23 Ağustos 2011 Salı

LİBYA'DA NATO SAVAŞI - DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI İÇİN Mİ?

aşağıdaki metin, claus schreer tarafından isw (institut für sozial-ökologische wirtschaftsforschung - sosyal ekolojik ekonomi araştırmaları enstitüsü) için kaleme alınmış. libya'daki isyancıların yönetici kademesinin ve batılı devletlerin içsavaştaki amaçlarını anlamak adına önemli bilgiler içerdiğini düşündüğümden, gecikmeli olarak da olsa türkçe'ye çevirdim.



süddeutsche zeitung 8 haziran 2001'de "nato libya'nın başkentini kesintisiz olarak bombalarken, isyancılar trablus üstüne yürüyor" başlığını atmıştı. şimdiye kadar 700'den fazla sivil nato bombardımanının kurbanı oldu.

nato, hava saldırılarıyla isyancılarla trablus arasındaki engelleri ortadan kaldırıyor. cia'in ve ingiliz gizli servisi mi-6'in özel timleri, bombalanacak hedefleri keşfetmek için haftalardır libya'da. ve batılı devletler, bm silah ambargosuna karşın isyancıları en modern silahlarla donatıyor.

tunus'ta ben ali'nin ve mısır'da mübarek'in halk isyanları sonucunda iktidardan indirilmesinin ardından; bu diktatörleri on yıllarca silahlandırmış, finanse etmiş ve kollamış olanlar, hatalarından öğrendiklerini, artık arap halklarının yanında yer aldıklarını ve refah, demokrasi ve insan hakları mücadelelerini desteklediklerini iddia ediyor.

londra, washington ve paris hükümetleri; bu yalancı propagandanın eşliğinde ve sivil halkın korunması bahanesiyle, libya'da uluslararası hukuka aykırı bir savaş başlattı. birleşmiş milletler güvenlik konseyi'nin çoğunluğu, ingiltere, abd ve fransa'ya bu konuda tam yetki verdi.

birleşmiş milletler güvenlik konseyi'nin kararı

birleşmiş milletler güvenlik konseyi; kararını, "libya'daki durumun dünya barışı ve uluslararası güvenlik için bir tehdit oluşturduğu" anlamına gelen bm şartının yedinci bölümündeki 1973. maddesine dayandırıyor.

ancak bu iddia kesinlikle doğru değil. libya ne başka bir ülkeye saldırdı, ne de herhangi bir ülkeyi tehdit etti. bu yüzden, kararda libya'nın neden tehdit oluşturduğuna dair herhangi bir açıklama yer almıyor. onun yerine, güvenlik konseyi'nin "şu anda sivil nüfusa karşı gerçekleştirilen yaygın ve sistematik saldırıların, insanlığa karşı işlenmiş bir suç teşkil etme olasılığının değerlendireceği" belirtiliyor. kararda "olasılık" sözcüğü geçiyor. bu olasılığı destekleyen olgulara ise değinilmemiş.

ancak haziran başı, güvenlik konseyi kararının iki buçuk ay ardından, birleşmiş milletler insan hakları konseyi'ne bağlı bir soruşturma komisyonu konuya dair bir rapor yayınladı. bu rapor, yalnızca libya'nın resmi ordusunun değil, isyancıların da insanlığa karşı suç işlediğini iddia ediyor. süddeutsche zeitung 3 haziran 2011'de; soruştuma komisyonunun, "kaddafi kontrolündeki bölgede cinayet işlendiğine ve işkence yapıldığına dair işaretler olduğu, ama isyancıların kontrolündeki bölgede de, özellikle afrikalı göçmen işçilere karşı insanlık dışı davranışlarda bulunulduğu ve hatta savaş suçları işlendiği" sonucuna vardığını yazıyordu.

güvenlik konseyi kararının maddeleri

kararın birinci maddesi; "acil ateşkes, şiddetin ve sivillere yönelik saldırıların ve insanlık dışı davranışların tamamen sonlandırılması"nı talep ederken; ikinci madde, "krize, libya halkının meşru taleplerine ters düşmeyen bir çözüm bulunması için yoğun bir çaba gösterilmesi"nin gerekliliğini vurguluyor. iki madde de, kağıt üstünde içsavaşın her iki tarafı için de geçerli.

fakat savaş koalisyonu, "acil ateşkes"i yalnızca kaddafi'nin birliklerine kabul ettirmek istiyor. ve böylece libya içsavaşı'nda isyancıların tarafında yer alıyor. bu, "bir devletin toprak bütünlüğüne ve siyasi bağımsızlığına yönelik her tür şiddeti ya da şiddet tehdidi"ni yasaklayan birleşmiş milletler şartı'nı açık bir biçimde ihlal etmek anlamına geliyor.

birleşmiş milletler güvenlik konseyi dahi "herhangi bir devletin kendi iç yetki alanına giren konulara müdahale" etmeye karar verme hakkına sahip değil. (bm şartı'nın 1. bölümünün 2. maddesinin 4. ve 7. paragrafları)

ancak kararın yedinci ve altıncı maddeleri neredeyse sınırsız bir savaş için yetki niteliğinde. bu maddelerde güvenlik konseyi, savaş yürütmeyi arzulayan devletlere "libya'da saldırı tehdidi altındaki sivilleri ve yaşam alanlarını korumak için gerekli tüm önlemleri alma" yetkisini tanıyor. bu konudaki yegane kısıtlama libya topraklarında "diğer devletlere ait her tür işgal birliği"nin yasak olması. ancak müdahil güçler bu kısıtlamanın kara kuvvetlerinin sınırlı bir süre için kullanılmasını kapsamadığı kanaatinde.

altıncı madde, sonuçta "libya hava sahasının tüm uçuşlara kapatılması"nı öngörüyor. bu maddeden kaynaklanan "uçuş yasağına uyulması için gerekli tüm önlemlerin alınması" yetkisi, nato'ya savaş izni olarak hizmet ediyor.

birleşmiş milletler güvenlik konseyi, böylece kaddafi'yi  artık çıkarlarının güvenilir bekçisi olarak görmeyen ve şimdi - uluslararası hukuka aykırı bir biçimde - askeri müdahaleyle libya'da bir rejim değişikliği yapma şansını sezen devletlere, amaçlarına ulaşmakta yardımcı olma görevini üstlendiğini ortaya koyuyor.

birleşmiş milletler kararını veto etme hakkına sahip olan rusya ve çin, oylamada çekimser kalarak kararın geçmesine izin verdiler. rus ve çin hükümet sözcülerinin, sonradan bombardımanlardan duydukları "üzüntü"yü dile getirmeleri saflık olarak adlandırılabilirdi, ancak batılı savaş ittifakına yapılan bu eleştiri gerçekte yalandan ve su katılmamış alaydan ibaret. çünkü saldırıların nasıl yürütüleceği baştan belliydi. washington, londra ve paris hükümetleri, libya'daki içsavaşı "isyancılar"ın zaferiyle sonlandırmak istediklerini hiçbir zaman gizleme gereği duymadı.

daha 11 mart'ta, kısacası birleşmiş milletler güvenlik konseyi'nin savaş yetkisi vermesinden bir hafta önce, abd devlet başkanı obama şöyle demişti: "kaddafi'nin yanlış tarafta olduğuna inanıyorum. muhalefetle ilişkiye geçeceğiz ve kaddafi'yi iktidardan indirme amacımıza ulaşmak için uluslararası kuruluşlara başvuracağız." (ndr info: das forum, 26.03.2011)

hiçbir zaman ateşkesi sağlama amacı güdülmedi. hiçbir zaman içsavaşın tarafları arasında yapılacak bir anlaşmaya dayalı bir çözüm göz önüne dahi alınmadı. venezüela'nın, türkiye'nin ve afrika birliği'nin aracılık yapma girişimleri dikkate dahi alınmadı.

