28 Şubat 2011 Pazartesi

INTERZONE'DAN MEKTUPLAR # 1


albert camus'nün sigara içişi... ve james dean. sartre, sigara içmeden bulantı'yı yazar mıydı acaba hiç? eski sevgilimin "çok seksi" sigara içtiğimi söylemiş olması...

sigarasız birinci gün ve sanki vücudumdaki tüm gözenekler nikotin için açılıyor, kocaman oluyor. hiçbir şeye konsantre olamıyorum. ve biliyorum ki, yazdıklarım herhangi bir düzene sahip olmayacak, bir anlam bütünü oluşturmaktan çok birbirinin ardına dizilmiş tümcelerden ibaret kalacak.

ve şu anda sigaradan daha önemli bir şey yok dünyada. çay, kahve, duş almak, yemek yemek, sevişmek vesaire vesaire; hepsi ancak beraberinde/ardından sigara içilecek eylemler olarak anlam kazanıyor bilincimde. dünyadaki şeyler sigaradan bağımsız varolma olanağını çoktan kaptırmış bağımlılığın yaşamı yeniden örgütleyerek yarattığı perspektife.

ve başka insanların bağımlılıkları üzerine konuşurken, özellikle uyuşturucu yardım kurumunda staj yaptığım ve sonrasında çalıştığım dönemde, duyduğum özgüvenin, bırakmaya çalışan bağımlı kendim olduğunda, ihanetinin belgesi bir sırıtışla beni terketmesi. bulantı? hayır, olsa olsa burroughs'un naked lunch'ında kaybolmuş olabilirim....

24 Şubat 2011 Perşembe

BÖLÜNMEK


bölünmek deyince aklıma - hani "soykırımı desteklediği için" türkiye'den kovulan - emir kusturica'nın underground'unun veda sahnesi geliyor. kusturica, binbir yaşanmışlığın, karşılıklı atılmış binbir kazığın, artık kardeşliğin maya tutmayacağı ilişkilerin ışığında kahramanlarını son bir kez biraraya getirir. alabildiğine neşeli ve dostane bir sofrada, eski dostlar güle eğlene birbirlerine veda eder. kusturica, yugoslavya'nın sonunun geldiğini kabullenmiş, yaşanan ayrılığın yerine kendi olmasını isteyeceği alternatif bir gerçekliği koymuştur.

bölücü, bölünmek, bölünmez... türkiye'de siyasi yaşantıda, siyasi dilde ne kadar büyük bir yer kaplıyor. "bölücü" dendi mi akan sular duruyor. insan hakları, demokrasi vs. ne kadar her gün dinlemek zorunda kaldığımız başka kelime varsa, bölünme fikrinin gölgesinde kalıyor: "bölünmeyelim de, hak-hukuk da bir şekilde hallolur nasıl olsa."

ulus devletin kendisi ne kadar sorunlu bir yapı olduğunu - "bakar kör"ler hariç herkesin nezdinde - açıkça ortaya koyarken, dünyada bir ulus devlet daha fazla olmasının ne kadar sorunu çözüp, ne kadarını yaratacağı bugünden cevaplanması zor bir soru. dünya, kurdukları ulus devlet hayalleriyle oynamış halklar mezarlığıyken, kürtler'in de hayallerindeki kürdistan'la birgün gerçekten vücut bulabilecek kürdistan devleti arasındaki uçurum da muhtemelen çok kalpler kırar, hayaller yıkar. yeni insan hakları ihlalleri, kürt burjuvazisi, kürt bürokrasisi, kürt anaakım medyası, haklarından mahrum kalan etnik azınlıklar. kısacası bildiğimiz devlet...

bölünmek; kürt, türk ve daha nice halk içine battığımız pislikten çıkış yolu değil. ama yan yana duramayacağımız o son noktada, daha fazla pisliğin yaşanmasının önüne geçmek için elden gelen yegane şey. kardeşim ve ben, artık kardeş olamayacaksak, elimizi birbirimize vurmak için değil, yüzümüzde yaşanmış pisliklere bir an için olsun baskın çıkan güzel anıların yarattığı gülümsemeyle el sallayarak veda etmek için kaldıralım.

ya o son noktaya gelmeyelim, pisliklerimizi temizleyelim, ki bu durumda kürtler'den çok türkler'e iş düşüyor, ya da insanca veda edelim birbirimize. kusturica'nın sofrasına oturalım, yaşanmışlıkları anarak, çakırkeyf muhabbetlerle...

