6 Nisan 2010 Salı

SON BALIKÇI MEYHANESİNİN ÖLÜMÜ


güneşli bir pazar günü karar verdik: "sarıyer'de midye yiyeceğiz." neden midye ya da neden sarıyer'de? hiçbir fikrim yok. işin komik yanı anadolu hisarı'nda oturan bir insanın sarıyer'de midye yemesi için mantıklı tek bir neden de gelmiyor aklıma. ama biz pek "neden" peşinde değildik, aklımıza saçmasapan bir iş gelir, ardına düşerdik.

böylece yola koyulduk, önce köprü trafiği, sonra boğazda rahatlıkla yürüyerek sollayabileceğiniz otomobil birikintisi (birikinti çünkü hareket sıfıra yakın), bizim öğlen yemeği ister istemez akşam yemeğine dönüşüverdi.

sarıyer'e vardıktan sonra da işler gittikçe boka sarıyordu, bizim gözümüzde midye-ekmekçilerle dolup taşması gereken sarıyer'de bir tane bile midye tava yiyebileceğimiz yer bulamadık. son bir umut deyip gittiğimiz sahilde de dev bir gima haricinde balık lokantalarından başka bir şey yoktu.

bilmemkaç katlı, "şık" masa örtülü, kravatlı-papyonlu-bilmemne-bey diye çağırılan şef garsonları olan balık lokantaları bize göre değildi. hem biz "başka türlü bir şey" arıyorduk, hem de biz paramızın çoğunu sarıyer'e gidebilmek için çalışırken balıkçı teknesi gibi homurdanan golf'üme mazot almak için harcamıştık.

tam ümidimizi kesmek üzereydik ki, küçük bir meyhane gördük dev balık lokantalarının arasına sıkışıp kalmış. girişine ağlar asılmış, balkonundan asmalar sarkan. içeri girdik, üç kişi bir porsiyon midye tavayı paylaştık, birer tane de efes içtik. hesaba paramız yetişmedi, ama binbir özürümüzün arasında "siktiret abi, sana bir şey olmasın" tadında bir "bir dahaki sefere ödersiniz"le uğurlandık.

ve bir dahaki sefer gelecekti, tıpkı üçüncü, dördüncü, beşinci seferlerin de geleceği gibi. gazete kağıtlarının üstünde balık, meze, rakı üçlüsüne zeki müren eşlik edecekti. iki katlı bu daracık meyhanenin giriş katında meyhaneci kendi içerdi hep, bir de louis armstrong'un yandan yemişi bir akşamcı. şarkı söylerken güzelleşen sesi, konuşurken bilimkurgu filmlerinde içinde yaratık girmiş adamlarınkine benzerdi. yaşıyor mu o adam acaba hala?

meyhaneci aslen matematik öğretmeniydi. meyhane eskiden evken orada doğmuş, büyümüş, ya da öyle anlatırdı. ya kazandığı para pek umurunda değildi ya da hesap yapma konusundaki yeteneksizliği matematik öğretmenliğini bırakmasına sebepti. hayatımdaki en saçmasapan hesapları o meyhanede masanın üstüne bıraktım. çoğu zaman ucuza gelirdi kafayı çekmek, ara ara içime oturan hesaplar ödemedim de değil. hatta kimi zaman "at bir şeyler" der, kestirir atardı hesap konusunu.

benim gördüğüm bir balıkçı meyhanesinin son demleriydi, gelenin gidenin önemli bir kısmını kıçımın-entellektüeli-ortasınıf-ben-balıkçı-meyhanesine-gittim tiplemeleri oluşturuyordu. ama eski tayfa daha ölmemiş ve inatla terk-i mekan eylememişti.

üç yıl kadar oluyor, nadir istanbul ziyaretlerimden birinde geçmişe dönüp bir bakmak arzusuyla gittim küçük meyhaneye. geçmişe dönülemeyeceğini, dönüp bakmak isteyenin en çok güvenebileceğinin kendi anıları olduğunu bilebilmeliydim oysa. eşeklik ettim. eski sevgilimin görüşmeden geçirdiğimiz yıllarda "düzgün" bir insana dönüştüğünü görmek gibi bir şeydi benimkisi. louis armstrong orada değildi, matematik öğretmeni meyhaneyi devretmiş, "muhabbet" ticarete dönüşmüştü.

ah istanbul, ben sana ne ettim de, sen bana bunları yapıyorsun...

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...