ve çin ve rus hükümetleri de biliyor ki, birleşmiş milletler nato'nun savaşını ne düzeltebilir, ne de durdurabilir. çünkü veto hakkına sahip olan abd, fransa ve ingiltere'nin onayı olmadan şu anda geçerli olan karar artık değiştirilemez.

libya dışişleri bakan yardımcısı halit kaim, daha kararın açıklandığı gün, trablus hükümeti'nin ilan ettiği ateşkesi gözlemlemek için uluslararası bir komisyonun libya'ya gönderilmesini önerdi. focus online, 19 mart günü şöyle yazıyordu: "libya'da iktidarda olan kaddafi, uluslararası baskılara dayanamayarak silahları susturdu." dışişleri bakanı hillary clinton'nın yanıtı "olsaydı somut kanıtlar görürdük, ki böyle bir şeyin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belirsizliğini koruyor" oldu. ve batı başkentlerinde, libya'daki durumu aydınlatma arzusu, ateşkesin sağlanmasına ve uluslarası bir komisyon tarafından gözlenmesine duyulandan fazla değildi. savaş yanlıları, aynı gün hava saldırılarını başlattı.

nato'nun savaş yalanları

"libya'nın diktatörü kendi halkına karşı savaş yürütüyor ve sistematik olarak sivil halkı bombalıyor." nato saldırısının başlamasından önceki haftalarda medyada çıkan haberler bu ve benzeri biçimdeydi. lüksemburg dışişleri bakanı, daha 23 şubat'ta "libya'da 'büyük çapta bir soykırım' gerçekleştiğini" açıkladı. abd'nin bm temsilcisi susan rice "kaddafi'nin kendi halkını kestiğini" iddia etti. (frankfurter allgemeine zeitung 03.03.2011)

bu açıklamaların ne kadar kuşkulu olduğunu, abd savunma bakanı gates'in "pentagon'un elinde, devrim lideri kaddafi'nin sivil hakı havadan bombalattığına dair bir kanıt olmadığı, bu bilginin yalnızca basındaki haberlere dayandığı" şeklindeki açıklaması açıkça ortaya koyuyor. (frankfurter allgemeine zeitung 03.03.2011)

uluslararası hukuk uzmanı reinhard merkel, 22 mart'ta frankfurter allgemeine zeitung'da "kaddafi, kendileri de savaşın bir parçası olan silahlı isyancılara karşı savaş yürütüyor. birkaç saat öncesinde fırıncı, ayakkabıcı ya da öğretmen olmuş olsalardı dahi, isyancılar silahlanıp savaşmaya başladıkları andan itibaren artık sivil olmazlardı. kaddafi'nin birliklerinin sivilleri öldürdüğü birçok kez iddia edildi, ancak hiçbir kaynakta inandırıcı biçimde belgelenmedi" yazarken haklıydı. (frankfurter allgemeine zeitung 22.03.2011)

almanya'nın libya savaşı'ndaki rolü

alman hükümeti'nin, birleşmiş milletler güvenlik konseyi'nin savaş yetkisi kararına 'evet' oyu vermemesine medyanın ve aynı zamanda spd'li ve yeşil parlamenterlerin duyduğu öfke büyüktü. ancak almanya'nın resmi çekimserlik açıklaması; gerçeğin, en iyi olasılıkla ancak yarısı. alman ordusu, nato hava saldırılarına aktif olarak katılmasa da; başbakan merkel, daha 19 mart'ta yapılan libya özel zirvesi'nde, alman hükümeti'nin askeri müdahalenin hedeflediği sonuçları desteklediğini açıkladı. savaş koalisyonuna "başarı" dileklerini açıkça dile getirdi. iki hafta sonra nato, almanya'nın da onayıyla libya'daki savaşın komutasını üstlendi. ve libya'da savaşan nato devletlerinin yükünü hafifletmek için awacs görevleri üstlenecek 300 alman askeri daha afganistan'a gönderildi.

başbakan, paris'te abd'nin libya savaşı için almanya'daki askeri üsleri kullanabileceği sözünü verdi. nato savaşın komutasını üstlenene kadar; abd saldırılarının komuta merkezi, pentagon'un stuttgart'taki afrika bölgesi komutanlığı "africom"du. "us-africa command", daha saldırının başladığı gün, yalnızca libya hava kuvvetleri'nin etkisiz hale getirilmediğini, hava alanları ve uçaksavar mevzilerinin bombalanmadığını, aynı zamanda kaddafi'nin kara kuvvetlerinin de bombardımanın hedefleri arasında yer aldığını açıkladı. almanya'daki spangdahlem amerikan hava üssünden havalanan hayalet uçaklar da saldırılara katıldı. aynı şekilde abd'nin kullandığı awacs uçaklarının komuta merkezi de almanya'da yer alıyor. bu uçaklar, uçan hava gözetleme ve uçuş komuta merkezleri olarak iş görüyor ve şu anda libya'daki hedeflere gerçekleştirilen nato saldırılarını koordine ediyor.

almanya, böylece daha önce yugoslavya, afganistan ve ırak savaşlarında da olduğu gibi libya savaşında da önemli bir işleve sahip.

kaddafi rejimi ve libya'daki yaşam koşulları

ingilizler'in iktidara getirdiği kral 1. idris'in, "özgür subaylar hareketi" tarafından 1969'da devrilmesinin ardından libya devlet başkanlığını üstlenen muammer kaddafi, uluslararası siyasette antiemperyalist bir rol oynayan "arap sosyalizmi"nin savunucusu olarak kabul ediliyordu.

kaddafi, tobruk'taki ingiliz hava üssünü ve trablus'daki dev abd hava üssü "wheelus field"i kapattırdı. petrol sahalarını ve tüm petrol endüstrisini kamulaştırdı. tarlaları kamulaştırılarak yoksul köylüler arasında paylaştırdı. bedava sağlık hizmeti, dul, yetim ve yaşlılar için para yardımı, zorunlu ve parasız eğitim ve trablus, bengazi ve sebha'da üniversitelerin açılmasını içeren bir sosyal politikayı petrol gelirlerinden finanse ederek hayata geçirdi.

devlet, ev inşaatları ve tarım için faizsiz kredi veriyor. libya, diğer afrika ülkelerine oranla oldukça yüksek bir maaşın yanında düşük bir ev kirası düzeyine ve devlet tarafından sübvanse edilen temel gıda maddelerinde sabit fiyatlara sahip. bugüne kadar gecekondu mahallelerinin ve dilencilerin sayısı hep yok denecek kadar az oldu.

bir zamanların geri kalmış çöl ülkesi, varlıklı bir arap ülkesine dönüştü. dünya bankası'nın verilerine göre, kişi başına düşen gelir 1970 - 2010 arasında 5.800 dollar'dan 12.000 dollar'a çıktı. libya, afrika kıtası'ndaki en yüksek kişi başı gelire sahip. örneğin 80 milyon mısırlı'nın yarısı günde 2 dollarlık yoksulluk sınırının altında yaşarken, libya'da aylık ortalama maaş 510 euro seviyesinde. (martin lejeune, taz, 24.03.2011)

birleşmiş milletler gelişme istatistiği hdi ("human development index") de, libya'nın afrika kıtası'ndaki en gelişmiş devlet olduğunu ortaya koyuyor. libya, hdi sıralamasında güney afrika ve mısır'dan oldukça yukarılarda ve aynı zamanda suudi arabistan, rusya ve türkiye'nin de üstünde.

libya hükümeti, altyapı projelerine ve endüstrileşmeye geçtiğimiz onyıllarda milyarlarca dollar harcadı. bu projelerin en büyüklerinden biri "great man-made river project". uzun vadede libya, mısır, sudan ve çad'a tatlı su ulaştırması tasarlanan gmmr projesi, dünyanın en büyük içme suyu ve sulama sistemi. su; çölde yer alan, yaklaşık 500 metre derinlikteki dev yapay yeraltı göllerinden, 1300'den fazla pompa ve binlerce kilometre uzunluğundaki bir boru ağı aracılığıyla, halka içme suyu sağlamak ve toprağı tarıma elverişli hale getirmek amacıyla sulamak için, örneğin libya'nın kuzeyindeki kıyı bölgelerine aktarılacak.

