15 Haziran 2010 Salı

YA SENİ ÖZLEMEDİĞİMİ SÖYLESEM


bugün annem ve teyzem geldi, görmeyeli bir yılı geçmişti. annemi gördüm, sohbet ettik ve ben çok sevindim. buraya kadarı tamamen normal...

normal olmayan annemi görene kadar özlememiş ya da özlediğimi farketmemiş olmam. ki bu durum annemle aramdaki ilişkiye de özel değil. ben özlemenin nasıl bir his olduğunu bilmiyorum. durumları (medrese'de nargile içmeyi, kafayı çektikten sonra gece denize bakmayı, pazar günleri uzun uzun kahvaltı yapmayı vs.) özlüyorum, ama insanları özlemiyorum. herkes birbirini özlediğinden (en azından öyle olduğunu iddia ediyorlar) bende bir eksiklik olduğu duygusuna kapılıyorum. bu yüzden bilinçli olarak özlemeye çalışıyorum, ama beceremiyorum. sonunda hissettiğim, herkesin ağladığı bir ölüm anında ağlayamayan bir adamın utancına benziyor. (ki günlük hayatta ağlamıyorum, ne kadar üzülürsem üzüleyim ağlayamıyorum da, ama kitap okurken, film izlerken kovboyun çok sevdiği atının ölümüne ağlayabilecek kadar sulugöz bir yapım var - bu da belki başka bir yazıya konu olur.)

sonradan berlin nüfusuna geçen bay e'yle bu konu hakkında konuşmasam bu garip özelliğimle dünyada tek olduğuma inanarak yaşamaya devam edecektim herhalde. onun kendi adına bir açıklaması var, babasının başka bir şehirde yaşaması nedeniyle özlememeyi öğrendiğini, özlememeye koşullandığını söylüyor. oysa bay e'nin açıklaması benim hayatımın yakınına bile uğramıyor. ve ben belirli bir neden de gösteremiyorum bu duruma. şimdi en azından tek başıma olmadığımı biliyor olmam beni biraz rahatlatıyor. ayrıca bay e'yle arkadaşlığımız da benim için olabilecek en ideal biçimde sürüyor: o beni, ben de onu özlemiyorum; kimse kimseyi aramıyor kolay kolay. birimiz sevgilisinden ayrılınca, aşık olunca falan konuşuyoruz en fazla. bir de ben berlin'e gittikçe birbirimizi görüyoruz. (o kıçını kaldırmadığından nürnberg'e hala gelmedi.) görüşünce de seviniyoruz. en azından ben çocuk gibi seviniyorum. sıfır stres, herşey olması gerektiği gibi.

oysa diğer insanlarla aynı rahatlığa ulaşamıyorum. kimse ne arkadaşını, ne sevgilisini, ne de ailesini özleyen bir adamın varlığına inanmak istemiyor. otuz yılda ancak üç-beş kişiyi ehlileştirmeyi başarmışım. diğer herkes sıkıldı, bozuldu. arkadaşlıklarım bitti ya da en azından hasar aldı bir noktadan sonra. işsiz güçsüz bir zamanımda bir haftalığına ankara'ya gideceğimi söyleyerek ayrıldığım o zamanki sevgilim (nereden estiyse, hiç sevmem ankara'yı aslında), bir hafta sonra bana ulaşıp ne zaman geri döneceğimi sorduğunda "ben daha gitmedim" demem üzerine çok bozulmuştu mesela. anlatamamıştım ilişkimizdeki bir sorunla ilgili olmadığını bir hafta boyunca aramanın aklıma gelmemiş olmasının. hayır, ilişkide sorundan geçilmiyordu, ama ben sorunsuz da olsa ilişki özlemeyecektim.

zamanla nasıl insanları özlüyormuş gibi yapılacağını öğrendim. bu konuda mükemmellikten hala fersahlarca uzak olsam da, dışarıdan bakılınca kısmen normalleştim. ara ara insanları arıyorum, hallerini falan soruyorum. ilişkilerim daha kolaylaştı böylece. ama ben yine de kendimi "evlenen dexter" gibi hissetmenin önüne geçemiyorum.

PS annem ve teyzem burada olduğu sürece bloga bir şey yazar mıyım ya da ne sıklıkta yazarım bilemiyorum...

7 yorum:

cüneyt uzunlar dedi ki...

Bir kabuk içinde misiniz?..

outlaw dedi ki...

yok, alabildigine acigim aslinda, belki de o kadar acigim ki, hayatima giren cikan yeniliklerin coklugundan geriye bakmakta zorlaniyorum sanki coklukla.

söyle yazmisim: "o kadar çok insan geçti ki hayatımdan bu şekilde, gün oldu kendimi otobüs durağı gibi hissettim."

(http://gueneslipazartesiler.blogspot.com/2010/02/yaslanmak.html )

ya da belki kabuklu cinsindenimdir, kendimi kandiriyorumdur. bilenler, taniyanlar belki daha dogrusunu söyleyebilir...

cüneyt uzunlar dedi ki...

Kalabalık, çokluk tek tek kişilerin önemini azaltabilir, onları genele kaynaşık algılayabiliriz...

m.k.y dedi ki...

Insan ozlenmez zaten, belli duygu yogunlugu yuksek anlarla, durumlarla o anlarda yaninda olan insanlar ozdeslestirilir, o anlari ozlediginde belli insanlar akla gelir, kimileri de insan ozledigini sanir. Ender orneklerde bu duygu yogunluklari (duygu muygu olmadi boyle, heyecan, ofke, sevinc, vs neyin bagimlisiysan ona gore degisir) ancak belli insanlarla yasanabilmistir, ya da maksimuma ulasmistir, o zaman insan ozleme yanilgisi guclenir falan filan. Ya insan zaten matah birsey degil, herkes kafami bozuyor bu aralar, ozleme insan minsan

outlaw dedi ki...

mky,

haklısın sanırım...

Porco Rosso dedi ki...

hiç sevmem birine "aa bak senle ne çok benziyoruz" demeyi. sempatik kılmaya çalışırken samimiyeti kaçırmak yapaylığa kaymak gibi gelir.
ama bak ben ne yazmışım zamanında :
-----------------------------------

ben hep şunu dedim bugüne kadar : ben özlemiyorum. hiç birşeyi. insanları asla. ben insanlara ihtiyaç duyduğum zaman onlarla konuşmak ya da yanımda olsunlar istiyorum. bunun adice olduğunu hissetsem de elimden bir şey gelmiyor. bir sorunum yoksa beni 1 hafta eve kapat "kimseyi görmedim" diye sıkılmam. 3 ay bir arkadaşımı görmesem "uff çok özledim" demem. ancak karşılaşırım onla barda. iki kelam ederim ve bundan keyif aldığımı hatırlar kibarlıktan en fazla şunu derim : özlemişim `senle konuşmayı`.

kişiyi değil. onla yaptığımı özleyebilirim en fazla. durumu ya da olayı yani.

-----------------------------------

ben bu yazını aylar sonra okudum. aklıma yazdıklarım geldi.
"blody shayt" :))

outlaw dedi ki...

porco rosso,

bilmiyorum bu özlememe hali ilginc bir sey mi, yoksa zaten herkesin hissettigi birbirine benziyor da, özlememiz gerektigi, özlemeyenin duygusuz, öküz vs. oldugu bize ögretildigi icin cogu insan bunu baskalarina, hatta belki de kendilerine itiraf edemiyor mu?

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...