3 Eylül 2010 Cuma

ELEVATOR PITCH! - ASANSÖR PİÇİ


yaşadığı ülkenin vatandaşı olmamanın en can sıkıcı yanlarından biri iki devletin bürokratik fantazilerine aynı anda yanıt vermek zorunda olmak. geçtiğimiz günlerde uzun bir aradan sonra türk konsolosluğu'na işim düştü. bugünden sonra umarım yeniden uzunca bir süre konsolosluğa gitmek zorunda kalmayacağım.

beklemek, surat asma bölümünden mümkün olabilecek en iyi notlarla mezun olduktan sonra aksilik anabilim dalında lisansüstü eğitim almış memurlarla haşır neşir olmak, sayısız fotokopi ve fotoğraf çektirmek, dışarıda üç kuruşa halledeceğiniz bu işlemlere konsoloslukta çölde su satın alır gibi para ödemek, yeniden beklemek, imza ve mühür kolleksiyonu yapmak ve yeniden asık suratlı memurlar. işinizin o gün için hallolduğu andan sonra - herşey internet üzerinden birkaç saat içinde bitirilebilecekken - aylarca türkiye'yle yazışmaların sonuçlanmasını beklemek de cabası...

konsolosluğa gitmenin en iyi yanlarından biri okumak için bol bol zamanınızın olması. tabii kapıyı açtığınız anda suratınıza çarpan milliyetçi-muhafazakar rüzgarla açıktan ters düşecek şeyler okumamakta ya da okuyacaksanız bile en azından elinizdeki kitabı göstermemekte fayda var.

işte ben de - bunca yılın verdiği tecrübeyle - okuduğum kitabı evde bırakıp, yoldan - bence almanya'nın en keyifli okunan, en gazete gibi olan gazetesi süddeutsche zeitung'u aldım. aşağıda okuyacağınız lüzumsuz bilgiler o gazeteden...

harvard ve berkeley üniversiteleri'nde yıllardır asansörde patronunuz ya da müdürünüzle karşılaştığınızda nasıl konuşmanız gerektiği öğretiliyor(muş). yapmanız gereken karmaşık bir fikri, projeyi vs. mümkün olduğunca kısaltarak ve abartılı bir iddiayla tanıtmak(mış). en yüksek gökdelende dahi yollarınız birbirinden ayrılana kadar 30 saniyeden daha uzun bir süreye sahip olmayacağınızdan kondisyon değil, bitirici bir "ilk yumruk" vurmak işin sırrı(ymış). kısacası son derece hızlı ve etkileyici bir biçimde şöyle bir şeyler söylemenizi tavsiye ediyorlar: "aklıma kimsenin ihtiyaç duymadığı, ama herkesin alacağı bir ürün fikri geldi."

işletme bölümlerinde insanlara beyinlerine saplanmış huniler aracılığıyla zerk edilen saçmalıklar sınır tanımıyor tabii. dolayısıyla bir de "elevator pitch" adı verilen bu işin yarışmaları yapılıyor(muş). yarışmaya katılanlar bir yandan kendilerini ispatlayıp ödüle konmak isterken, diğer yandan da - her ne kadar çok büyük şans gerektirse de - yarışmayı izleyen potansiyel yatırımcıları tavlama hayali kuruyor. bu cıvık yarışmaları yapanlar da ciddi kurumlar: örneğin mit'de "elevator pitch" yarışmasını kazanan 5 bin dolar ödüle konuyor(muş). izleyiciler ve jüri üyeleri arasında gerçekten de projenizi finanse edebilecek kodamanların da yer alması 5 bin dolar'dan da fazlasını vaad ediyor kuşkusuz. north carolina'daki wake forest üniveristesi'nde yarışma gerçek bir asansörde düzenlenirken, görüntüler arasından seçilen kimi videolar youtube üzerinden yayınlanıyor(muş).

leipzig'de ingilizce öğretmenliği yapan james parsons bu geleneği almanya'ya taşımış. on yıldır leipzig'de de bu konu hakkında kurslar ve bir "elevator pitch night" düzenleniyor(muş). işin ilginç yanı, önceden rezervasyon yaptırmayanların kapalı gişe olması nedeniyle katılamadığı bu etkinliğin organizatörü parsons'ın kendisinin, asansörde gerçekleşen bu tür bir konuşmayla bir fikrin gerçekten pazarlandığını hayatı boyunca duymamış olduğunu itiraf etmesi.

"elevator pitch"in icadı, 80'li yıllarda müdürlerinden randevu alamayan new yorklu plaza çalışanlarının saatlerce asansörlerin girişinde bekledikten sonra, "tesadüfen" müdürle aynı asansöre binerek ezberledikleri monoloğun kayışını gevşetmeleriyle olmuş.

"elevator pitch"severlere heyacanlı ve eğlenceli yarışmalar diliyorum. zira bundan fazlasını elde edeceklerini sanmıyorum. çünkü günümüzde artık dev şirketlerin ceo'ları, patronları özel otoparklarından özel asansörlerine yürüyor ve çalışanlarla karşılaşma rahatsızlığından azade bürolarına salınıyorlar.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...