boru ağı için gereken devasa boruların üretimi için fabrikalar açıldı. ayrıca ülkedeki cadde ağının genişletilmesine ve kıyı şeridi boyunca inşa edilen demiryoluna milyarca dollar akıtıldı.

tüm bunlara rağmen işsizlik oranı yaklaşık yüzde 30 ve özellikle gençler arasında yüksek. bu durumun sorumlusu, tüm büyük altyapı projelerinde libyalılar'ın değil, yabancı işçilerin çalıştırılması. içsavaş başladığında libya'da, çoğunluğu komşu ülkeler mısır ve tunus'un yanında çin, bengladeş, türkiye ve kara afrika'dan gelen yaklaşık bir buçuk milyon göçmen işçi olduğu tahmin ediliyor. bu işçilerin, aralarında 30 bin çinli de bulunan birkaç yüzbini içsavaş nedeniyle libya'dan kaçtı ya da merkezi yurtdışında olan şirketleri tarafından kaçırıldı.

isyanın daha ilk günlerinde; isyancıların, güney kore merkezli bir şirketin, binden fazla bengladeşli işçinin çalıştığı şantiyelerine saldırdığı haberleri yayıldı. libya'nın doğusunda türk şirketlerine ait 30 şantiye yerle bir edildi. libya'da yaklaşık 200 türk şirketi, özellikle inşaat sektöründe faaliyetteydi ve toplu konutlar, alışveriş merkezleri ve oteller inşa ediyordu.

mısırlı göçmen işçiler de tehdit altında. mısır dışişleri bakanlığı'nın verdiği bilgilere göre, isyanın ilk günlerinde 4 bin kişi, birkaç mısırlı öldürüldüğünden ve geri kalanların hayatı tehlikede olduğundan libya'dan kaçtı. (frankfurter rundschau 21.02.2011)

en büyük tehlikeyle karşı karşıya olanlarsa siyah afrikalılar. çoğunun, içsavaşların devam ettiği ya da diktatörlük rejimlerinin hüküm sürdüğü ülkelerine dönme şansı yok.

arap televizyon kanalı al jazeera, "özgürlük savaşçıları"nın siyah afrikalı göçmen işçilere uyguladığı ırkçı katliam görüntülerini yayınladı. sahra çölü'nün güneyindeki ülkelerden gelen, sayılarının düzinelerce olduğu tahmin edilen  işçi öldürülürken, görgü tanıklarının da belirttiği gibi, yüzlercesi, gözü dönmüş hükümet karşıtları siyah afrikalı lejyoner avına çıktığından saklandı. (african migrants targeted in libya, al jazeera, 28.02.2011)

isyanın nedenleri

libya'da şubat ayının ortalarında, tunus ve mısır örneklerini izleyen isyanın patlak vermesinde belirleyici olan neden, yoksulluk ve sefalet değil, şüphesiz kaddafi rejimi ve rejim yanlısı aşiretlerin otoriter iktidar politikalarıydı.

libya'daki insan hakları ihlalleri, uluslararası af örgütü'nün ("amnesty international") ülke raporlarına göre sayısız diğer ülkedekinden farklı olmasa da; nato savaş koalisyonu'nun arap müttefiklerinde, örneğin suudi arabistan'da, durum çok daha kötü. tabii bu, libya'daki insanlar için bir avuntu olmaktan uzak.

bunun yanında, ülkeye binlerce göçmen işçi alınırken çok fazla sayıda insanın işsiz olması da önemli bir etkendi.

alman hükümetine de danışmanlık yapan "bilim ve siyaset vakfı" ("stiftung wissenschaft und politik"), 12 mart'ta yayınladığı durum tespit raporunda, 17 şubat isyanı'nın "çoğunluğu geçlerden oluşan libyalılar'ın tunus ve mısır'daki devrimleri taklit etme çabası olarak başladığını" açıklıyordu. "karakolları ve devlet dairelerini ateşe vererek ayaklanmayı ateşleyenler"in çoğunluğunu, "işsiz ya da geçimini sağlamasına yetecek kadar çalışmayan genç erkekler" oluşturuyordu. (swp-aktuell: "libyen nach gaddafi", 12 mart 2011)

ayaklanmanın merkezi, eskiden ülkenin siyasi ve ekonomik merkezi olan doğu bölgesi sirenayka. bu bölgede aşiret ilişkileri, ülkenin batısındaki trablusgarp'ta olduğundan çok daha güçlü. 1969'da devrilen kral, sirenaykalı'ydı ve iktidarı bölgedeki aşiretlere dayanıyordu.

libya'nın doğusunda yaşayan insanlar, muhtemelen siyasi ve ekonomik açılardan ayrımcılığı uğradı. ancak bu konu hakkında; şimdiye kadar, isyancılar tarafından da yayınlanmış net bir bilgi yok.

başlıca nedenlerden birinin, aşiretler arasındaki kemikleşmiş rekabet olması büyük bir olasılık. "bilim ve siyaset vakfı", "aşiret ilişkileri, libya siyasetinde önemli bir rol oynuyor. kaddafi'nin yönetimi altında aşiretler, hiyerarşideki yerlerine göre resmi makamların ve devletin elindeki kaynakların paylaştırıldığı toplumsal birimler olma işlevini üstlendi. [...] (isyancılar arasındaki) siyasi aktörlerin çoğunluğunun derdi, devletin yapısından çok kaynakların paylaşımı. [...] son ayaklanmanın patlak vermesinin öncesinde kaddafi rejimi'nin karşıtları, esas olarak etkisi son derece küçük olan sürgündeki partilerden ve silahlı islamcılardan oluşuyordu." muhalif gruplar arasında şu anda "yalnızca müslüman kardeşler örgütsel bir sürekliliğe ve özellikle kuzeydoğudaki şehirlerde yoğunlaşan kayda değer bir tabana sahip. aşırı islamcılar da, en çok 90'lı yıllarda silahlı grupların etkin olduğu kuzeydoğuda var." (swp-aktuell: "libyen nach gaddafi", 12 mart 2011)

kaddafi'yi cehennemin dibine göndermeyi istemek, tabii ki libyalılar'ın en doğal hakkı. ancak isyancıların bunun için halkın çoğunluğunun onayına ihtiyacı var. ve bu desteğe sahip olmadıkları açıkça ortada.

isyancıların önderliği, bunun yerine trablus'a kadar önlerine çıkan bütün engelleri bombalayarak yolu açacak nato'ya güveniyor. ancak bu, kuzuyu kurda emanet etmekten başka bir şey değil. çünkü emperyalist devletler, yalnızca kendi ekonomik ve siyasi çıkarlarının peşinde; ne demokratik kendi kaderini tayin hakkı, ne de ülkenin zenginliklerinin adil paylaşımı gibi bir dertleri var.

savaşın hedefleri ve abd'nin ve ab devletlerinin çıkarları

libya, afrika'nın en büyük petrol rezervlerine sahip. petrol ihracatının yüzde 70'ini avrupa birliği ülkelerine yaparken, bunun yüzde 29'luk kesimini italya'ya, yüzde 14'ünü fransa'ya, yüzde 11'ini almanya'ya, yüzde 10'unu ispanya'ya ve yüzde 4'ünüyse ingiltere'ye gerçekleştiriyor. italya, petrol gereksiniminin neredeyse dörtte birini (yüzde 24) libya'dan karşılarken; bu oran, fransa'da yüzde 10, almanya'da ise yüzde 6. libya'nın petrol ihracatının yüzde 13'lük kısmı çin'e. italya, libya'nın doğalgaz ihracatının büyük bir bölümünün gerçekleştiği ülke: italya, doğalgaz ithalatının yüzde 13'lük kısmını libya'dan karşılıyor. (us-energy information administration (eia), international trade center (itc), trademap 2011)

