1 Şubat 2011 Salı
"ARAP 68'İ" Mİ? # 2
daha önce benjamin stoja'yla beraber "arap 68'i mi?" diye sormuştum. stoja'nın gençliğin küreselleşmenin kültürel yansımalarının da etkisiyle "başka bir yaşam" istemesi vurgusunun basitçe silinip atılamayacağını düşünmekle beraber, arap coğrafyasında yaşanan isyanlar zincirinin almanca'da "hungerrevolte" ("açlık isyanı") olarak adlandırılan türden olduğunu düşünüyorum. yani 68'in, hareketin merkezi avrupa ve amerika'da olsa da, yarattığı avrupa ve amerika'yı aşan kültürel dönüşümün bir benzerinin taşıyıcılığını arap coğrafyasında karşı karşıya olduğumuz hareket tarafından yapılma olasılığını düşük görüyorum.
ama "açlık isyanı nedir?" sorusunun totolojik bir "insanların açlığa isyan etmesidir" cümlesiyle yanıtlanmasının yeterli olmadığını düşünüyorum. zira küreselleşmenin ekonomik sonucu (ya da ifadesi) "üçüncü dünya"nın genelinde açlık ve yoksulluk olurken, bu durum her yerde isyanlarla yanıtlanmadı. kısacası ekonomiyle siyasi tavır arasında doğrudan bir nedensellik kanalı açmak mümkün değil. (aynısını 68 de - bir başka açıdan - kanıtlamıştı çoktan.) insanlar, birçok yerde açlık, yoksulluk çekerken, bu yerlerin yalnızca bazılarında "kader"lerine isyan ediyorlar. (insanların ve toplumların davranışlarını açıklamakta ancak kısmen yeterli olabilen) nedensellik zeminini terketmediğimizde dahi, çok sayıda nedenin, yere ve zamana göre değişen ağırlıklarla iç içe geçerek belirli bir sonucu (bu durumda: isyan) yarattıklarını söyleyebiliriz.
sömürgelerde ciddi isyanların patlak vermeye başladığı yirminci yüzyılın ilk yarısında önleyici bir önlem olarak icat edilen; 68'in yarattığı ruhla beraber daha çok bir umut ifadesi olarak solun eline geçen "isyan araştırmaları", isyan konusuna bilimsel bir açıklama getirmeye çabalayan bir disiplin. (ve bu disiplin, her bilimsel disiplinde olduğu gibi birden çok ve birbiriyle çelişen açıklama konsepti geliştirdi. dolayısıyla bundan sonra okuyacağınız, isyan araştırmacılarının vardığı ortak sonuç değil, ama yaygın ve benim de büyük ölçüde aklıma yatan bir teori.) isyan araştırmalarının ortaya koyduğu, isyanlara eşlik eden üç önemli olgu var; birincisi: insanların içinde bulundukları durumdan hoşnutsuzluğunun belirli bir dereceye ulaşması, ki bu durumun objektif kötülüğünden çok, insanlar tarafından kötü olarak algılanmasını ön plana koyuyor. örneğin zengin bir ülkenin beş yıldır kötüye giden ekonomisi endişe yaratırken, çok daha yoksul bir ülkenin ufak da olsa bir gelişme göstermesi umutla karşılanabilir. ki bu örnek de objektif bir kötüye gitmeye işaret ediyor, oysa bu da bir zorunluluk değil, örneğin medyanın düzenli olarak pesimist bir hava oluşturması (ya da tam tersi) da, insanların içinde bulundukları durumu algılayışlarını değiştirmeye yeterli olabilir. ikincisi: insanların, sistemin (genel olarak ya da güncel haliyle) kötü durumu ortadan kaldır(a)mayacağına inanmaları. bu düşünce, örneğin bir marxistin kapitalist ekonomi ilişkilerinin belirli sorunları ortadan kaldıramayacak yapısal (iç)engellere sahip olduğunu düşünmesini olduğu gibi, politik sistemin egemenlerin çürümesi nedeniyle tıkanması vb. inançları da kapsıyor. isyanlara eşlik eden üçüncü olguysa (gerçekçi) bir alternatifin varlığına inanç. (ki bu inanç da, kendisini görece net kurgulanmış bir model olarak ifade edebilir, ama etmek zorunda değil.)