22 Şubat 2011 Salı

HIRSIZIN HİÇ SUÇU YOK!


embesiller tarafından yine embesiller için - işaret parmağı her daim azarlamak için yukarıda - didaktik komedi üreten levent kırcagiller'in "türkiye, komedyenler için çarpıklıklarıyla bir cennet, biz insanları en çok toplumsal çarpıklıkları vurgulayarak güldürüyoruz." açıklamalarına karşıt bir de cem yılmaz'ın "her şey güllük gülistanlık olsun, bakın ben sizi güldürecek ne çok şey buluyorum"u vardır. (levent kırca'dan cem yılmaz'a komedide yaşanan dönüşüm, kuşkusuz toplumda yaşanan dönüşümün bir sonucu, daha doğrusu bir parçası. olur da zaman, mekan ve ruh halim izin verirse ilerde bu konuda da birkaç kelime etmek isterim.) güneşli pazartesiler'de yazdıklarım kuşkusuz komedi değil, insanları güldürme konusunda özel bir iddiam da yok. ilgimi çeken, çoğunlukla da beni öfkelendiren konular hakkında sözümü söylüyorum.

daha önce de muhafazakar ahlak üstüne bir-iki kelime karalamış, bir defasında "muhafazakar ahlak ikiyüzlüdür [...] kendi davranışını gözden geçirmek, hayatını daha 'iyi' yaşamak değil, başkalarını baskı altına almak, onların üzerinde iktidar kurmaktır varoluş nedeni." demiş, bir diğer yazıda elimden geldiğince ironik bir dille muhafazakar ahlakın (ya da ideolojinin) ezen-ezilen, fail-kurban ilişkilerini ters çevirme eğilimini ortaya koymaya çalışmıştım. insanın söylediği söze, oluşturduğu teoriye günlük hayattan kanıtlar toplaması, normal koşullar altında - en azından bilimsel açıdan - olumlu bir durum. ama örneğin "faşizm geliyor, kapıya dayandı" teorisini ortaya atan bir insanın hayatın içinde savını destekleyen kanıtlarla karşılaştığında sevinç duyması olsa olsa hastalıklı bir ruh haliyle açıklanabilir. bütün gözeneklerimden ruh sağlığı fışkırmasa da, çok şükür "hepimiz yakında öleceğiz demiştim, bakın ölüyoruz"u gözlerimde haklılığın verdiği gurur ve sevinç parıltısıyla ve yüzümde bir gülümsemeyle söyleyebilecek kadar tırlatmadım.

uzun sözün kısası, muhafazakar ahlak konusunda söylediklerime dair bir örnekle karşınızdayım. ama - cem yılmaz gibi - "siktirin gidin hayatımdan, ben sinema ve edebiyat hakkında da yazarım, size ihtiyacım yok" demeden edemeyeceğim...

mardin'de 25'iyetişkin 26 erkek tarafından 7 ay boyunca tecavüz edilen 12 yaşındaki n.ç.'nin hikayesini hepiniz duymuşsunuzdur sanırım. (bundan sonra n.ç. yerine "nilüfer" diyeceğim, ki bir üçüncü sayfa haberi karakterinden değil, gerçek bir insandan sözettiğimizi unutmayalım.) 2002 yılında ortaya çıkan olayın mahkemesi, 8 yıl sonra, geçtiğimiz ekim ayında sonuçlanmış, 26 tecavüzcünün tamamı, mümkün olan en hafif cezalara çarptırılmışlardı: 18 yaşın altındaki bir sanık 3 yıl 2 aya, "eylemi teşebbüs aşamasında kalan" bir diğeri 1 yıl 4 aya mahkum edilirken, geri kalan tüm tecavüzcüler 5'er yılla cezalandırıldı. "bu kadar da olmaz" mı diyorsunuz? durun, daha yeni başladık: sanıklardan hiçbiri yukarıda yazan cezaları yatmayacak, çünkü mahkeme tüm bu cezalarda "iyi hal" indirimine gitmeye karar vermiş. nilüfer'e tecavüz eden erkeklerden en yüksek cezayı alan bu durumda 4 yıl 10 aya çarptırılmış oluyor.

