurumu "national oil  company"nin yerini alması ve amerikan, ingiliz ve fransız şirketlerine uygun koşullarda lisans vermesi planlanıyor. çin ve rusya'nın libya'nın dışına itilmesi de bu planın bir parçası. buna karşılık, kaddafi 14 mart'ta amerikan ve avrupa şirketlerinin çalışma ruhsatlarını çin ve rus şirketlerine devretme tehdidinde bulundu.

isyancılar, aynı zamanda kendi merkez bankalarını da kurmuş durumda. yeni kurulan merkez bankasının görevi; abd ve avrupa devlerinin el koyduğu, libya devleti'ne ait 150 milyar dollar'ı aşan parayı, iade edilmesinin ardından yönetmek.

ingiliz menşeli hsbc bankasının üst düzey yöneticilerinden oluşan bir ekip, şu anda yeni kurulan "merkez bankası"na libya devletinin ingiltere'deki yaklaşık 25 milyar dollarlık yatırımıyla ne yapacağı konusunda danışmanlık yapıyor. (il manifesto, 02.05.2011)

isyancıların yönetici kademesinin, abd'nin ve avrupa devletlerinin çıkarlarıyla büyük ölçüde uyumlu hedefler peşinde olduğu açık. onlara kalırsa, libya neoliberal ekonomi politikasının ilkelerine göre yönetilecek.

isyancıların hükümetinin maliye bakanı tarhuni, zeit'la yaptığı bir röportajda kaddafi'nin ülke ekonomisinin kayda değer bir bölümünü kamulaştırmasını eleştirdi. "ekonominin itici gücünün özel sektör olması gerek" dedikten sonra ekledi: "uluslararası yatırımcılarla işbirliği içinde libya'yı bir finans merkezine çevirmeyi umuyoruz." özellikle fransız şirketleri gelecekte libya'yla karlı bir ticaret yürütmeyi umabilir: "fransa gibi baştan beri bizim tarafımızda olan ülkelerin avantaj sahibi olacağını düşünüyorum." (die zeit, 07.04.2011)

bengazi'deki geçici hükümetin başkanı mustafa abdül celil de, 22 mayıs'ta şimdi isyancıları destekleyen ülkelerin zaferlerinden kar edeceğini açıkladı: "devrimimize destek veren dostlarımız, gelecekte libya'da en iyi ticaret olanaklarına kavuşacak." (tagesanzeiger zürich, 23.05.2011)

avrupa birliği, aynı gün isyancılarla resmen diplomatik ilişki başlatarak bengazi'de bir temsilcilik açtı. avrupa birliği dışişleri yüksek temsilcisi cathrine ashton, açılışa bizzat katılırken "libya halkının vizyonu"nu övdü.

13 haziran'da alman hükümeti de, bengazi'deki geçici hükümeti "libya halkının tek meşru temsilcisi" olarak tanıdığını açıkladı.

isyancılara askeri yardım

abd devlet başkanı obama, 10 ile 17 mart arasında, kısacası birleşmiş milletler güvenlik kurulu'nun kararının hemen öncesinde cia'in isyancıları desteklemesine izin verdi. (focus.de, 31.03.2011) obama'nın verdiği izin, isyancılara silah yardımını da kapsıyordu. new york times, cia ajanlarının aynı zamanda hava saldırıları için hedef tespiti de yaptığını açıkladı. (frankfurter allgemeine zeitung, 01.04.2011; welt.de, 31.03.2011)

19 mart'ta focus online, "ingiliz gizli servisi mi-6 ajanlarının haftalar öncesinden libya'ya sızdığını" yazdı. "askeri hava alanları, uçaksavar mevzileri ve iletişim merkezleri gibi stratejik hedefleri tespit etmiş ve hava saldırıları için işaretlemişlerdi." (focus.de, 19.03.2011)

2 nisan günü, fransız gizli servisinin bengazi'deki isyancılara üç haftadan uzun süredir gizlice tanksavar mermisi ve top gönderdiği ortaya çıktı. (focus.de, 02.04.2011)

muhafazakar wall street journal, birleşmiş milletler kararının kesinleştiği 17 mart günü şöyle yazıyordu: "abd'nin ve isyacıların resmi sözcüleri, mısır ordusu'nun abd'nin bilgisi dahilinde isyancılar için sınırdan silah geçirmeye başladığını açıkladı. gönderilenler, ağırlıklı olarak makineli tüfeklerden ve cephaneden oluşuyor." (peter dale scott, www.hintergrund.de, 31.03.2011)

nato devletleri, böylece kendi aldıkları birleşmiş milletler güvenlik konseyi kararına aykırı hareket ediyorlar. karar; libya topraklarında her türden silah yardımını, askeri eğitimi, askeri amaçlara hizmet edebilecek her türden teknik ve finansal yardımı yasaklıyor. (birleşmiş milletler güvenlik konseyi kararının 13. maddesi)

"nihai zafer"e kadar savaş

nato savaşının bir sonraki aşaması, abd'nin insansız, yerden kumandalı uçaklarla yapacağı bombardımanlar ve ingiltere ile fransa'nın savaş helikopterlerinin sayısını arttırması.

nato ve ab devletleri, trablus rejimi devrilene dek savaşı sürdürme konusunda anlaşmış durumda. kaddafi'nin öldürülmesi de bombardımanların "meşru hedeflerinden biri" kabul ediliyor.

alman ordusunun da dahil olduğu kara kuvvetlerinin savaşa katılımı ihtimaline yönelik hazırlıklar da sürüyor. kara kuvvetlerinin savaşa dahil olması, sözde "insani yardımların güvenliğinin sağlanması" adına gerçekleştirilecek. devlet bakanı cornelia pieper (fdp), alman parlamentosu'nda "hazır bulunan avrupa birliği savaş grupları'nın ve kimi diğer birliklerin kullanımı olanaklar dahilinde" dedi. (junge welt, 08.04.2011)

nato, büyük olasılıkla korkunç sonuçları olacak ve sivil kurbanlarının sayısı gittikçe artacak bir savaş yürütüyor. isyancıların zafere ulaşması sağlanamazsa, savaş libya'nın ikiye bölünmesiyle de sonuçlanabilir. bu durumda en azından libya'nın doğusu batılı şirketler için karlı bir vahaya dönüşecektir.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...