eğer bilimsel bir makale yazıyor olsaydım, şimdi yukarıda dillendirdiğim kıstaslara dayanarak arap coğrafyasındaki isyan dalgasını analiz etmem gerekirdi. ama yazdığım bilimsel bir makale değil ve ben de - üzülerek de olsa - bu yönde bir analize girişmeyeceğim. çünkü, "yüzümüzü batıya dönme" şiarının - biz görmezden gelsek de - ister istemez "doğuya götümüzü dönme"yi içermesinden olacak, elimde yeterince veri yok. dolayısıyla yaşanan isyanların detaylı bir analizini arap coğrafyasıyla benden daha haşır neşir olan insanlara bırakıyorum. (şöyle de söylenebilir: üç tane sol dergi ve internet sitesinden derlediğim yüzeysel bilgiler eşliğinde bir analiz simülasyonu yapmayı, kendime ve okuyanlara duyduğum saygıdan ötürü tercih etmiyorum.)
stoja'nın özellikle vurguladığı kültürel dönüşümün önemi - bence - ekonomik faktörlerle birlikte okunduğunda ortaya çıkıyor: insanların, ekonomik durumlarını kötü olarak algılamaları, ekonomik beklentileriyle, dolayısıyla kültürleriyle doğrudan bağlantılı. bu bağlamda, göçmenlik ve internetin yaygınlaşması üstünden hayattan beklentilerin dönüşüme uğraması kuşkusuz ciddi bir rol oynuyor. (ama bu ikili analiz de bir neden-sonuç bağlantısı kurmakta yetersiz kalıyor; zira o zaman türkiye'de neden isyan çıkmadığını açıklayamayız.)
yaşananların 68'le benzeştiği en önemli noktaysa bence daha çok ülke sınırlarının isyan dalgasını durdurmakta oldukça etkisiz kalması. "hristiyan demokratlar" ve muadili sağcı kitle partilerinin yöneticilerinin, 68'in arkasında sovyetler birliği'nin parmağı olduğuna kanaat getirmesine (ya da en azından bu yönde propaganda yapmasına) yol açan, isyanların birden çok ülkede eşzamanlı olarak patlak vermesiyle; tunus'ta bir intiharın fişeklediği isyanın kısa sürede mısır'a sıçraması, ürdün'ün, lübnan'ın, yemen'in, fas'ın gittikçe hareketlenmesi arasındaki benzerlik, belki de "arap 68'i"nden bahsetmemizi anlamlı kılabilecek en önemli etken.
(lübnan'daki hizbullah gerçeğini ayrı tutmak koşuluyla) tüm bu ülkelerin ortak özelliği, geleneksel anlamda örgütlü bir direniş odağının varolmaması. geçmişte oldukça güçlü olan tunus solu, 50'lerde devletin saldırıları karşısında bugüne dek altından kalkamadığı bir yenilgi ve dağılma yaşamıştı. söz konusu diğer ülkelerde de benzer bir durum 60'larda yaşanmıştı. sanılanın aksine islamcılar da (özellikle kuzey afrika'da) örgütsel anlamda bir dağılma döneminde ve dolayısıyla hazırlıksız yakalanmış durumda. (geleneksel örgütlerin karakteri göz önüne alındığında) örgütsüzlük, ne kadar şans, ne kadar şanssızlık, ayrı bir tartışmanın konusu, ama bu konuda da 68'le büyük bir benzerlik olduğu kuşku götürmez. 68'de de örgütsüz başlayan bir süreç, kendi hareket karakterine ve kurallarına uygun örgütleri yaratmıştı. arap coğrafyasında da sürecin kendi örgütlülüklerini yaratması olasılık dışı değil.