mahkemenin, "iyi hal" gerekçesini aynen aktarıyorum: 
"n.ç.’nin mağduresi olduğu olayların ahlaki radaetinin (kötülüğünün) farkında olduğu, bu olaylara ruhsal yönden karşı koymaya muktedir olduğu halde kendi iradesiyle para kazanmak amacıyla sanıklar t. ve e. ile irtibata geçtiği veya bunlarla irtibata geçen diğer sanıklarla ilişkiye girdiği anlaşılmaktadır. adli tıp’ın tespitine göre, mağdurenin olay tarihindeki gerçek yaşı 15’tir. sanıkların maddi veya manevi bir cebir kullandıklarına dair unsurun bulunmaması, mağdurenin yaşının da kanunun suç olarak kabul ettiği 15 sınırında olması nedeniyle, sanık t. ve e. dışındaki sanıklar için cezaların alt sınırdan tayin edilmesi gerektiği kanısına ulaşılmıştır.”
"iyi hal" gerekçesini bildiğimiz türkçe'ye çevirirsek ortaya şu çıkıyor: 25'i yetişkin 26 erkek 12 yaşındaki nilüfer'e tecavüz etmemiş, nilüfer illa onlarla sevişmek istemiş, onlar da kıramamışlar. hem zaten "acıtmadan sikmişler". nilüfer'in yaşı 12 miydi, 15 mi, bilmiyorum. bilmek de istemiyorum, açıkçası umrumda değil.

devam ediyorum: nilüfer "olayın ahlaki radaetini müdrik"miş (türkçesi: "olayın ahlaki açıdan kötü olduğunun bilincinde"ymiş, bu vesileyle türkiye'de hukuk dilinin neden hala osmanlıca olduğunu "müdrik" oldum: dertlerini türkçe anlatmaya kalksalar, hukuka olmayan güvenimiz yerini mahkeme salonlarının tutuşturup, karşısına geçip, sigara yakıp yangını izlememize bırakacak. ve kimse bir an için olsun haklılığımızdan şüphe duyamayacak), peki yaşananların "ahlaki açıdan kötü" olduğunu nilüfer biliyordu da, 26 tecavüzcü bilmiyor muydu? diyelim ki, nilüfer epey bir "müdrik"ti, canı da acayip 26 kelli felli, götlü göbekli "amca"yla 7 ay boyunca anal seks yapmak istiyordu, peki hırsızın hiç mi suçu yok? nilüfer ya da başka bir çocuk "beni öldürün" dese öldürmek de mi mesele olmaktan çıkacak?

cezaları alt sınırdan verilmeyen ve "iyi hal"den indirilmeyen "t." ve "e."nin kadın olduklarını da atlamayalım. iyi olmayan halleri, "kendi yaşadıkları iffetsiz hayatı 13 yaşında bir çocuğa da yaşatmak şeklinde gözüken olumsuz tutum ve davranışları"ymış. bir çocuğu, yetişkin erkeklere pazarlamak iyi bir hal değil kuşkusuz ve bunu yapanların kadın olması da işlenen suçu hafifletmiyor. ama "t." ve "e."nin yaşadıkları hayat "iffetsiz"ken, 26 erkeğin halinin "iyi" olmasına ne demeli? orhan çeker'in "tecavüzde kadının da suçu var"ını "tecavüzün tek suçlusu kadın" olarak okumamız gerektiğini daha açık gösterecek bir örnek var mı? yukarıda ne demiştik: hırsızın hiç mi suçu yok? yok, hırsızın hiç suçu yok. konu tecavüzse bütün suç ev sahibindedir. erkek tecavüz eder, kendine tecavüz ettirmemek kadının görevidir. o yüzden nilüfer'i pazarlayan iki kadın "iffetsiz" ve 9'ar yıl yatacak, tecavüz eden 26 erkekten hiç biriyse, "iffetsiz" kadınlarla yatmak gibi "erkek" olmanın gereğini yerine getirmek dışında bir şey yapmadıklarından alt sınırdan ceza alıp, "iyi hal" indiriminden yararlanarak en fazla 4 yıl 10 ay yattıktan sonra hapisten çıkacak. tek eksik nilüfer'e de bir 9 yıl ya da 19 yıl verilmesi: utanmamış mı "iffetsiz iffetsiz" kendinden kaç yaş büyük erkeklerle cinsel ilişkiye girmeye? bir de "hak yolu" dururken "bok yolu"? hem de bunu 12 yaşında yapıp çocuklarımıza da kötü örnek olacak, yok öyle yağma...

bu mesele, hiçbir zaman nilüfer, onu pazarlayan 2 kadın ve 26 tecavüzcüsü arasında değildi zaten. ikisi tutup, yirmi altısı tecavüz ederken, "hani bana, hani bana" diyen milyonlar hep ama hep oyunun bir parçasıydı. mahkemenin gerekçeli kararı, malumu ilamdan öte bir anlam ifade etmiyor. nilüfer'e tecavüz eden 26 kişi değil, mahkemeleri, yasaları, kültürü, ahlakı, aile yapısı, devleti ve daha aklıma gelmeyen binbir kurumu ve özelliğiyle bütün bir toplumdur. buyrun marilyn french'in tecavüzü münferit bir olay olmaktan çıkarıp, bir olgu, erkeğin kadının üstünde erk uygulamasını sistematik olarak yeniden üreten toplumsal bir iktidar ilişkisi olarak tanımlayan sözlerini yeniden tartışalım: "erkekler [...] gözleriyle, yasalarıyla, kodlarıyla bize tecavüz eder."

