7 Temmuz 2010 Çarşamba

İÇME ŞU ZIKKIMI


yıllar önce bir gün, birkaç gün olmuş kardeşimin yaşadığı new york'a geleli, soho sokaklarında geziniyorum. hava çok sıcak, güneş insanın beynini dağlıyor. daha fazla yürümek benim gibi yazları gölgekolik bir insanın kendine ihanet etmesi olacak, hem sigaradan sonraki en sıkı bağımlılığım olan kahve de bastırıyor. gerekli kafein dozunu bünyeme zerkedip normale dönmem gerek.

tam ben bu düşüncelerle boğuşurken kaldırımın gölgedeki kısmına birkaç masa atmış, şirincek bir café çıkıyor karşıma. ve tek dolu masada kahve ve sigara içen bir çift. çölde vaha bulmuş gibi hissediyorum kendimi. oturuyorum, hemen bir espresso söylüyorum. yanıma çakmak almayı unuttuğumdan saatlerdir sigara içememişim. garson kızdan ateş istiyorum. suratındaki şaşkınlık ifadesi ve isteğimi sert bir "smoking not allowed"la yanıtlaması hayallerimi söndürüyor. 45 derecelik sıcağa, insanın içini kavuran güneşe bakılırsa çölde olduğum kesin, ama vaha bulmaktan çok serap görmüşüm demek.

boş bulunup diğer masadaki çifti gösterek "ama onlar içiyor" diyecek oluyorum. serzenişim ihbar işlevi görüyor, bağımlılık yoldaşlarımı, kader arkadaşlarımı uyarmaya giden garson kızı yoldan çeviriyorum. derdimin ispiyonculuk değil, "insanlık namına" bir sigara-kahve yapmak olduğunu söylüyorum. neredeyse yalvarır tondaki "lütfen" beklenmedik bir biçimde işe yarıyor: espressonun yanında sadece su değil, kibrit de var. kibrit kutusuyla kibritçi kız oluyor, her çaktığım kibritle içinde bulunduğum can sıkıcı gerçeklikten çok daha haz verici bir hayal dünyasına tüyüyorum: on beş dakikalığına en tali metro istasyonunda dahi - üniformalı, üniformasız - polislerin cirit attığı, polisleşmiş vatandaşların komşularını gözetlediği george w. bush'un 11 eylül sonrası new york'unda değil jim jarmush'un coffee and cigarettes'indeyim.

iki espresso ve üç sigara içtiğim on beş dakikalık "sanal gerçeklik" sona erip caféyi terkettiğim anda dolu olan ve sigara tüttürülen masaların sayısının dörde yükseldiğini görüyorum. ve masaların üstündeki bütün paketlerde avrupa'ya özgü siyah çerçeveli beyaz üstüne siyah harflerle yazılmış "sigara içmek öldürür" uyarılarını görüyorum. café hepsi abd'nin sigara yasaklarına yabancı avrupalılar'dan oluşan bir tiryakiler ordusuna vaha olmuştu.

bir caféde - dış kısmında da olsa - kahveyi yudumlarken sakince sigara içmenin nasıl bir nimet olduğunu anlamak için öncesini yaşamış olmak gerekiyor: kardeşimin kümesten hallice evinde, dumanın ortak havalandırma sistemiyle başka dairelere taşınabileceği bahanesiyle, sigara içmek yasaktı. bırakın cafélerin, barların içini, dışarıya attıkları masalarda bile sigara içmek yasaktı. "bu parkta sigara içmek yasaktır" uyarılarını da geçtim, "bu sokakta sigara içmek yasaktır" tabelası bile çıktmıştı karşıma.

