20 Ağustos 2010 Cuma

ŞNEK VE LEBOWSKI


bu yaz, geçen yıl da olduğu gibi yine tatil yapamıyorum. tatil yapamayışımın bir nedeni parasızlık, ki aslında yürüyerek, otostop yaparak, köprü altında ya da deniz kenarında kaçak yatarak sayısız defalar - en azından kendime - kanıtladım parasız da tatil yapılabileceğini. ama hem bu sefer para sorunum her zamankinden biraz daha büyük, hem de haydut'u (tanımayanlar için: blogun sağ üst köşesinde duran dört bacaklı yaratık) artık iyice yaşlanmaya başladığı için bu koşullarda yanıma almam olanaksızlaştı. bütün nürnberg cümleten tatile gittiğinden dört bacaklı dostumu bırakabileceğim kimse de kalmadı şehirde. aslında tüm bu saydıklarım tatile gidemememin üstüne "tüy diken" ekstra faktörler. zira burada kalıp halletmem gereken, erteleyemeyeceğim önemli işler var.

gittiğim gördüğüm yerler hakkında yazmayı sevdiğimden, daha eğlenceli bir yaz geçiriyor olsaydım, burada benim tatil izlenimlerimi okuyor olurdunuz. bu ihtimali zorunlu olarak elediğimizden, ben de günlük hayatımın kıyısından geçen bir tatil hikayesini anlatmaya karar verdim.

bir ay kadar önce bir perşembe akşamı evin telefonu çaldı. arayan bir arkadaşımdı. sokakta kalmış iki çek'in bizde yatıp yatamayacağını soruyordu. eve aldığımız son insanların sinir bozucu tavırlarından ağzım yanmış olsa da, sokaklarda sürterek avrupa'yı gezen insanların birbirlerine olan dayanışma borcu nedeniyle "evet" dedim. yaklaşık yarım saat sonra bir başka tanıdık, sarışın bir skinhead'le jeff bridges'in big lebowski'deki tipini andıran saçı-sakalı birbirine karışmış hafif şişmanca olan diğer konuğumu getirdi.

ilk izlenimim skinhead'in ingilizce bilmesi sebebiyle ikilinin dış dünyayla iletişim sorumlusu olduğu, lebowski'ninse konuşmalarımıza "kenar süsü" olarak eşlik ettiği yönündeydi. sonradan - bu tür durumlarda sıkça yaşandığı üzere - aslında lebowski'nin daha iyi ingilizce bildiği, ama çekingen karakteri nedeniyle susmayı tercih ettiği ortaya çıkacaktı.

alman sınırına çok yakın, artık adını hatırlamadığım bir kasabada yaşıyorlarmış. bizim eve gelişleri yolculuklarının dördüncü gününün akşamıydı. otostop yaparak yola çıkan iki kafadar bir günde kasabalarından nürnberg'e yaklaşık 100 kilometre uzaklıkta, regensburg yakınlarındaki bir köye ulaşmışlar. daha sonra nürnberg'e kadar olan 100 kilometrelik mesafeyi almak bir gün sürmüş. iki gündür nürnberg'de takılıp kalmışlar. barcelona'ya ulaşmak isterken, bu beklenmedik gecikme nedeniyle hedeflerinden vazgeçmek zorunda kalmışlar.

yıkanabileceklerini ve buzdolabındaki şeyleri yeme konusunda kendilerini evlerinde hissedebileceklerini söyledim. biraz tatil planları hakkında konuştuk. belirli bir tarihte çek cumhuriyeti'ne geri dönmek zorunda olduklarından barcelona'ya gitmek yerine daha kısa bir rota üzerinden eve dönmeyi düşünüyorlardı. daha konuşkan olan skinhead'in lakabı şnek'ti. (şnek çekce'de salyangoz demekmiş, muhtemelen almanca'daki schnecke'den geçmiş çekce'ye.) almanca'da aşırı yavaşlığa bir atıf olarak algılanacak schnecke, çekce'de şnek olunca daha çok sakin, kimseye zarar vermeyen anlamına geliyormuş, "karıncaezmez" gibi bir şey.

iki saat kadar bir şey yemediklerinden en sonunda ben buzdolabını açıp kahvaltılık ve karpuz çıkardım. ancak beş kişinin bir haftada yiyeceği şeyi yirmi dakikada tıkındıktan sonra söylediler iki gündür boğazlarından hiçbir şey geçmemiş olduğunu.

zorunlu geri dönüş tarihleri şnek'in hapis cezasının başlangıcıymış. bir naziyi dövdüğünden 6 ay hapis cezası almış. üç ay kadar yattıktan sonra iyi halden bırakılacağını tahmin ediyordu. ancak hapse girmesi aynı zamanda hastanedeki hastabakıcılık işinden olmasına neden olmuş.

karınları doyduktan sonra dışarı çıktık. kısa bir mahalle turundan sonra bir bara oturup birkaç bira içtik. barmenin ikramı olan tekilaları da içtikten sonra eve döndük. (bu arada çekler'in tekila içerken tuzu burundan çekip limonu göze sıkmak gibi manyak bir davranışları olduğunu öğrenmiş oldum.)

evde biraz müzik dinleyip muhabbet ettik. şnek doğduğu kasabaya geri dönmeden önce prag'da ülkenin en eski işgal evi milada'da yaşıyormuş. (yukarıdaki resim milada'ya ait.) elektriği suyu kesen devletin baskıları, ülke çapında tanınan nazilerin özel bir güvenlik şirketinin çalışanları olarak - polisin koruması altında - işgal evini basıp herşeyi paramparça etmeleri ve hoşlarına giden şeyleri çalmalarıyla devam etmiş. en sonunda da polis binayı basıp işgal evini dağıtmış.

ayrıca yaşadıkları kasabada yıllarca tek bir nazi varken nasıl sayılarının birdenbire arttığını, polisin nazileri nasıl koruduğunu anlattı.

cuma öğlen uyandıktan sonra birlikte kahvaltı yaptık. ve bir arkadaşımdan ödünç aldığımız bir arabayla nürnberg'in 50 kilometre kadar kuzeyindeki bir mola yerine gittik. orada dresden üzerinden poznan'a (polonya) gitme planlarını değiştirip berlin'e giden bir arabaya binmişler.

berlin'e varıp yatacak yeri olmayan herkesin gideceği ilk adres olan işgal evi koepi'ye gitmişler. koepi'de bir parti olduğundan yatacak yer yokmuş. ilk geceyi kreuzberg'de bir parkta geçirdikten sonra bir gece de başka bir işgal evinde kalmışlar. berlin'den eve dönmek iki-üç gün sürmüş olmalı. benden ayrıldıktan sonra başlarından geçenleri şnek'in eve döndükten sonra yazdığı mail'den öğrendim. ertesi gün teslim olup hapse gireceğini yazıyordu.

2 yorum:

Gand dedi ki...

süper yazı,
tuzu burundan çekip limonu göze sıkma ne ya :)))
ev işgal hareketi üzerine bir belgesel izlediğimde çok şaşırmıştım.
bunlar medyanın bildirmekten pek de hoşlanmadığı haberler.
daha çok yazsan ya bunları...

outlaw dedi ki...

aklıma estikçe konu hakkında bir şeyler karalamaya devam ederim. hareketi genel olarak anlatacak bir yazı yazmak için ciddi ciddi araştırma yapmam, kafa patlatmam gerek. ne yalan söyleyeyim, o kadarına üşeniyorum. ama ara ara geçmişten hikayeler vs. gelecek...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...