20 Şubat 2011 Pazar

DRESDEN 2011


avrupa'nın en büyüğü olan dresden nazi yürüyüşü, geçen yılın ardından bu yıl da 10 binin üzerinde insanın nazilere geçit vermemek için dresden caddelerini tıkaması sonucu engellendi.

naziler, abd'nin ikinci dünya savaşı'nın sonunda dresden'i bombalayarak çoğunluğu sivil 25 binden fazla insanın öldürmesini bahane ederek, 3. reich'ı ikinci dünya savaşı'nı başlatan faşist ve militarist bir devlet değil, emperyalizmin kurbanı olarak göstermeyi amaçlıyor. yürüyüş, nazilerin almanya'daki diğer büyük yürüyüşlerinin önüne geçilmiş olması nedeniyle, son birkaç yıldır gittikçe büyümüş ve avrupa çapında katılımla her yıl binlerce naziye ev sahipliği yapar hale gelmişti.

bu yıl da polisin antifaşist eylemcilere karşı yoğun şiddet uygulamasına ve nazileri korumasına (örneğin 300 nazi alternatif yaşam projesi "praxis"e saldırırken izlemesine) rağmen sonuç değişmedi. herhalde naziler de yürüyemeyeceklerinin büyük ölçüde farkındaydı ki, birçoğu evlerinde kalmayı tercih etti. dresden'e gelen 2500 naziden ancak 600'ü bir araya gelerek yürümeye başladı, ancak yürüyüşleri birkaç yüz metreden öteye gitmedi.

geçen sene olduğu gibi bu sene de karen eliot & the antifa swingers'tan gelsin...

17 Şubat 2011 Perşembe

İTİRAF EDİYORUZ!

gerçek aydın


basına ve kamuoyuna duyurumuzdur;

belki de bu sözlerimizin artık bir anlamı yok, belki de bu itirafı yıllar, asırlar önce yapmalıydık. ama olanla ölene çare yoktur demiş atalarımız; yaşanmışı değiştirme şansımız olmadığına göre, doğru olanı - geç de olsa - bugün söylemekten başka ne gelir elden...

selçuk üniversitesi ilahiyat profesörü orhan çeker'in sözlerinde sonra bize suçumuzu itiraf etmekten başka yapacak bir şey kalmadı zaten. foyamız ortaya çıktı, gerçek yüzümüzü dünya alem gördü.

"sorunun odağında kim var? kadın var. kardeşim sen dekolte giyinirsen bu tür çirkinliklerle karşılaşman sürpriz olmayacaktır.


tahrik ettikten sonra sonucundan şikayet etmen makul değildir. bu konuda suçu işleyenleri savunduğum anlaşılmasın. elbette işlenen suç son derece iğrençtir.


lakin bu suçun işlenmesinde dekolte ve tahrik edici kıyafetler giyinen kadının da etkisi küçümsenmeyecek kadar büyüktür. kadının da suçu gözardı edilirse meseleyi çözümde yanlış adım atmış oluruz. bu olayda her iki taraf da suçludur" demişti çeker.

gerçek bir aydın olarak toplumu yaşamın tüm karmaşıklığı karşısında aydınlatmak, karanlıkta kalan gerçekleri açığa çıkarmak görevini layıkıyla yerine getiren sayın profesörün sözleri kuşkuya yer bırakmayacak derecede haklıdır. haklıdır haklı olmasına da, eksiktir de aynı zamanda. işte bu nedenden asırlardır, hain planlarımız doğrultusunda bilinçlerini bulandırdığımız insanların kafalarında kuşkunun zerresi kalmayacak biçimde gerçeği tüm çıplaklığıyla açıklamaya karar verdik.

biz - sizin bildiğiniz adımızla - tüm ezilenleriz. asırlardır toplumu zehirleyerek, insanların beynini yıkayıp yanımıza çekerek inandırdık sizleri ezildiğimize. milyonlarca insan canını verdi uğrumuza, oysa biz onların aptallığına bakıp eğlendik.

biz kadınlarız. biz dekolteyle, mini etekle tahrik etmeseydik kimse bize tecavüz etmezdi. bize haddimizi bildiren gerçek erkeklere, ama en çok da sikilmeye doyamadığımızdan tecavüzün hoşumuza gittiğini sizlerden gizledik.

