3 Eylül 2010 Cuma

ONDAN, BUNDAN, ŞUNDAN


bu haftasonu çok yoğun bir çalışma temposu içinde olacağımdan yazma şansım olmayacak. dolayısıyla yazmadan geçen her gün yazılabilecek yeni konular da birikmeye devam edecek. zaten günlük çalışma tempomdan, yaşımın otuzu bulmasıyla "kel ve göbekli" bir adama dönüşmeden önce mezuniyet tezini bitirme arzum ağır bastığından ve daha birçok nedenden istediğim kadar yazamıyor; aklımdan geçenler, üstüne kafa yorduğum konular çoğunlukla unutulmaya terkediliyorken bir de araya böyle kısa süreliğine de olsa "ölene kadar mokoko" tarzı bir çalışma temposu girecek...

bu sürede daha önceden söz verdiğim(i sandığım, ama şimdi bakınca bulamadığım) los lunes al sol (güneşli pazartesiler) tanıtım yazıları girecek. hayatımda izlediğim en güzel filmlerden biri olan, motorcycle diaries'le beraber siyasi film nasıl çekilir belgeseli olarak da izlecebilecek bir film los lunes al sol. kendimi bloga adını veren film hakkında "çok güzel" bir yazı yazmak "zorunda" hissettiğimden, bir türlü başına oturamadığım bir yazıydı... ben de üç kişiden film hakkında yazmalarını istedim: karşılıklı yazışmalarımızda bana "santa" adını takan hemzemin.net'ten fikir; filmi bana öneren ve judy, jenifer, jason gibi değişen takma adlarla blogun trolü rolünü üstlenen, "kardeşim" diyebileceğim bay e. ve son olarak - zaten tanıdığınız - gand...

aslında los lunes al sol yazıları bir üçleme değil, dörtleme olacaktı. ancak ben bir türlü yazamadığım ve beni kırmayıp yazan insanları da daha fazla bekletmek istemediğim için bu haftasonu yazıları yayınlamaya karar verdim. kim bilir, belki gelecek hafta dönüşüm bir türlü yazamadığım los lunes al sol yazısıyla olur...

ayrıca ben burada yokken ağırlıklı olarak futbol yazan, ama futbol yazarken "sadece futbol" yazmayan bloggerların bir kollektif olarak yazmak üzere hayat verdikleri evrensel blok'a bakabilirsiniz. futbolun "sadece futbol" olmamasının da ötesinde, tabii hayat da "sadece futbol" değil ve evrensel blok'da okuyabileceğiniz yazılar konu sınırlaması tanımıyor. bunun yanında borges'in mutluluk algısı'nı - eğer hangi bağlamda yazıldığını biliyorsanız, bu bağlamdan bağımsız olarak - okumanızı öneririm. yalnızca mutluluk ve acı kavramlarının göreceliliğine değil, genel olarak algı ve değerlendirmenin bir objektivite bünyesinde kavranamayacağına dair okunursa daha da anlamlı olacak bir yazı. son olarak, her ne kadar güncellenmese de, daha önce okumamış herkese, türkçe blogosferin süreklilikten yoksunluğu insanı en çok acıtan blogu mollotof'a göz atmadan geçmeyin derim...

ben yokken mustafa konur'un dediği gibi "üzgün olmayın, kızgın olun!", ki ben dönünce kaldığımız yerden devam edebilelim...

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...