13 Haziran 2011 Pazartesi

KUŞ BEYİNLİ ENTELLEKTÜEL

stalker'dan semprun hakkında bir şeyler karalamasını rica ettim, o da beni kırmadı...


kitapçılarda geçirdiğim vaktin haddi hesabı yoktur. gazetelerin kitap ekleri, web siteleri, arkadaş tavsiyeleri filan bir yere kadar; rafları didik didik etmek ise neredeyse hobi. jorge semprun’u keşfim de böylesi bir çabanın bir sonucuydu. büyük yolculuk ismi fazlasıyla klişe, muhtemelen “semprun” ilgimi çekmiştir. yazar bilgisi, arka kapak yazısı ve ilk bir-iki sayfa derken kitabı almıştım. okuduktan sonra, direniş’e katılıp buchenwald’ı yaşayan bu adamı öyle merak etmiştim ki romanlarından önce iç hesaplaşmalarıyla dolu olan otobiyografik kitapları federico sanchez’in özyaşamöyküsü ve federico sanchez’den selamlar’a sarmıştım...

çocukluğu ispanya iç savaşı’yla ve sürgünle geçmiş, fransa’da nazilere meydan okurken toplama kamplarının dehşetini yaşamış, franco’ya yıllarca yeraltından nanik çekmiş, bu sırada pce’nin geleneksel bağnazlığına karşı çıkarak partiden ihraç edilmiş, edebiyat dünyasına bomba gibi düşmüş, costa-gavras’la güzel işler kotarmış, sıradışı bir kültür bakanı olmuş... 20. yüzyılın en dikkate değer dönemlerinde onun ayak izlerine rastlıyoruz kısacası. 

son birkaç on yılını “piyasa cangılı, totaliter hayvanat bahçesinden iyidir” sözünün ışığında geçirmiş olsa da; bizdeki, ne teoriye ne eyleme bir katkısı olmuş, malumatfuruş, liberalizme onursuzca meyletmiş, kerameti kendinden menkul, dokunulmaz entelektüel güruhla hiçbir ortak yönü yok semprun’un. psoe hükümetinin kültür bakanlığı koltuğunda otururken de iktidar mefhumu üzerine düşünüp o meşhur eleştirelliğini dile getiren, sol değerlerin özgürlükçülüğüne vurgu yapan biriydi. radikal demokrasi tezlerinin de etkisiyle avrupa birliği’nin siyasi liberalizmine ve ispanya’nın faşizm sonrasında kaydettiği aşamaya yaptığı övgüler bile sadece onun özgürlükçü karakterinden dolayı köhne sola ders olabilecek satır aralarına sahip.

entelektüel dedim, aynı zamanda bir nevi filozoftu da. felsefeyi içselleştirerek okumuşluğunun kanıtı olan pasajları romanlarına öyle güzel yedirmiştir ki... tabii bu, mantıksallığını hayatının her döneminde yansıttığı anlamına gelmiyor. buchenwald’da yoldaşlık yaptığı, en gizli parti görevlerini beraber yerine getirdiği josef frank düzmece slansky davası’nda ölüme yollanırken, partideki adıyla federico sanchez, kendi deyimiyle “stalinleşmiş entelektüel”, frank’ın masum olduğunu bilmesine rağmen vicdanı ve aklı sakatlayan stalinizm ve parti ruhuna duyduğu sadakat nedeniyle sesini çıkaramamıştı. özyaşamöyküsündeki en etkileyici bölümlerden biri bu çetrefil durumda yaşadığı utanç ve eziklik, yani kendisiyle hesaplaşmasıydı.

türkçedeki kitaplarının ancak yarısını okumuş biri olarak dahi onun hakkında yazacaklarım buraya sığmaz. pce’nin stalinist dogmalardan beslenen körlüğüne, bağnazlığına, tutuculuğuna isyan ettiği, partiden atılmasına neden olan toplantının etrafında dönen, ancak her dönemden anılarla örülü olan federico sanchez’in özyaşamöyküsü’nü imkan olsa da solcuyum diye ortaya düşen her gence okutsak. partinin efsanevi lideri la pasionaria “kutsal parti ruhu” adına onu “kuş beyinli entelektüel” olmakla itham etmişti; semprun gibi kuş beyinlilere ihtiyacımız hala öyle büyük ki...

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...