2004'te libya'ya yönelik yaptırımların sona ermesinden sonra, yabancı yatırımcılar yeniden ülkeye sokuldu ve neredeyse tüm batılı enerji şirketleriyle, bunun yanında çin ve rus şirketleriyle de milyarlarca dollarlık anlaşmalar imzalandı.

bu şirketlerin arasında ingiliz-hollanda menşeli bp, fransız petrol şirketi total, italyan enerji şirketi, alman rwe ve basf'ın doğalgaz ve petrol bölümleri, repsol (ispanya), abd'den exxon ve oasis group, gazprom (rusya) ve çin'den national petroleum corporation (cnpc) bulunuyor.

italyan eni şirketi, hem libya petrol sektöründeki, hem de genel olarak ülkedeki en büyük yabancı yatırımcı durumunda. eni, 2007'de 2047'ye kadar petrol ve doğalgaz temin hakkını garanti altına alan, 28 milyar dollarlık bir sözleşme imzaladı.

alman basf'ın petrol sektöründeki temsilcisi olan wintershall, libya petrol sektöründe 2 milyar dollarlık paya sahip. alman enerji devi rwe'ye bağlı olan dea, 40 bin kilometrekareden büyük bir petrol ve doğalgaz yatağının imtiyazını elde etti ve bu alanda yaklaşık 700 milyon dollarlık bir yatırım yapmayı planlıyor.

bp, 55 bin kilometrekarelik yeni bir sahada araştırma yapma hakkı için 900 milyon dollar'ın üstünde bir bedel ödedi ve uzun vadede 20 milyar dollarlık yatırım yapmayı planlıyor. abd, şimdiye kadar libya'da oldukça zayıf bir varlık gösteriyordu. exxon, 2008'de araştırma amaçlı sondaj hakları için yalnızca 97 milyon dollar ödemişti.

ancak, libya hükümeti yabancı şirketlere yatırım lisanslarını epsa-4 adında bir sisteme dayanan sert koşullar altında verdi. böylece, libya devletine ait olan petrol şirketi noc ("national oil corporation of libya") ülkede çıkarılan petrolün yaklaşık yüzde 90'lık bölümününün kontrolünü elinde tutmayı başardı. enerji devleri için dünya çapında en düşük kar oranlarına sahip petrol çıkarma koşulları libya'da.

kaddafi, en geç 2009'dan bu yana artık güvenilir bir ortak olarak görülmüyor.

ispanyol gazetesi "el pais", 2009'un ocak ayında şöyle yazıyordu: "libya devrim lideri muammer kaddafi, düşen petrol fiyatları karşısında alışılmışın dışında bir adım atmayı düşünüyor." kaddafi, "ülkesindeki uluslararası petrol şirketlerine ait tesislerin kamulaştırılması olasılığının varlığını reddetmiyor. bunu yapmak zorunda kalmamayı umduğunu, ancak düşen fiyatların başka bir seçenek bırakmadığını söylüyor." (die presse 26.01.2011)

kaddafi, gerçekten libya'da faaliyet gösteren kanada menşeli "verenex"i kamulaştırdığında; yatırımcılar için petrol sektöründeki en önemli branş raporu olan "heating-oil", şöyle yazıyordu: "libya, özel mülkiyeti kamulaştırmakla tehdit ediyor, gelirini arttırmak ya da firmalardan 'haraç' almak için önceden imzalanmış sözleşmeleri yeniden değerlendiriyorsa; uzun vadeli yatırım yapmak için gerekli olan güvenlik, şirketlerin elinden alınıyor demektir." (heatingoil.com, 29.09.2009)

2011 şubat'ında başlayan içsavaşın neticesinde, libya'daki petrol üretiminin yarısına yakını sekteye uğramış ve ülkenin petrol ihracatı, varil fiyatını bir anda 120 dollar'a yükseltecek biçimde çökmüştü.

avrupa birliği devletleri, isyancılarla libya hükümeti arasındaki mücadelenin sürmesinin petrol fiyatlarını daha da yükseltmesinden ve böylece ekonomileri için büyük bir doğurmasından korkuyordu. avusturya ekonomi bakanı reinhold mitterlehner, ekonomide durgunluk ihtimalinden bahsediyor ve avrupa'nın "mağrip ülkeleri'ndeki siyasi durumun bir an önce açıklığa kavuşmasına" ihtiyaç duyduğunu söylüyordu.

kaddafi, batı için bir belirsizlik faktörüne dönüşmüştü.

enerji kaynaklarının üstündeki devlet kontrolü, ithalat yasakları ve fiyat kontrolleriyle devlet tarafından yönlendirilen ekonomi, hiçbir zaman batı'nın neoliberal prensipleriyle uyumlu olmamıştı. şimdi artık tehlikeye giren yalnızca petrol arzının devamlılığı değildi; avrupa, ayrıca içsavaş dolayısıyla afrika'dan gelen bir mülteci dalgası tarafından da "tehdit ediliyordu".

tehlikeye giren bir diğer şeyse, avrupalı enerji şirketlerinin 400 milyar dollar yatırım yapmayı planladıkları "desertec-project"ti. "desertec"in, kuzey afrika'nın çöllerinde güneş enerjisinden elde edilen elektrikle tüm avrupa'nın ihtiyacını karşılaması tasarlanıyordu. libya, bu projenin temel yerleşimlerinden biri olmasının yanında, elektriğin avrupa'ya aktarılmasında transit ülke durumunda.

ve göz ardı edilemeyecek bir faktör, libya'nın imf ve dünya bankası'nın tekelini tehdit etmesiydi.

bu nedenle, savaşan nato devletlerinin hedefinde libya merkez bankası'nın döviz fazlasından yaptığı yurtdışı yatırımları da var. bu yatırımlar, "libyan investment authority" tarafından yönetiliyor ve değerlerinin 150 milyar dollar'ın üstünde olduğu tahmin ediliyor. libya devleti; gerek ülkedeki, gerek afrika'nın başka yerlerindeki büyük kalkınma programlarını döviz rezervlerinden finanse ediyor. (il manifesto, 22.04.2011)

bu projelere, libya'nın dünya bankası'ndan kredi almadan finanse ettiği "great man-made river" projesi ve afrika'nın ilk telekomünikasyon uydusunun geliştirilmesi örnek gösterilebilir.

45 afrika devleti 1992'de, "afrika bölgesel uydu iletişimi" (rascom) örgütünü kurdu. biraz olsun kabul edilebilir koşullarda bir finansman, yıllarca imf ve dünya bankası tarafından engellendi. sonunda libya 300 milyon, afrika ve batı afrika kalkınma bankaları toplam 80 milyon dollar'la projeye dahil oldu. böylece afrika 2007'de ilk iletişim uydusuna sahip oldu. tüm afrika'nın kullanacağı ikinci bir uydu, 2010 haziranı'nda uzaya gönderildi. bu sayede afrika, avrupa'nın uydularının (örneğin intelsat) kullanımı için talep ettiği yıllık 500 milyon dollarlık ücreti ödemekten kurtulmuş oldu.

daha önemlisi; libya'nın, afrika birliği'ne ait üç bağımsız finans kurumunun oluşturulması için yaptığı yatırımlar: merkezi yaounde'de (kamerun) olan afrika para fonu, merkezi trablus'ta olan afrika yatırım bankası ve merkezi abuja'da (nijerya) olan afrika merkez bankası.

bu kurumların başarıyla kurulması; afrika ülkelerinin, (neokolonyal ve emperyalist iktidarın araçları olan) imf ve dünya bankası'ndan kendilerini kurtarmasını sağlayacaktı.

libya'daki rejim değişikliğinden sonra nato güçleri, bir gün afrika'nın bağımsızlığını olanaklı kılacak olan bu kurumları ortadan kaldıracaklar.