biz ermenileriz. biz sizi arkadan vurmasaydık, hain olmasaydık, ölmezdik kuşkusuz. yıllarca kendini beğenmiş sözde entellektüellerinizi ve aranızdaki vicdan sahibi salakları kandırıp haksızlığa uğradığımıza, katledildiğimize inandırdık. biz türk köylerini basıp kanınızı bozmak için kadınlara tecavüz etmesek, soyunuzu kurutmak için çocuklarınızı kesmesek, siz de bizi sürgüne göndermek zorunda kalmazdınız. ama bir bakıma iyi de oldu, başka türlü soykırım yalanını tüm dünyaya nasıl yuttururduk?

biz kürtleriz. ermenilerle ve emperyalistlerle beraber türkiye'nin kuyusunu kazmak için elimizden geleni ardımıza koymadık. koksak da ve kuyruğumuz da olsa, kimse bize ayrımcılık yapmazdı kuşkusuz, eğer türk'ün yurdunda türk olmayanın ancak hizmetkar olabileceğini kabullenseydik, biz kalleşlik edip haddimizden fazlasını istemeseydik.

biz işçiler, işsizler, tüm yoksullarız. aptal ve tembel olmasaydık, yoksul olmazdık elbet. "hakkımızı arıyoruz" diyerek çalışan ve üreten zeki insanların mallarına göz diktik. yeri geldi grev yaptık, yediğimiz kaba pisledik. yeri geldi isyanlar, ayaklanmalar çıkardık, insanların canına kastettik. ve siz aptallar peşimize takıldınız, zekanızı, birikiminizi, çalışkanlığınızı bizim için harcadınız. bazılarınız büyük adam olabilirdi, sürgünlerde, hapislerde süründünüz, darağacına gittiniz. bu kadar büyük salaklığa biz de ne diyeceğimizi şaşırdık.

biz yahudileriz. dünyayı ele geçirmek için planlar yaptık ve çoğunlukla başarılı da olduk. gizli teşkilatlar kurduk, birbirimizi kayırdık. çalışmadan, çalışkan halkların emeğini sömürerek hepimiz zengin olduk. yarattığımız sis perdesinin ardını görebilen az sayıda insanı antisemitist olmakla damgaladık, siz salaklar onlara değil, bize inandınız. dünya üzerindeki egemenliğimizi ebedi kıldınız. gaz odaları, pogromlar bizim yaptıklarımızın yanında şaka kalır, çok daha fazlasını haketmiştik, yapamadınız.

biz eşcinselleriz. ırkınızı yumuşattık, çocuklarınıza kötü örnek olup toplumlarınızın ahlakını bozduk. biliyoruz, her şey yatak odamızda kalsaydı, yine bir şey demezdiniz, ama biz en büyük zevki kıvırta kıvırta yürüyerek eşcinselliğimizi sizin gözünüze sokmaktan aldık. hak yolu varken bok yolunu kullanmaktan bir kere zevk aldıysak, çocuklarınızın aklını karıştırıp kendimiz gibi eşcinsel yapmaktan, sağlıklı bir toplumun önüne geçmekten bin kere zevk aldık. bizden kurtulmak sizin için hayat memat meselesiyken, sizi çoktan öylesine yumuşatmayı başarmıştık ki, yalnızca birkaçımızı cezalandırmakla yetindiniz. çok teşekkür ederiz.

biz alevileriz. mum üfledik, karanlıkta bir yandan kendi karımızı kızımızı peşkeş çektik, diğer yandan başkasının namusuna göz diktik. ve islam'ı bozmaya ant içtik. çorum'da, maraş'ta son anda uyanmasaydınız, hedefimize ulaşacaktık da. artık bir dahaki sefere.

ne yazık ki yalanlarımızı yinelemeyeceğimize söz veremiyoruz. ne yapalım, biz böyleyiz. bir yandan kuyunuzu kazar, size ihanet eder, hakettiğimiz cezayı gördüğümüzdeyse aranızdaki salakları ezildiğimize ikna ederiz her seferinde. orhan çeker'in bize sunduğu bir an için olsun insan olma, çalışkan, mert, erkek, müslüman ve türk gibi davranma şansından yararlanalım dedik. kuşkusuz aranızda bize inanan salakların varlığı baki kalacak. onlara diyecek bir sözümüz yok. bu bir uyanma çağrısıdır: bize dediğiniz, yaptığınız her şeyde haklısınız ve biz aslında kat be kat fazlasını hakediyoruz.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...