abd pek çok konuda olduğu gibi sigara yasağı konusunda da "batı dünyası"na öncülük ediyor. orada başlayan sağlıklı olma zorunluluğu avrupa'da artık ayaklarını sağlam basıyor. almanya, daha erken davranan birkaç avrupa ülkesinin ardından 2007 yılı ortalarında kamuya açık alanlarda sigara içilmesini yasaklamaya başladı. devletin federal yapısı nedeniyle yasağın yasalaşıp yürürlüğe girmesi eyaletten eyalete değiştiğinden, bu dalganın benim yaşadığım bavyera'ya ulaşması 2008'in 1 ocağını buldu.

başlangıçta gastronomi sektörünün tamamı eninde sonunda yasağa uyacakmış gibi dururken, kimi barlar yavaş yavaş "türk tipi" bir çözüm geliştirerek dernekleştiler. raucherclubs (sigara içenler kulüpleri) adı altında işleyen bu barlar, meyhaneler kurdukları derneklere üye olmayan insanlara girişi yasakladı. bir defalığına 1-2 euro gibi bir bedel ödeyerek ya da kimi yerlerde bedelsiz üyeliğe hak kazanıldığı bu yöntem zamanla gittikçe yayıldı.

sigara içmek isteyen ve sigara dumanını solumak istemeyen insanlar arasındaki gerilim aslında böylece sonlanabilirdi. ama olmadı. "militan sigara karşıtı" olarak tanımlanabilecek bir kesim bastırmaya devam etti. dert üzüm yemek değil, bağcıyı dövmekti. sigara yasağının kapsamı genişletilmeliydi. insanların bilerek ve isteyerek sağlıklarına zarar vermelerinin önüne geçilmeliydi.

böylece "gerçek sigara yasağı" kampanyası start aldı. halk şenliklerinde ("volksfest") çadırlarda sigara içilmesi, raucherclublar'ın varlığına karşı açılmış bir savaştı bu. bavyera eyalet meclisi'nde başarıya ulaşamayan bu kampanya, geçtiğimiz pazar günü yüzde 37,7 gibi almanya için oldukça düşük bir katılımla gerçekleşen referandumda yüzde 61'lik bir çoğunluğa ulaşarak yasalaştı. eğer yeni bir "türk tipi" delik açılmazsa yasakta; kahvenin, biranın yanında sigara içemeyeceğiz artık.

insanları "sağlıklı olma"ya zorlamanın kendisi "hastalıklı". başka insanların "sağlığıyla oynayamazsınız", amacınız düzeltmek olsa dahi... yaşamın kendisi son düzlüğe girilene değin farkedilmeyecek yavaşlıkta bir ölümken, bırakın da herkes nasıl ve hangi hızla öleceğine elinden geldiğince karar versin...

ya da o kadar umursuyorsanız sağlığımızı, iş kazalarında ölenlerin sayısının (ki kötü iş koşullarının zamanla yarattığı yıpranma dahil değil buna) sigaraya bağlı ölümleri kat be kat aştığı bir dünyada elleriniz başka yerlere uzansın... efendim, sağlıklı olup uzun yaşayıp 70'ime kadar çalışacak mıyım? sağlığınızı yesinler sizin...


PS avrupa birliği komisyonu emeklilik yaşının 2040'ta 67'ye, 2060'da 70'e çekilmesini önerdi.

2 yorum:

koala dedi ki...

dün akşam saat 23.15 sularına 18 yıllık sigara hayatıma son verdim. denk düşmüş

outlaw dedi ki...

ben de birçok kez cidden denedim bırakmayı, hatta iki kere dokuzar ay içmeyerek direkten döndüm. sigarayı bırakmak, en azından sağlık açısından, mantıklı bir karar.

derdim sigara içmeyenlerin duman solumak zorunda kalması değil; öyle şehiriçi otobüslerde, sinemada falan sigara içilmesini savunmuyorum.

ama salgın hastalık gibi yayılan sigara düşmanlığına da hak veremiyorum; sağlıkla ilgili başka hiçbir şey önemsenmezken... ki herkes kendi sağlığına baksın derim ya da bir oldu bittiye getirip yağlı yemeyi de yasaklayalım...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...