abd devlet başkanı obama, 25 şubat'ta birleşmiş milletler güvenlik konseyi'nin yaptırım kararını açıklamasının üstünden daha bir gün geçmişken, abd'nin libya devleti'ne ait, değeri 30 milyar dollar'ı aşan finans yatırımına el koymasını sağlayan bir "executiv-order"a imza attı. birkaç gün sonra avrupa birliği de, libya'ya ait yaklaşık 45 milyar dollarlık yatırımı dondurduğunu açıkladı.

libya'nın finans yatırımlarına neden el konduğunu, (60'lı yıllardan bu yana abd hükümet danışmanı olan) zbigniew brzezinski, 28 nisan 2011'de tagesspiegel'le yaptığı röportajda açıkladı: "verili koşullarda müdahale etmenin, libya'nın kontrolünü kaddafi'ye bırakarak, ona arap dünyası'nın en önemli batı karşıtı liderine dönüşme olanağını tanımaktan daha iyi olduğu fikrindeydim."

içsavaşın başlamasıyla, durum temelden değişmişti.

libya'nın petrol rezervlerinin çoğunluğunun bulunduğu kuzeydoğusunu kontrolü altına alan silahlı ayaklanma; batı'ya, trablus'taki yıllarca el üstünde tutulmuş "dost"undan ve artık güven vermeyen iş ortağından kurtulma şansını verdi.

sevgi ile övülen "özgürlük savaşçıları", bölgenin aşiret reisleri, petrol ve doğalgaz gelirlerini şimdiye kadar kaddafi'yle paylaşmışlardı. şimdiyse, görünüşe göre tek avantacı kendileri olmak istiyorlar. batı'yı, askeri yardım gelmezse tüm petrol arzını durdurmakla tehdit ediyorlar.

libya'nın en önemli petrol ve doğalgaz limanları, ülkenin doğu sahilinde yer alıyor. yine bu bölge, libya'nın rezervlerinin yüzde 80'ine sahip olan, daha güneyde yer alan sirte petrol yataklarından gelen boru hatlarının kesişme noktası.

ab enerji komiseri günther oettinger, neden kaddafi'ye finansal açıdan zarar vermek için libya'nın petrol ve doğalgaz ihracatına yönelik yaptırımlara yönelinmediği sorusunu şu sözlerle yanıtlıyordu: "yeniden işletilmeye başlayan petrol ve doğalgaz yataklarının çoğunun artık kaddafi'nin elinde olmadığını sanıyoruz."

ingiltere başbakanı david cameron, 1 mart 2011'de yaptığı açıklamada, "libya'nın ve halkının geleceği için albay kaddafi'nin rejimi son bulmalı. ve kaddafi ülkeyi terk etmeli. bu sebepten, kaddafi rejimi'ni izole etmek, paradan uzaklaştırmak, iktidarını azaltmak için elimizden gelen her şeyi yapacağız."

anlaşılan, isyan olmasaydı, batı gelecekte de kaddafi'yle anlaşmanın bir yolunu bulacaktı. ne de olsa, yalnızca petrol değil, silah anlaşmaları da son derece iyi gidiyordu.

2004-2010 yılları arasında ingiltere, fransa, italya ve almanya'nın kaddafi rejimine sattığı silahların değeri bir milyar euro'nun üstünde.

avrupalı silah şirketi eads; 2009'dan içsavaşın başlamasına kadar, raket rampaları ve tanksavar raketleri satmayı sürdürdü. silahların üreticisi, eads'ın yan şirketi olan mbda, internet sayfasında "milan 3" sistemini, "geliştirilmiş öldürme potansiyeli" olan, isabet oranı çok yüksek bir silah olarak pazarlıyor. bu silahın kaddafi'ye satılacak olan son partisi, 28 şubat 2011'de yürürlüğe giren silah ambargosu nedeniyle durduruldu.

kaddafi, her şeyden önce libya'yı "avrupa kalesi"nin mültecileri engelleme mücadelesinin bir parçası haline getirdi. avrupa sınır koruma ajansı frontex'le sıkı bir işbirliği içine girdi. almanya, helikopterler aracılığıyla mülteci taşıyan teknelerin akdeniz'de tespit edilmesi görevini üstlenirken; konumları tespit edilen mülteciler, italyan gemileri tarafından yakalanarak libya sahil koruma ekiplerine teslim ediliyordu.

tıpkı mısır gibi libya da, avrupa birliği için bir "istikrar" garantisiydi. ancak, kaddafi 2010 kasımı'nda avrupa'yı yasadışı göçün önüne set çekmekte desteklemek için avrupa birliği'nden 5 milyar euro talep etti. kaddafi, bu talebiyle avrupa devletlerinin gözünde haddini aşıyordu. (focus-online, 31.08.2010)

batı'nın yeni müttefikleri

paris, londra ve washington hükümetleri; libya'nın doğusundaki isyanın önderlerinin, trablus hükümetine oranla batı'nın çıkarlarına uygun hareket etmeye çok daha yatkın olduğunu farketmekte gecikmedi.

abd dışişleri bakanı hillary clinton, 27 şubat'ta aşağıdaki açıklamayı yapıyordu: "obama hükümeti, libyalılar'a muammer kaddafi'yi başlarından atmaları için gereken her tür desteği vermeye hazır. [...] doğuda örgütlenmeye çalışan çeşitli libyalılar'la ilişki kuruyoruz. isyan, ülkenin batısına da yayılırsa; oradaki libyalılar'la da ilişkiye geçeceğiz. [...] sonucun ne olacağını söylemek için henüz çok erken, ama bizden beklenen her tür desteği vermeye hazır olacağız." (michel chossudovsky, 07.03.2011)

fransa, 27 şubat'ta bengazi'de kurulan libya geçici ulusal meclisi'ni "libya halkının yegabe meşru temsilcisi" olarak tanıyan ilk nato ülkesi oldu. ve mahmud cibril ile abdula el-issavi'yi 10 mart'ta paris'teki elysée sarayı'nda ağırladı. her ikisi de, libya geçici ulusal meclisi tarafından batılı devletlerle ilişki kurmak ve bu ilişkileri sürdürmekle görevlendirilmişti.

ancak "libya halkının meşru temsilcileri", olsa olsa libya'nın altı buçuk milyonluk nüfusunun üçte birini temsil ediyor. ülkenin isyancılar tarafından kontrol edilen altı doğu bölgesinde bir buçuk milyon, misurata'daysa 600 bin insan yaşıyor.

yeni kurulan "ulusal meclis"in ve isyancıların hükümetinin üyeleri, ağırlıklı olarak kaddafi rejimi'nin geçmişteki yüksek bürokratlarından ve yüksek rütbeli subaylarından oluşuyor. "ulusal meclis"in başkanı mustafa abdül celil, 2007'den 15 şubat 2011'de isyanın başlamasına kadar, kaddafi hükümeti'nde adalet bakanıydı.

"ulusal meclis" 22 mart'ta, adalet eski bakanı mahmud cibril'i geçici hükümetin başına geçirdi. cibril, söz konusu günden bir hafta önce, 18-19 mart tarihinde paris'te gerçekleştirilen libya zirvesi'nde fransa devlet başkanı sarkozy ve amerikan dışişleri bakanı clinton tarafından, sanki kaddafi artık iktidarda değilmişçesine resmen ağırlandı.

mahmud cibril, batı için neredeyse mükemmel bir müttefik. "frankfurter allgemeine zeitung", cibril'i neoliberal ekonomi politikası uzmanı olarak nitelendiriyor. yıllarca iktisatçı olarak abd'de stratejik planlama ve karar alma konularında ders verdi. ve tunus, mısır ve suudi arabistan'daki genç şirket yöneticileri ve hükümet üyelerini eğitti.