sonuçta toplumsal hareketlerin doğası gereği nereye kadar gidebilecekleri konusunda kesin yargılara varmak olanaklı değil. ama örneğin ürdün'de başka bir zaman olsa egemenlerin bilindik fiziksel önlemlerle yetinip geçiştireceği eylemlerin, kral abdullah'ın hükümeti görevden almasına yol açması, libya'da devletin, kendisi değil, ama "hayalet"i ulaşan isyanın önüne geçmek için çeşitli önlemlere girişmesi, fas'ta kral 6. muhammed'in temel besin maddeleri ve benzin fiyatlarının devlet tarafından sübvanse edilerek sabitleneceğini açıklaması (her ne kadar kral isyanlarla arada bir bağlantı olduğunu reddetse de), "bu işin burada bitmeyeceği" düşüncesinin, benim devrimci iyimserliğimin ötesinde egemenlerin de korkusu olduğunu ortaya koyuyor.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
3 yorum:
Bu isyanlarda ön plana çıkartılan her zaman ki özgürlük ve onun maskesi olarak da demokrasi vurgusu.
Hal böyle olunca da hem kafam karışıyor hem de aklımda şüpheler beliriyor.
Madem asli konu daha çok özgürlük ve demokrasi bu isyanlarda neden Suudi Arabistan gibi görece bu coğrafyada en despotik yerlerde ses bulmuyor?
Son bir haftadır özellikle yabancı ropartaj, köşe yazısı ve makalelere bakıyorum hiçbirinde dişe dokunur bir cevap yok.
Sanırım benim gibi genelin kafası karışık, pek beklenilen bir durum değil ya da aksine beklenen ve kurgulanan bir durum mu acaba?
dün esad da suriye için reformlar yapmanın zamanı geldi minvalinde bir şeyler geveledi. bunu söyletecek durumların ortaya çıkmış olması iyi. bakalım dalga hangi kıyılara ne ölçüde vurmaya devam edecek...
@yaş tahta,
"demokrasi" biraz şöyle bakmak lazım: insanlar bildiklerini söylüyorlar. bu her iki taraf için de kısmen geçerli. egemen avrupalı akıl gerçekten de negatif tanımlanmış temsili demokrasiden daha büyük bir siyasi "erdem" tanımıyor. isyanın özneleri açısından da insanların ancak bildikleri, tanıdıkları dilden konuşabildikleri aynı şekilde söylenebilir. örneğin geçmişin dili dini, içeriği aslen dünyevi isyanları da insanların dinin diliyle düşünmek, kurgulamak zorunda kalması nedeniyle böyleydi.
diğer yandan batı'da da egemenler korkuyor. özellikle de avrupa'nın kendisinde de isyana varan hareketlenmelerin olduğu bir dönemde başka coğrafyalardaki insanların aynı (ya da benzer) sorunlar nedeniyle ve aynı (ya da benzer) taleplerle ayaklandığını söylemekten çekiniyorlar.
bir de "komşunun tavuğu komşuya kaz görünüyor". "demokrasi" mevzuu, cezayir'den, tunus'tan (ve hatta türkiye'den) bakınca almanya'dan, abd'den, ingiltere'den bakıldığında göründüğü gibi görünmüyor. "komşunun tavuğu" daha etli butludur, yumurtası tazedir, daha az gagalar vs., bunlar gerçek tabii, ama diğer yandan tavuk her yerde tavuk.
özellikle arap coğrafyası ve islamcılıkla uğraşan bir arkadaşım, ukrayna benzeri bir durum yaşandığından bahsediyor. ama ben, bilgim onunkine oranla çok daha kısıtlı da olsa, öyle yönetmeni ya da senaristi batıda, oyuncusu ve sahnesi doğuda olan bir durum görmüyorum.
@aşık sinan,
kesinlikle sonuçsuz kalmayacak yaşananlar, hayatı - ama az, ama çok - dönüştürecek. büyük ihtimalle senin, benim hayal ettiğimizle, isyanların öznesi olan insanların arzuladığıylaa, talep ettiğiyle örtüşmeyecek büyük ölçüde. ama küçük de olsa olumlu sonuçları olacak mutlaka. bir de "harekette bereket vardır" kuralı birkaç istisna haricinde geçerlidir bence ve bu defa bir istisna yapmak için ciddi bir neden göremiyorum...
Yorum Gönder