12 Mayıs 2010 Çarşamba

ALEXİS, DİMİTRİS VE BEN


alexis almanya'da doğmuş, erasmus öğrenci değişim programıyla bir yıllığına okumak için selanik'e gitmesinin haricinde - ki o bir yılı da öğrencilerin üniversite işgalleri, yürüyüşler ve grevlerle geçirmesiyle zaten üniversiteyle pek alakası olmamış - yunanistan'ı yalnızca yaz tatillerinden tanıyor. bizim alexis de tüm benzerleri gibi ne zaman yunan, ne zaman alman olacağı belli olmayan bir insan. "transkültür" kavramının iki bacaklı hali.

birkaç ayda bir iki kişilik gayrıresmi ege akşamımızı yaparız. nürnberg'de düzgün rakı içilecek bir türk meyhanesi olmadığından genelde şehir merkezindeki mykonos'a gideriz. mykonos'u yolu nürnberg'e düşen herkese tavsiye ederim, nürnberg'in - coğrafi olarak olmasa da - ortam açısından yunanistan'a en yakın noktasıdır. ve benim de istanbul'da rakı içtiğim güzel bir yaz akşamına en yakınlaştığım andır mykonos'ta masanın üstündeki mezelere cypro'nun eşlik ettiği zamanlar.

ve mykonos'ta bir akşam daha - çok geçmedi üstünden... alexis ve bana alexis'in selanik'ten gelen kuzeni dimitris eşlik etti. anlatacak hikayesi olan yeni insanlarla tanışmayı oldum olası sevmişimdir. dimitris'in soframızı üçlemesi, muhabbet dilinin zorunlu olarak almanca'dan ingilizce'ye dönmesinin verdiği sıkıntıyı bir kenara bırakacak olursak, kesinlikle ortamı güzelleştirdi. zira milliyetçiliğin, ırkçılığın her türlüsü benden uzak olsun, ama almanlar'la ne rakı, ne uzo, ne de cypro içiliyor. insanın derdi kana giren alkol miktarından çok sofra adabıyla yürütülen bir muhabbetse eğer...

türkler, ama sanırım daha çok yunanlar için üretilmiş bütün klişelere elimizden geldiğince uyarak hararetli, yüksek sesli bir muhabbete daldık. bu arada bizim heyecanlı-hızlı-yüksek sesli muhabbetimizin kimsenin birbirini dinlemediği anlamına gelmediğini almanlar'a anlatmak çok zor...

alexis'le her meyhane muhabbetimizin zorunlu açılışı haline gelmiş "acı vatan almanya tiradı"yla açıldı akşam. türkiye ve yunanistan kültürlerinin birleşerek almanya'daki yaşamın karşıtını oluşturduğu alanlar, davranış biçimleri vs. bu açılışın ana konusunu oluşturuyor ve bu açılış her defasında alexis'in alman olan annesinin, benim sevgilimin, hatta belki de hayatta en çok benzeştiğim insanın rakı-uzo-cypro sofrasına uyumsuzluğuyla sonuca bağlanıyor.

devamında ben dimitris'e selanik anılarımı anlattım: şehri, özellikle de meyhanelerini ne kadar sevdiğimi, insanların istanbullu olduğumu duyduklarında gösterdikleri yakınlığı, orada bıraktığım tanışıklıkları... dimitris de bana sutopu takımıyla seneler önce kamp yapmak için gittiği istanbul'daki izlenimlerini...

sonra güzellikler yerini "düşman kardeşler"in birbirleri hakkındaki propagandalarına, çocukluğumuzdan itibaren ege'nin karşı yakasındaki insanlar hakkında bize anlatılan hikayelere, düşmanlığa bıraktı. "düşman" değil, basbayağı sadece "kardeş" olabilmeyi, on milyonlarca insanın bizim muhabbetimizin bir benzerini yapabilmesini diledik.

bütün bunlar bugün gazetede alman silah sanayiinin ihracat rakamlarını okuduğumda tekrar aklıma geldi: 2004-2008 yılları arasında türkiye almanya'nın sattığı silahların yüzde 15,2'sini, yunanistansa yüzde 12,9'unu satın almış. (birinci ve ikinci sıradalar alman silah sanayiinin müşterileri arasında.) abd'nin, isviçre'nin, ingiltere'nin, israil'in silah ihracat rakamlarına bakıldığında da - tahmin ediyorum - benzer rakamlarla karşılaşılacaktır. karşılıklı "kardak"laşılan dönemlerin istatistikleriniyse görmek bile istemiyorum.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...