2007'de libya'ya dönmesinin ardından, kaddafi rejimi'ne planlama bakanı ve ulusal ekonomik kalkınma kurumu'nun başkanı olarak hizmet etti. görevi, devlet kontrolündeki ülke ekonomisinin özelleştirilmesini yürütmekti. görevi sırasında, özellikle ingiliz ve abd şirketlerinin libya pazarında tutunmalarına önayak oldu. (frankfurter allgemeine zeitung, 25.03.2011)

isyancıların hükümetinin dışişleri bakanlığını abdül el-issavi üstlendi. önceden libya ekonomi bakanlığı ve özelleştirme planlama dairesi başkanlığı yapıyordu. kaddafi'yle arası bozulduktan ve piyasa ekonomisine geçiş reformlarının yavaş temposunu eleştirdikten sonra koltuğunu kaybetmişti.

sirenayka'nın geçmişteki güvenlik şefi de, şimdi geçici hükümetin üyesi. batı'nın yakından tanıdığı ali tarhuni, "geçici hükümet"in ekonomi, finans ve petrol bakanı. 40 yıl abd'de yaşadıktan ve yıllarca university of washington'da ekonomi ve finans dersleri verdikten sonra bu yılın mart ayında libya'ya döndü. görevi, pazar ekonomisine geçiş için hazırlıkları tamamlamak. (frankfurter allgemeine zeitung, 30.03.2011) göreve başlamasının hemen ardından yaptığı ilk işlerden biri, "özgür libya"nın ham petrolünü pazarlamak için "quatar petroleum company" ile bir anlaşma imzalamak oldu. yalnızca isyancıların elinde olan tobruk limanı dahi, günde 300 bin varil ham petrol ihraç edilebilecek kapasiteye sahip. bu, güncel pazar değeri üstünden yaklaşık günde 36 milyon ya da yılda 12 milyar dollar'a denk düşüyor.

savunma bakanlığına, 1975'te de kaddafi'yi devirmeyi denemiş olan ömer el hariri getirildi. başarısız olan darbe girişiminden sonra el hariri ve yirmi arkadaşı idama mahkum edilmişti. cezası, 1990'da 21 yıllığına ev hapsine çevrildi. 2011 şubatı'ndaki ayaklanma ona isyancıların safına geçme şansını verdi. (taz, 24.03.2011)

isyancıların ordusunun genelkurmay başkanı, kısa bir süre öncesine kadar kaddafi rejiminin yönetici kadrolarından olan abdül fatah yunus. mart ayında isyancılara katılmadan önce kaddafi'nin özel birliklerini komuta ediyordu ve üç yıldır içişleri bakanıydı. (süddeutsche zeitung, 29.03.2011)

mart başı abd'den libya'ya dönen halife haftar, aynı ayın sonunda sonunda isyancıların ordusunun komutanlığına getirildi. bir zamanlar libya ordusunda albay olan haftar'ın, kaddafi'yle arası yıllar önce bozulmuştu ve abd'den kaddafi'ye karşı silahl bir ayaklanma örgütlemeye çalışıyordu. washington post'un 26 mart 1996'da belirttiği gibi, kendine "libya ulusal ordusu" adını veren kontra benzeri bir gruba başkanlık ediyordu. abd tarafından silahlandırılan bu küçük yeraltı ordusu, virginia'da bir askeri eğitim kampına sahip ve 90'lı yıllardan bu yana libya'da ayaklanma girişimlerinde bulunuyor ve birçok terör eylemi gerçekleştirdi. ingiliz gazetesi daily mail, 19 mart 2011'de halife haftar'ı "devrimin iki büyük askeri kişiliğinden biri" olarak tanımladı.

isyancıların ordusunun komutanlarından bir diğeriyse, abd'nin düşmanı bir teröristten sözde demokrasi ve insan hakları mücadelesinde müttefiğine dönüşen ebu bin kumu. new york times'ın 23 nisan 2011'de yazdığı üzere, kaddafi rejimine karşı savaşan derne birliği'nin komutanlığını yapıyor. 11 eylül 2001'deki saldırıların ardından libyalı militan islamcı bir örgütün üyesi olarak pakistan'da tutuklanıp, el kaide'ye üye olduğu gerekçesiyle beş yıl guantanamo'da kaldı. 2007 yılında, bir yıl hapiste kaldıktan sonra kaddafi'nin siyasi tutsaklar için çıkardığı aftan faydalanarak serbest kalacağı libya'ya gönderildi. (junge welt, 26.04.2011)

gelecekteki neoliberal ekonomi politikasının yol haritası

geçici hükümet, çoktan kendi petrol şirketi "libyan oil company"yi kurdu. bu şirketin, libya devletinin petrol kurumu "national oil  company"nin yerini alması ve amerikan, ingiliz ve fransız şirketlerine uygun koşullarda lisans vermesi planlanıyor. çin ve rusya'nın libya'nın dışına itilmesi de bu planın bir parçası. buna karşılık, kaddafi 14 mart'ta amerikan ve avrupa şirketlerinin çalışma ruhsatlarını çin ve rus şirketlerine devretme tehdidinde bulundu.

isyancılar, aynı zamanda kendi merkez bankalarını da kurmuş durumda. yeni kurulan merkez bankasının görevi; abd ve avrupa devlerinin el koyduğu, libya devleti'ne ait 150 milyar dollar'ı aşan parayı, iade edilmesinin ardından yönetmek.

ingiliz menşeli hsbc bankasının üst düzey yöneticilerinden oluşan bir ekip, şu anda yeni kurulan "merkez bankası"na libya devletinin ingiltere'deki yaklaşık 25 milyar dollarlık yatırımıyla ne yapacağı konusunda danışmanlık yapıyor. (il manifesto, 02.05.2011)

isyancıların yönetici kademesinin, abd'nin ve avrupa devletlerinin çıkarlarıyla büyük ölçüde uyumlu hedefler peşinde olduğu açık. onlara kalırsa, libya neoliberal ekonomi politikasının ilkelerine göre yönetilecek.

isyancıların hükümetinin maliye bakanı tarhuni, zeit'la yaptığı bir röportajda kaddafi'nin ülke ekonomisinin kayda değer bir bölümünü kamulaştırmasını eleştirdi. "ekonominin itici gücünün özel sektör olması gerek" dedikten sonra ekledi: "uluslararası yatırımcılarla işbirliği içinde libya'yı bir finans merkezine çevirmeyi umuyoruz." özellikle fransız şirketleri gelecekte libya'yla karlı bir ticaret yürütmeyi umabilir: "fransa gibi baştan beri bizim tarafımızda olan ülkelerin avantaj sahibi olacağını düşünüyorum." (die zeit, 07.04.2011)

bengazi'deki geçici hükümetin başkanı mustafa abdül celil de, 22 mayıs'ta şimdi isyancıları destekleyen ülkelerin zaferlerinden kar edeceğini açıkladı: "devrimimize destek veren dostlarımız, gelecekte libya'da en iyi ticaret olanaklarına kavuşacak." (tagesanzeiger zürich, 23.05.2011)

avrupa birliği, aynı gün isyancılarla resmen diplomatik ilişki başlatarak bengazi'de bir temsilcilik açtı. avrupa birliği dışişleri yüksek temsilcisi cathrine ashton, açılışa bizzat katılırken "libya halkının vizyonu"nu övdü.

13 haziran'da alman hükümeti de, bengazi'deki geçici hükümeti "libya halkının tek meşru temsilcisi" olarak tanıdığını açıkladı.

isyancılara askeri yardım

abd devlet başkanı obama, 10 ile 17 mart arasında, kısacası birleşmiş milletler güvenlik kurulu'nun kararının hemen öncesinde cia'in isyancıları desteklemesine izin verdi. (focus.de, 31.03.2011) obama'nın verdiği izin, isyancılara silah yardımını da kapsıyordu. new york times, cia ajanlarının aynı zamanda hava saldırıları için hedef tespiti de yaptığını açıkladı. (frankfurter allgemeine zeitung, 01.04.2011; welt.de, 31.03.2011)

19 mart'ta focus online, "ingiliz gizli servisi mi-6 ajanlarının haftalar öncesinden libya'ya sızdığını" yazdı. "askeri hava alanları, uçaksavar mevzileri ve iletişim merkezleri gibi stratejik hedefleri tespit etmiş ve hava saldırıları için işaretlemişlerdi." (focus.de, 19.03.2011)

2 nisan günü, fransız gizli servisinin bengazi'deki isyancılara üç haftadan uzun süredir gizlice tanksavar mermisi ve top gönderdiği ortaya çıktı. (focus.de, 02.04.2011)

muhafazakar wall street journal, birleşmiş milletler kararının kesinleştiği 17 mart günü şöyle yazıyordu: "abd'nin ve isyacıların resmi sözcüleri, mısır ordusu'nun abd'nin bilgisi dahilinde isyancılar için sınırdan silah geçirmeye başladığını açıkladı. gönderilenler, ağırlıklı olarak makineli tüfeklerden ve cephaneden oluşuyor." (peter dale scott, www.hintergrund.de, 31.03.2011)

nato devletleri, böylece kendi aldıkları birleşmiş milletler güvenlik konseyi kararına aykırı hareket ediyorlar. karar; libya topraklarında her türden silah yardımını, askeri eğitimi, askeri amaçlara hizmet edebilecek her türden teknik ve finansal yardımı yasaklıyor. (birleşmiş milletler güvenlik konseyi kararının 13. maddesi)

"nihai zafer"e kadar savaş

nato savaşının bir sonraki aşaması, abd'nin insansız, yerden kumandalı uçaklarla yapacağı bombardımanlar ve ingiltere ile fransa'nın savaş helikopterlerinin sayısını arttırması.

nato ve ab devletleri, trablus rejimi devrilene dek savaşı sürdürme konusunda anlaşmış durumda. kaddafi'nin öldürülmesi de bombardımanların "meşru hedeflerinden biri" kabul ediliyor.

alman ordusunun da dahil olduğu kara kuvvetlerinin savaşa katılımı ihtimaline yönelik hazırlıklar da sürüyor. kara kuvvetlerinin savaşa dahil olması, sözde "insani yardımların güvenliğinin sağlanması" adına gerçekleştirilecek. devlet bakanı cornelia pieper (fdp), alman parlamentosu'nda "hazır bulunan avrupa birliği savaş grupları'nın ve kimi diğer birliklerin kullanımı olanaklar dahilinde" dedi. (junge welt, 08.04.2011)

nato, büyük olasılıkla korkunç sonuçları olacak ve sivil kurbanlarının sayısı gittikçe artacak bir savaş yürütüyor. isyancıların zafere ulaşması sağlanamazsa, savaş libya'nın ikiye bölünmesiyle de sonuçlanabilir. bu durumda en azından libya'nın doğusu batılı şirketler için karlı bir vahaya dönüşecektir.

12 Ağustos 2011 Cuma

BLOG: TUMBLR

blogu bölmeye karar verdim. bundan sonra daha kişisel yazıları, yine güneşli pazartesiler adını taşıyan bir tumblr blogunda yayımlayacağım. başlangıç olarak blogspot'taki yazıların bir bölümünü aktardım, zamanla iki blog birbirlerinden bağımsız bir yaşam sürmeye başlayacak. burasıysa daha çok siyasi yazıların yer aldığı, ama bugüne kadar olduğu gibi sinemadan spora, yemek kültüründen edebiyata aklıma ne eserse yazdığım bir blog olmaya devam edecek. ilgilenenler  guneslipazartesiler.tumblr.com adresinden diğer yazılara da ulaşabilir.

5 Ağustos 2011 Cuma

ARAP BAHARI'NDAN İSRAİL YAZI'NA

tel aviv

israil'de, birçok insanın mısır'da mübarek'in ve tunus'ta ben ali'nin devrilmesine yol açan arap baharı'na benzettiği bir protesto hareketi ortaya çıktı. neoliberal ekonomi politikalarına, sürekli artan yiyecek fiyatları ve kiralara gösterilen tepki, yahudi ve müslüman-arap israilliler'i birleştiriyor gibi görünüyor. almanya'da yayımlanan günlük sol gazete junge welt, bu hareketin bir parçası olan üniversite öğrencisi matan kaminer ile tel aviv’de bir röportaj yapmış. ilginç bulduğum için paylaşıyorum:



mart ayında israil başbakanı benjamin netanyahu, ortadoğu'daki diğer ülkelerin aksine israil'de protestolar yaşanmayacağını söylemişti. ancak geçtiğimiz cumartesi günü 150 bin kişi sokağa çıktı. bu hareketin sebepleri nedir?

beklenmedik bir biçimde patlak verdi. bir hafta öncesinde göstericilere büyük bir toplumsal eylem dalgasının mümkün olduğundan bahsetseniz, size gülerlerdi. geriye bakacak olursak, orta sınıf genç kuşağın gelecek umutlarının yok olması durumu tetikledi diyebiliriz. insanlar, sorunlarının kişisel başarısızlıklarından değil de sistemden kaynaklandığını birdenbire fark etti.

eylem dalgası, tel aviv'deki rothschild caddesi'nde (madrid'in puerta del sol meydanı veya kahire'nin tahrir meydanı'ndakiler gibi) bir protesto kampı ile başladı. israil'deki genç eylemciler, kendilerini uluslararası bir hareketin parçası olarak mı görüyor?


herkes kahire’den bahsediyor. rothschild caddesi'ndeki protesto kampında asılı bir afişte, "tahrir meydanı'nın rothschild köşesi" yazılı. gerçi biz daha çok madrid'dekilere benzer deneyimler yaşadık. tel aviv'deki kampın önde gelen organizatörlerinden biri, son birkaç ayını ispanya meydanlarında geçiren aya suschan. bir arap ülkesinden edindiğin protesto ve devrim fikirlerini İsrail’e adapte etmek hiç kolay değil. arap ülkelerindeki insanlarla dayanışmak, bu hareketin en önemli öğesi.

hafta başında sendika federasyonu histadrut'un başkanı over eini, amaçları hükümeti devirmek olduğu sürece eylemleri desteklemeyeceklerini açıkladı. yine de birçok eylemci; "mübarek, esad, netanyahu" diye bağırıyor. hükümet devrilmeli mi?

insanlar siyasi olmaktan korktuğu için bu soru hareketi bölüyor. çünkü burada bu soruyu yanıtlamak, israil-filistin sorununda taraf olmak demek.

gösterilerden birinde "yerleşim değil ev yapın" yazan bir döviz vardı. filistin'deki işgalin protestolarda rolü var gibi görünüyor.


filistinli eylemciler, taleplerin bedelini filistinliler'in ödeyeceği şekilde, örneğin topraklara el konularak yerine getirilmesinden çekindiğini ifade etti. yahudi israilliler, batı şeria'nın sömürgeleştirilmesine katılırsa ev sorunu da çözülür. sağcı hükümet, seve seve yeni yerleşimler inşa eder. hükümetin isyanı bastırmak için komşu ülkelerden biriyle savaşa girmesinden korkanlar var. böyle bir olasılık yok değil. suriye devlet başkanı esad, bibi netanyahu ile bu oyunu oynamayı çok ister. bir facebook grubu; "bir askeri operasyon olsa bile gösterileri sürdüreceğiz" sloganıyla bir gün içerisinde beş yüzden fazla üye topladı. bu, harekete savaş karşıtı bir dinamik kazandırabilir; ama çoğunluk, şimdiye dek filistin sorunundan bilinçli olarak uzak durdu. bu tavır, gün geçtikce sürdürülemez hatta tehlikeli bir hâl alıyor. batı şeria'daki yerleşimcileri temsil eden yehsa komisyonu'nun başkanı, salı günü rothschild kampı'nı ziyaret etti ve sıcak karşılandı. başlangıçta eylemleri anarşist işi olarak gösterip mahkum etmeye çalışan sağcılar, halkın büyük destek verdiği bu harekete içeriden müdahale etmeyi arzular hale geldi.

anti-siyonist sol gösterilerde nasıl bir rol oynuyor?


örgütçülük açısından bir rol oynadığı yok. fakat radikal sol; çoğu yerde müdahalede bulunarak, yoksul işçilerin ve filistinli azınlığın taleplerini harekete mal etmeye ve demokratik yapılar oluşturmaya çalışıyor. şu anda her şey mümkün. birçok şeyi değiştirebiliriz. israil'de bir kuşaktır yaşanan en heyecan verici hareket.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

İLK GÜNLER - 1


almanya'da ilk günlerim... beni bir daha dönmemek üzere istanbul’dan götüren uçakta tesadüfen yan yana düştüğüm ve akşamdan kalmalık halini paylaştığım adamın evinde geçirdiğim üç geceden sonra, yeniden sokaktayım. artık üniversiteye kaydolmak ve oturma izni çıkarmak için nürnberg'in küçük komşusu olan erlangen'deyim.

ilk zamanlar, şurada burada geçiyor. ilk gece küçük ama pahalı bir otelde kalıyorum, ardından birkaç geceliğine bir misafirhanede. sonraki durak, bir yunan lokantasının arkasındaki tozlu bir oda. içinde bir yatak ve sandalye dışında hiçbir şey yok. lokantanın tuvaletini kullanıyor, duş almak için pansiyona kaçak giriyorum.

çevremdeki her şey yabancı. akvaryumundan çıkmış insan; tüm yaşamına eşlik etmiş ahlak kurallarını, tutuklukları, el âlem ne der kaygısını, kendisini bile şaşırtacak denli çabuk atıyor üzerinden. dönercide, daha çok parası olmayan üniversite öğrencilerinin takıldığı bir diskonun güvenlik görevlisi ile tanışıyorum. biraz laflıyoruz. salağın teki olduğu belli, ama kötü niyetli değil. hep itilip kakıldığı bir hayatta, kendinden çok daha savunmasız birine denk gelmenin şevkiyle anlattıkça anlatıyor. sanırsın üç kuruşa disko kapısı bekleyen biri değil, güney almanya'nın diskolar kralı! "gelirsen giriş ücreti almam" diyor. günlerden çarşamba.

perşembe akşamı diskonun kapısında bitiyorum. hiç değilse sözünde durdu. para vermeden içerideyim. tüm disko deneyimi, silivri’deki bir yazlıkçı diskosuna gitmek ve on beş yaşındayken bodrum’da bir diskonun içini görmüş olmaktan ibaret birine göre—o da arkadaş zoruyla, sıkıcı ve satıcı biri olduğum suçlamalarını savuşturmak için—içerisi dışarıdan daha yabancı.

elimden geldiğince diskoya gider gibi giyinmişim. elimden ancak bu kadarı geliyormuş demek ki. türk filmlerindeki sosyetik ortamlara düşen köylü güzelleri gibiyim. yabancıyım ve sırıtıyorum. belki de bana öyle geliyor. bu histen derhal kurtulmam gerek—içiyorum. madem ki “ya ya ya coco jambo” çalan ortama (aslında bu çalıyordu) siyah gömlek ve ceket giyerek üçüncü sınıf yazar kılığında geldin, steinbeck gibi içeceksin. viski alıyorum. parası umurumda değil. içtikçe bedenim hafifliyor, bedenim hafifledikçe ruhum daha da daralıyor. yabancıyım ve yalnızım. insanlar dans ediyor, birbiriyle konuşuyor, kahkahalarla gülüyor. bunalıyorum. gidebileceğim tek yerin tozlu bir oda olduğu aklımdan çıkmadığı için kalıyorum.

sıkılmıyormuş gibi yapmak, herkesin eğlendiği ortamlarda sıkılmanın birinci kuralı. öyle, çünkü eğlenen veya eğleniyormuş gibi yapan insanların sıkıcı biri olduğunu düşünmelerinden çekiniyorsun—ve viski. canım içmek istediği için değil, içmezsem ne yapacağımı bilmediğimden ve bir köşede hiçbir şey yapmadan durmakla kıyaslandığı zaman bir işmiş gibi geldiğinden, viskiyi kafama dikip yenisini almaya gidiyorum.

ansızın kıçıma bir şaplak iniyor. şaşkınlık içerisinde arkama dönüyorum. bir yandan nasıl bir tepki vereceğimi merakla süzen, diğer yandan da aldırış etmiyormuş gibi durmayı beceren beş altı kadın. sırf ne diyeceğimi bilmediğim için bir şey söylemiyorum. uzaklaşıyorum; sanki yanlış bir şey yapmışım ve bundan utanç duymam gerekirmiş gibi.

kim bilir kaçıncı viskiden sonra dans pistine iniyorum. ben miyim bu? disko şarkılar eşliğinde dans ediyorum. ha? pogo yaparken tekmeye kafa uzatabilir; ska figürleri yaparak üstsüz, göbekli, vıcık vıcık terli dazlaklardan ustalıkla sıyrılmayı becerebilirim. ama hepsi bundan ibaret.

işte dans pistindeyim.

neden sonra tüm bu saçmalıklara bir anlam verebiliyorum. yunan’a gitmeyeceğim bu gece. cuma sabahı başka bir yerde uyanacağım. nerede ve kimin yanında olduğunun pek bir önemi yok. yeter ki nevresimler toz kokmasın ve uyanınca duş alabileyim.

nasıl oldu bilmiyorum; bir kadınla öpüşüyorum. dikkat çekici bir özelliği yok. o mu  benim dikkatimi çekti, ben mi onunkini bilmiyorum. adını sormadım galiba. hem adını hem de sormuş olduğumu unutmuş olabilirim. isim hafızam oldum olası iyi değildir. nedense ingilizce konuşmak kolayıma geliyor.

“evine gelebilir miyim?” diye soruyorum. “olmaz” diyor, “o kadar tanımıyorum seni.” artık sabahın ilk saatleri ve almanca yerine ingilizce konuşacak kadar sarhoşum. “kaldığım yere gitmek istemiyorum” diyorum, "iğrenç bir yer." hoş, gitmek istesem bile yolumu bulup bulamayacağım meçhul. “ben koltukta da uyurum.” birlikte çıkıyoruz. umarım çok ısrar etmemişimdir. takside şoförle sohbet etmeye başlıyorum. almancam geri geldi. öyle sarhoşum ki türk şoförle almanca, adını bilmediğim kadınla ingilizce konuşuyorum. kadın, durumun farkına varamayacak kadar sarhoş. taksicininse tek derdi taksimetrenin ne yazdığı.

evine gidince üzerinde uyuyacağımı sandığım koltuğa bırakıyorum kendimi. o ise dişlerini fırçalamaya gidiyor. iki tür tek gecelik ilişki vardır— belki de iki tür insan. ilki, dişlerini fırçalamaya ve temizlenmeye gider. sen de o esnada sap gibi bekler, bir yandan da ev nasılmış diye etrafına bakınırsın. ikincisi, daha kapıyı açarken sevişmeye başlar. adını bilmediğim kadın, banyodan çıkıyor. yatak odasına gidip sevişiyoruz. sonradan aklımda sadece dizindeki ameliyat izi kalacak.

sabah erken, öğleye doğru da olabilir, kısacası uyanmak için fazlasıyla erken bir saatte cep telefonum çalıyor. arayan babam. içinde bulunduğum duruma uygun düşmeyen, saçma sapan bir şeyler konuşuyoruz—en önemlisi de türkçe.

almanya'da türkçe konuşmanın kötü bir şey olduğunu fark ediyorum. adını hâlâ bilmediğim kadın, kendine kahve yapıyor. benim içinse bir taksi çağırıyor. konuşmak zorunda kalmamayım diye evden çıkıyorum. cebimde çok az para olmasına rağmen taksiye biniyorum. sigara ve kahve alacak kadar kalsın diye birkaç yüz metre ötede iniyorum. taksicinin suratı asılıyor.

fırından aldığım kovboy kahvesinden hallice. sigara içiyorum. diskoda cebime attığım kibritle yakmış olduğumdan midem bulanıyor. gün ışığında, geceyi evde geçirmediğimin kanıtı olan giysilerle yunan'a doğru yürüyorum.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...